İslam felsefesini analitik okumanın gerekçesini sunduğum “Bir Nefes Felsefe 12” bu konuya bir giriş yapmıştık ve ileride biraz daha ayrıntılı inceleyeceğimizden bahsetmiştik hatırlarsanız.
“Evet öyledir, metafizik anlamsızdır, gevezelik ve boş kuruntulardan ibarettir”, derler Pozitivistler. Deneysel felsefenin/bilimin kurucusu, Batı yeniçağ pozitivizminin kurucu sayılan Roger Bacon ile birlikte doğrulanamayan yani deneyin konusu olmayan her şey gibi metafizik de boş laflardan oluşur ve kuruntudur. Hala sıkça kullanılan “Bilgi güçtür” sözünün sahibi olan Bacon, bilmenin hâkim olmak demek olduğunu, bilimin amacının da tabiata hâkim olmak olduğunu belirtir. Bilimin amacı insanın kaderini değiştirmek olduğunu, burada metafiziğe yer olmadığını vurgular. Neyin bilim, neyin de bilim olmadığı belirleyenin de tümevarım olduğu söylemi genel kabul görmeye başlar. Bilimsel önermeler, gözlemsel ve deneysel delillere/olgulara dayanmakla; ister otoriteye, ister duyguya, geleneğe, kurguya, önyargıya, alışkanlığa, ister başka herhangi bir temele dayanan bütün öteki türlerdeki önermelerden kesin ve güvenilir bilgiyi (bir onlar ) sağlamakla ayrılırlar.
- Ageometretos Medeis Eisito ve Metafizik Karşıtı Okumalarım
Lise matematik kolu mezunu ve Ankara İlahiyat fakültesi tefsir ve hadis bölümü mezunu birisi olarak neticede felsefe okumalarımı güçlendirme kararı alınca ODTÜ felsefede yüksek lisans eğitimine de başladım. (1985-1987) l Platon’un Akademisi’nin kapısına “matematiksel olanı yani geometriyi kavrayamayan (Ageometretos Medeis Eisito) Akademi’nin Kapısından Giremez!” sözünün içeriğini çözümledim. İlimlerin teori (kavram) ve pratik (olgusal) kısımlardan oluştuğu, öğrenilebilirlik ile öğretilebilirliğin iç içe olması gerektiğinin vurgulandığını düşünüyorum. Bu nedenle olsa gerek Müslüman filozoflar önce ilim tasnifi yapmışlar, matematik, fizik, astronomi gerekliliğini vurgulamışlar, evrenin nasıl yaratıldığını, bu disiplinlerle açıklanacağını, ilahiyat (ki bence bununla felsefe-i ula kast edilir) ile de bu irtibatı anlamanın sağlanacağını belirtirler.
Metafizik karşıtı okumalarıma gelelim: İlahiyat, Teoloji ve Metafizik kavramlarına günümüz Batı felsefesinde yöneltilen eleştirileri, özellikle “Metafiziğin Sonu”nun geldiğine dair metinleri okumaya başladım. Orta Doğu Teknik Üniversitesi olması nedeniyle matematik, fizik disiplinlerinin önde olması, sembolik mantık ağırlıklı dersler belki de Husserl ve Russell, 1914 yılı öncesinde, felsefeyi “bilimin emin yolu”na sokma hayalinin peşindeydi. Wittgenstein ile birlikte felsefe -veya en azından onun klasik “figürü” olan metafizik- sona erdiğini, yerine “Varlık düşüncesi” (Heidegger) konulma imkânı, yoksa geniş bir “dünya görüşü”ne dayanan devrimci bir proje mi (Lenin) önerilecekti?
Viyana Çevresi, daha ihtiyatlı ve daha “pozitif” bir cevap arayışındaydı: Varolan bilimlerin hepsi -matematik ve deneysel bilimler- metafiziğin yerini almalı ve bir bilim hâline gelemeyeceği için metafiziğin asla cevap veremeyeceği soruları -uygun düşen bir dil kullanarak- bunlar sormalıdır. Her ne kadar Auguste Comte’un düşüncesiyle doğrudan hiçbir ilişkisi olmasa da “yeni-olguculuk” veya “mantıksal olguculuk” ya da (daha sonrasında) “mantıksal deneycilik” adı verilen bu harekete katılan Moritz Schlick, Rudolf Carnap, Hans Hahn, Otto Neurath’ın isimlerini ve eserlerini ODTÜ felsefede tanıdım. Comte’nin insanlığın eolojik (dinsel) ve metafizik dönemleri aşarak, pozitif döneme girdiğini iddiasıyla, akıl ve deney dışında kalan her şey, artık, anlamsız olarak görülmeye başlanmıştır. M.Schlick ise metafiziği boş bir gevezelik ve boşboğazlık olarak değerlendirmiştir (M. Uyanık-A. Akyol, İslam Felsefesi: Giriş (Tematik Okuma), Elis Yayınevi Ankara 2020:13,62,264, Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay, 4. Basım Ankara2021, 95)
Bu seçkin zekaların söylediklerinin tutarlı olup olmadığını müzakere etmeden önce metafizik ya da varlık felsefesinden ne kast edilir, kısaca ona bakalım. Çünkü Müslüman filozoflara göre felsefe, hikmetlerin hikmeti olarak metafizik merkezli anlaşılır. Çünkü eğer felsefe, varlığın bütün ilmini ve müspet ilimlerin dayandığı ilkelerin tümünü kuşatıyorsa ki, öyledir; mantık, fizik ve metafizik diye üçe ayırarak incelenebilir. Felsefenin konusu varlık; amacı ise; insanın gücü nispetinde varılabilecek en yüksek kemal noktasına ulaşmaktır: O hâlde varlık; maddi olduğu zaman fizik, manevi olduğu zaman metafizik; zihni olduğu zaman ise mantık alanının konusu olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla “kuru gürültü” iddiası oldukça önemlidir.
- Felsefe ve Metafizik
Bunun için önce Felsefe ve Metafizik ilişkisi üzerinde duracak olursak, düşünce tarihinde duyularla kavranan bilgi (fizik), duyu ötesi, akılla kavranan bilgi ayrımını üzerine bir sistem oluşturan Aristoteles, malumunuz. Duyularımızı ve algılarımızı aşan (fizik – ötesi) konuları inceleyen felsefeye ilk felsefe demiştir. Bizimkiler de felsefe-i ula der ki, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemeyi içerir. Bu bağlamda Rodoslu Andronikos, Aristo’nun ilk felsefeye dair eserlerini, “fizik” yani duyularla kavranan bilgiler üzerine kurulu eserlerden sonra koymuş ve “metafizik” nitelemesini vermiştir. Varlığı salt varlık olması açısından, inceliyor ve en üst varlık olan Tanrı’yı araştırıyor ve açıklamaya çalışıyordu. Ortaçağın sonuna kadar, metafizik, felsefenin temel bölümünü oluşturmuştur. Daha sonraları Aristo’nun ilk felsefe (sonra metafizik denilmiştir) ile gerek felsefe gerekse Tanrı bilim (teoloji-ilahiyat) arasında önemli yöntem farklılıkları olduğu söylenilmeye başlanıldı.
- Varlık Felsefesi (Ontoloji) ve Metafizik
Yeniçağ felsefesinde, metafizik, varlık bilim anlamında kullanılmıştır. “Duyulanla kavranılanın ötesinde varlık anlayışının temellendirilmesi de kurgusal bir şekilde yapıldı. Bu açıdan metafizik terimini modern felsefede ilk kez Hegel, diyalektik karşıtı (eytişim) anlamında kullanmıştır. Hegel, metafiziksel düşünce yöntemine bağlı kalarak, diyalektik anlayışını açıklamıştır. “Doğru öznel bir şeydir” önermesi üzerine kuruluşu bu anlayış, insan aklının ötesinde olabilecek bir “doğru”yu yadsımaktadır. Dolayısıyla her türlü bilgi, fizik üzerinde insan çabası ile elde edilir. Hegel’in anlayışı, Marx ve Engels tarafından diyalektik materyalizm temeline oturtulmuştur. Onlara göre, metafizik, dinsel ve siyasal amaçlara yönelmiş sakat ve yanılgılı bir dünya görüşüdür. Dolayısıyla, onun bir bilgi yöntemi olarak kabulü gereksizdir.
– Genel bir ifadeyle, ‘varlık” ve “var olan” dır. Bu anlamda felsefi ve bilimsel bilgi “var olan” bir şeyin bilgisidir. Var olan şey, maddi (mineraller, su vb.) manevi (tarih veya ahlaki bir olay, iyi veya kötü bir iş) ideal (matematiksel ilişkiler, değerler), bir şey olabilir. Ancak “var olan”ın felsefi bilgisinin özel bir alanı olarak incelenmesine ontoloji (varlık felsefesi) denilmektedir.
Varlığı var olan olarak bir bütün halinde incelemek, özü ve belirlenimlerini tespit etmek varlık felsefesinin görevidir Aristotoles’in ilk felsefe diye tanımlaması bundan dolayıdır. Nitekim Descartes’de ontolojiyi bu şekilde anlıyordu. Metafizik, Descartes’le mutlak, nihai hakikatleri öğrenmek anlamını taşımaktadır. Tanrının ve dış dünyanın varlığı fikrine İnsan bilincinden hareketle varır. “Düşünüyorum, o halde varım” (Cogito ergo sum) ifadesinden hareketle “aklın ilk ilkeleri” diye kabul ettiği “temel prensiplere” ulaştı. İçimizdeki mükemmel varlık olan Tanrı ve Evren vardır, üstelik evren zorunlu ve sonradan olmadır. Descartes, Düşünüyorum, o halde varım” önermesini, gerçeğin nihai ölçütü hatta varoluşun temeli olarak görür. Bu metafizikle ontolojiyi özleştirmektir. Bu noktada tekrar Aristotoles’e dönecek olursak, ilk felsefesinin konusu Platonun “gerçek varlık” dediği Tanrısal varlık olduğunu görürüz. Ki bu da ilk felsefeyi bir varlık teolojisi/ontololisi olarak görmek demektir.
- Varlık Teolojisi Olarak İlk Felsefe
İslam felsefesinin oluşum döneminde önemli bir figür olan Kindî’ ilk felsefeyi (metafiziği) Aristotelesci bir tarzda anlar. Onun varlık-oluş ilişkisini salt akli bir zorunluluk/dogma olarak görmesi; bu nedenle de “sonsuz bir nedenler dizisini düşünmek imkansızdır, o halde bir İlk ilkenin Varlığı zorunludur” tespitini önemser.
Bu nedenle olsa gerek Kindî, “Felsefenin en değerlisi ve mertebe bakımından en yücesi “ilk felsefe”dir. Bununla, her gerçeğin sebebi olan “İlk Gerçek” hakkındaki bilgiyi kastediyorum. Bunun içindir ki tam ve değerli bir filozofun, bu değerli bilgiyi kuşatan kişi olması gerekir” der. Felsefeyi, “İnsan sanatlarının değer ve mertebe bakımından en üstünü” olarak görür. Çünkü felsefe; ‘insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmesidir. ” Durum böyle olunca, filozofun bilgiden amacı gerçeğin bilgisini yakalamak, davranışının amacı ise sürekli fiil değil, gerçeğe göre davranmaktır.” (Kindî, İlk Felsefe Üzerine (Kitâb fî’felsefiti’l-ûlâ”, İslâm Filozoflarından Felsefe Metinleri, çev. Mahmut Kaya, İstanbul, Litera Yayınevi, 2003:7-8)
Gazzâlî öğretinin kurucu düşünürü Fârâbî’de Varlık kavramını zatı açısından var olmak için başkasına muhtaç olmayan Vacibu’l-Vucud yani zorunlu varlık ve böyle bir zorunluluk bulundurmayan mümkün varlık; yani dış dünya olarak inceler. Varlığının ilk sebebi, varlıkların en üstünü ve her türlü eksikliklerden münezzeh olan İlk Mevcud yani Tanrı’dır. Burada bilginin hem ontolojik boyutu; hem de kozmolojik boyutuna vurgu vardır. Ontolojik boyut derken bütün evrenin varoluş sebebin temelde Allah’ın bilgisi olmasıdır.
Daha önceki yazılarda bahsedilen sudur öğretisiyle dönemin astronomi teorisine göre, Tanrı-evren irtibatının nasıl olduğunu açıklamıştır. On akıl teorisi ile ay üstü ve ay altı âlemin yani “çok”un izahı, son tahlilde Bir Varlığın bilgisi çerçevesinde olur. Kozmolojik yön, değişmeyen ay üstü âlem ile birlikte değişen ay altı âlemdeki ilişkileri “mevcud” kavramı altında inceler. Neticede Farâbî, metafiziğin konusu varlık/mevcut olmak bakımından varlığı incelemek yani Mutlak Varlık’ı anlamaktır, der.
Yukarıda bahsettiğim varlık teolojisi hakkında ise kelam disiplininin tikel ilimlerden herhangi biri altına girmeyen maddeden ayrı mevcudatın bilhassa bütün varlıkların ortak ilkesi olan Tanrı’nın incelenmesi olduğunu söyleyebiliriz.
İbn Sînâ’nın ifadesiyle söyleyecek olursak, felsefe, Hakkın ve Hayrın (İyi, güzel, Adil) bilgisine ulaşmaktır. Bu nedenle “Sanatların Sanatı” veya sanatların en üstünü olan felsefenin “insanın kendini bilmesini sağlayan bilgileri vermesi, gücü yettiğince onun fiillerine benzer davranışlarda bulunmaya çalışması gerekir. Burada hikmetlerin hikmeti olan felsefe ile Metafizik alana işaret edilmektedir. Çünkü “Her Hakikat’in ilk sebebi olan ilk Hakk’ın bilgisi”dir . Peki bu nasıl elde edilecek denilirse, İbn Sînâ’ya göre metafizik, temelde “teoloji” olup, Tanrı’ya, müfarık/ayrık akıl ve nefislere dair incelemedir. İbn Sînâ, Şifâ’nin “Metafizik” bölümünün ilk dört faslında bu ilmin konusunu ve meselelerini ayrıntılı olarak tartışır. Metafizik, burada da ilk felsefe ve “mutlak hikmet” olarak ifade edilir. “Varlık” ve “şey” arasında bir ayrım yaparak her yaratılmışta mahiyet varlıktan ayrı olduğundan İlk, o yaratılmış şeyin varlığıyla ilişkide onun fail sebebi, onun “şey” olmasıyla ilişkisi açısından ise gaye sebebidir.
Sonuç olarak, bir tarafta “Metafizik, Boş Gevezelik ve Boşboğazlıktır” deniliyor, Müslüman filozoflarin ise “Hikmetlerin Hikmeti” görmeleri var. Bunu da bir sonraki yazıda “Metafiziği Boş Gevezelik ve Boşboğazlık Olarak Görmenin Temeli Var mı?” sorusu bağlamında inceleyelim, sizi daha fazla sıkmadan kıymetli okurum.