Kut’lu olsun yeni gün, yeni yıl ve yeni umutların simgesi haline gelen Nevruz bayramımız. Ramazan ayının bütün kardeş toplumlara esenlik ve barış getirmeye vesile olsun.
Fakülte öğrenciliğim sırasında yoğun olarak tartışılan bu kavramlar üzerindeki kargaşanın hala devam ettiğinin göstergesi bu soru aslında. “Yetkin Düşünce” adlı dergiyi çıkartan arkadaşlar bir seri soru yönelttiler. Hazırladığım cevabın uzun olduğunu söyleyerek kısaltmamı istediler, o sıralar yurtdışında olduğum için bunun mümkün olmadığını, editör olarak meramımı zedelemeyecek şekilde gerekli gördüğünüz redaksiyonları yapabilirsiniz demiştim. 2022 yılının Güz dönemi (Yetkin Düşünce, 5/20, 2022) için göndermiştim cevaplarımı, Mart ayında basıldığını öğrendim. Özgün metni, Bir Nefes Felsefe bağlamında sizle paylaşayım, zaten bu serinin ilki de bu kavramsallaşma ve Doğan Özlem hocaya özlem şeklinde çıkmıştı, hatırlarsanız.
Üniversite öğrenciliğim ve asistanlığım döneminde bu kavramları yoğun bir şekilde tartışıyorduk. Tarihsellik evrenselliğin karşıtı mıdır yoksa mitolojik olanın mı, derken mitolojiden ne kast ettiğinizi anlamadım. Çünkü Hakikatin felsefi dilde sunumunda kategorik ayrımlar bağlamında söyleyecek olursak, Batı felsefesinin mitolojik unsurlara, Doğu felsefesinin efsanelere, destanlara, Kur’an’ın ise kıssalara başvurduğu görülür.
- Mitoloji, Kıssa: Öncekilerin Söylenceleri mi?
Sorudan da anlaşıldığı üzere 1990 yıllarda yoğun olarak tartışılan kavramlar üzerindeki kargaşa hala devam ediyor gibi. Onun için mitolojik dediğiniz nedir, esatiru’l-evvelin yani öncekilerin söylenceleri midir, yoksa hakikatin sunumunda yöntemlerden birisi midir? İbn Rüşd üzerinden söylersek, insanların bazılarına burhani bilgi yani çelişiğini düşünmenin imkânsız olduğu çıkarımlar, bazılarına diyalektik/cedel, bazılarına da retorik/hitabet/belagatle ulaşırsınız. İnsanların aklının yettiğince konuşun (kellimu’n-nase ala kadari’l-ukulihim) bunları karşıt olarak mı göreceğiz, yoksa neyi nerede ve nasıl anlatabiliriz üzerine yöntem tercihi mi diye sormak gerek.
Kindi, bu husus üzerinde durur ve incelenilen alan üzerindeki hataların önemli bir kısmının yöntem tercihindeki tutarsızlıktan kaynaklandığını söyler. Üstelik tarihsellik ve evrensellik karşıt mıdır, sorusunun hala soruluyor olması, aslında bir arpa boyu yol alamadığımızın işaretidir.
Mesela, geçenlerde staja gittim. Öğrencimiz Hz. İbrahim ve İsmail üzerinden kurban bahsini işliyordu, resmi kanalda gösterilmiş bir video da gösterdi, orada kurban meselesinin önceki inanç yapılarında da olduğunu, maksadın burada Tanrı’ya yaklaşmak, onun rızasını kazanmak için yapılan bir ibadet şekli olarak sunulduğunu genel olarak belirttim. Ama fakültede sınıfta, Hz. İsmail’in yerinde sen olsaydın aynısını diyebilir miydin diye sordum. Sınıfta bir anne vardı, siz her sene bir çocuğunuzu mu kurban edecektiniz diye ona yönelttim müzakereyi. Kurban namazları öncesindeki vaazlarda bu söylemin tekrar edildiğini ve mescide getirilen küçük çocukların haleti ruhiyesini ne olacağını bir düşünün diye sorulara devam ettim. Akrep yöntemini hatırlatarak nitelikli bir inançsız yetiştirmek istiyorsunuz sürekli Tanrı ile korkutun, sözünü hatırlattım.
- Korku ve Titreme: İman Sınavı
Felsefesiz ilahiyat tasavvurunun uzun süre gündemde olmasıyla çevremizdeki Şii-Selefi çatışmaları, Taliban’ın Sünni iddiasıyla ortaya koyduğu tasavvurların ortaya çıkardığı risklere işaret edip, Soren Kierkegaard’ın Korku ve Titreme eserini önerdim. Çünkü kaygı ortak ve burada Hz. İbrahim’in yaşadığı “ iman sınavı”na dikkat çekilmektedir. Diğer bir ifadeyle Hz. İbrahim’in çektikleri, yaşadığı ıstırabın mahiyeti, döneminin sosyal değerlerine olan gönderme yapılmasının yanı sıra kendi toplumundan ve sosyal usullerinden çok radikal bir biçimde kopardığın hususu üzerinde düşünmek önemlidir. Buradaki temel tartışma, bize göre, bir peygamberin yaşadığı ıstırabın doğasına odaklanmamızdır.
İman kavramını güncellemek, iman sınavından geçen İbrahim gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak üzerine olduğunu söyleyen bir hoca, öğretmen veya vaiz duydunuz mu? Kıssa şeklinde anlatılan tarihsel bir sunumu, çocuğun boğazına bıçak dayayıp, kesmediği üzerine tarihsici bir şekilde sunarsanız, baba ve peygamber üzerinden yapılan iman sınavını, çocuğa taşırsanız, onun yerine kendinizi koyun bakalım ne olacak, demiştim.
Evren diğer inanç öğretilerinde de olan kurban’ın evrensel/kuşatıcı bir yorumundan bahsedeceksiniz o zaman “okumak şart” repliğine gönderme yapıp, “felsefe şart” diye diye de tebessüm ettiren bir cümle ile konuşmayı bitirmiştim.
- Tarihsellik; Tarihsicilik ve Evrenselcilik Üzerinden Okunabilir mi?
Tarihsellik ve tarihsicilik ile evrensellik kavramları bağlamında benzer bir durumu salt felsefe üzerinden vereyim: Tanrı-evren-insan irtibatını Müslüman filozoflardan Farabi ve İbn Sina sudur/feyz öğretisi üzerinden açıklamıştır, malumunuz. Her âlimin, döneminin şartları bağlamında bu soruya bir açıklama getirmesi şart, bizimkiler de (Meşşâî filozoflar) ilimler tasnifi yapıp, evrenin nasıl yaratıldığına dair açıklamaların pozitif ilimler, niçin yaratıldığını anlamanın ise ilahiyat/felsefe ile olacağını söyler.
Yaratmayı sudur öğretisiyle dönemin Batlamyus teorisi bağlamında ay altı ve ay üstü alem irtibatını anlatırlar. Daha sonra Kopernik, Newton, Einstein evren tasavvurlarına göre düşündüğünüzde bu sunum tarihseldir, onu bugüne taşımak tarihsiciliktir ve tutarlı değildir. Fakat sudur öğretisinin kötülük sorunu bağlamında okunma ihtimalinin ve evrendeki iyilik, güzellik, adalet yoksunluklarının açıklanmasında hala geçerli olduğunu düşünüyorum. Eğer evrensellik veya kuşatıcılıktan kasıt buysa bir şey diyemem.
Filozofların açıklamasını malumunuz Gazzali, tekfir ile suçlamış, onların sudur tasavvurunu yaratıcılık karşıtı gibi sunmuştur. Özellikle İhlas süresi tefsiri yazan özdeşlik, çelişmezlik ve 3. Halin imkansızlığına dikkat eden bir âlim olarak mantıksal tutarlılığa son derece dikkat eden İbn Sina’nın bile ilk öncülüğü yani Tanrı’nın yaratıcılığını reddettiğini söylemiştir. Aslında Gazzâlî’nin filozofların öğretilerinin nerede yanıldığını ve neden yanlış olduğunu kanıtlama gereği duymadığını, aslında ona göre bunların mutlak yanlış olmaları da gerekmediğini, kanıtlanmamış olmalarını yeterli gördüğünü vurgulayalım.
Filozofların bazı öğretilerinin doğruluğunu çürütmeye giriştiğinde bile onların yanlış olduğunu göstermeye gerek duymaz. Yalnızca söz konusu öğretilerin kanıtlanmamış ve vahyin zahiri beyanına aykırı olduklarını göstermeye çalışır. Tefsir ve tevil kavramları arasındaki farka dikkat ederek söyleyecek olursak, aslında bu yorumu yanlışlayamayacağını kendisi biliyor, ama konuyu Tanrı’nın iradesi meselesine çekerek ötekileştirmeyi fıkıh alana taşıyarak tekfirini can, mal, çoluk ve çocuklarını da kapsayacak şekle dönüştürmekte bir sakınca görmüyor.
İşte burada Gazzali’nin belirli bir tarihsel ortamda üretilen karşı yorumunu günümüze taşımak tarihsiciliktir. O dönemin evren tasavvuruna dikkat edip, feyz/sudur öğretisinin İşrakilikte nur, Ekberi gelenekte tecelli kavramlarına dönüştüğünü söylemek bu okumaların farklı tarihsellikler içerdiğini gösterir. İlaveten kötülük dediğiniz şey iyi’nin yokluğudur, Hakkın ve hayrın bilgisinin gereğinin yapılmamasıdır derseniz o zaman o tarihsel yorumun hala tutarlılıkla savunulacak kuşatıcı/evrensel boyutu olduğunu söylemek de mümkün. Neyse bu hamur çok su götürür, haftaya devam edelim.