Bir Öğrencisinin Gözüyle Semih Hoca

Türkiyat sahasında kalıcı eserler bırakan, çok değerli öğrenciler yetiştiren “hocaların hocası” Prof.Dr. Semih TEZCAN’ ı yakın zaman önce ebedî âleme uğurladık. Öğrencisi Dr. Abdullah BAĞDEMİR, Semih TEZCAN Hocayı anlattı...

*****

Dr. Abdullah BAĞDEMİR[i]

 

Semih Hoca ile ilk karşılaşma

Semih Hoca ile ilk karşılaşmam Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenci iken 1982­1983 öğretim yılında, ikinci sınıfta Eski Türkçe dersimize gelmesi ile oldu. Semih Hoca güz döneminde Köktürkçe, bahar döneminde ise Uygurca dersimize girecekti.

Semih Hoca sınıf kürsüsünde

İlk dersimize geldiğinde, karşımızda orta boylu, biraz topluca, serbest giyinmiş, bilgiyle dolu bir hoca bulduk. Yüz ifadesi samimi, insana değer veren, konuştuklarından emin ve kendine güvenen bir tavrı vardı. Dersi anlatmaya başladığında ise kişiliğinin özellikleri daha net ortaya çıkıyordu. Kendinden emin tavrı ve tatlı bir ses tonuyla “Köktürkler hakkında şunları söyleyebiliriz… Orhun Yazıtları İkinci Doğu Türk Kağanlığı döneminde (682-744) dikilmiş anıtlardır. Bu konuda yazılmış yerli kaynaklar şunlar, yabancı kaynaklar şunlardır. Bu bilgilerden şu sonuçlar çıkıyo…” Bu ifadelerden titiz bir bilim adamının karşısında olduğumuzu anlıyor ve ona saygı duymaya başlıyoruz.

Daha sonraki derslerde metin çözümlemesi başladı. Költegin Yazıtı güney yüzü “. Tengri teg Tengride bolmış Türk Bilge Kağan, bu üdke olurtum. Sabımın tüketi eşidgil…” Semih Hoca yumuşak bir ses tonuyla, “Bu cümle şu anlama geliyo…, bu sözcük şu demek., burada ses değişmesi oluyo., iki sözcük böyle birleşiyo., sonra da bu eki alıyo.” gibi şimdiki zaman ekindeki r’yi düşürerek ve yavaş yavaş konuşarak dersi anlatıyordu. Köktürkçe metni anlatırken en küçük bir ayrıntıyı bile atlamıyor, deyim yerindeyse, anlattığı konuyu bir kuyumcu titizliğiyle işliyordu.

Köktürkçedeki bir sözcüğü ya da gramatikal bir yapıyı Uygurcada aldığı şekliyle karşılaştırıyor, oradan Karahanlıcaya uzanıp sözcüğü bu dönemdeki şekliyle de değerlendiriyor; arkasından Eski Anadolu Türkçesi dönemindeki şeklini de gözden geçirip Türkiye Türkçesine getiriyordu. Acaba öğrenciden bir soru gelir mi diye ara sıra sınıfın gözüne baktığı oluyordu. Bu bakıştan Hoca’nın sınıfta bilimsel bir tartışma yapabilir miyiz? gibi bir tavrı olduğu seziliyordu. Tabii Semih Hoca konuyu öylesine açık seçik anlatıyordu ki öğrenciler pek de soru sorma ihtiyacı duymuyorlardı.

Bu arada konuyla ilgili olarak yerli ve yabancı bilim adamlarının düşüncelerini aktarıp “Bu görüş artık eskidi…” veya “bu alanın temel kitaplarından olan Hüseyin Namık Orkun’un ‘Eski Türk Yazıtları’ adlı eseri yaklaşık 40 yıl önce yayımlanmış olsa da hâlâ bilimsel olarak ondan yararlanıyoruz. Bunun dışında şu eserlerden de yararlanılabilir., bu açıklama doğru değil., bu açıklama şu yanıyla doğru, şöyle açıklansa daha yerinde olur.” gibi kesin ifadelerle konusuna ne kadar hâkim olduğunu bize gösteriyordu. Arada çözümlenmeyen sözcük ve öğeler geldiğinde ise “Bununla ilgili şu açıklamalar yapılmış ama bunların hiçbirisi tatmin edici değil, onun için bu, çözümlenmeyi bekleyen bir konu olarak karşımızda duruyor.” diyerek soruna nasıl yaklaşılması gerektiğini gösteriyor, bu sorunda şunun yanıtını alamıyoruz.” gibi açıklamalarla beklentisinin ne ya da neler olabileceğini söylüyordu. Bu ifadelerden beklenti düzeyi yüksek bir bilim adamının karşısında olduğumuzu anlıyor ve karşısında konuşmaktan çekiniyorduk.

Semih Hoca’nın kişiliğinde bilimsel anlayışını yansıtan şu özelliği de görüyoruz. Sınav kâğıtlarını değerlendirirken bilgi eksikliğinden değil, bilgi yanlışlarından daha çok not kırıyordu. Yalnızca bildiğini yaz, bilmiyorsan belki tutar diye yanlış şeyler yazma! gibi bir yaklaşım sergiliyordu.

O günlerde hem bölüm başkanı hem de Türk dili tarihi dersi hocamız olan Prof. Hasan Eren’in dersinde bulunuyorduk. Köktürkçeyle ilgili bir konu konuşuluyordu. Sınıftan bir arkadaş “Bu konuda Semih Hoca şöyle diyor” dediğinde Hasan Eren, “Artık onun kulağına yetişemiyoruz” demişti. Bu ifadeden hocalarının gözünde de Semih Hoca’nın alanında ciddiye alınan, söylediğine önem verilen, iyi bir bilim adamı olduğu sonucu çıkıyordu.

 

 

Eleştirmen Semih Hoca

Sırası gelmişken Semih Hoca’nın önemli bir yanına, eleştirel yanına değinmek gerekir. Kendi uzmanlık alanıyla ilgili yeni yayınlanmış bir yazıyı dikkatlice okuduktan sonra “Evet iyi bir yazı…” deyip, niçin iyi bulduğunu açıklar, beğenmediği bir yazı çıktığında ise, biraz duraksar, düşünür “Bu yazıyı yazan şunu göz ardı etmiş, bunun şu tarafı da var, böyle yaklaşılırsa, buraya varılır, şöyle yaklaşılması gerekirdi.” biçiminde eleştirilerle başlayıp bilinmesi, öğrenilmesi gerekenleri sayıp dökerdi. Onun bilimsel düzeyinin yüksekliği, birçok eleştiri yazısı yazmasına yol açmıştır. Kanımca bu yazılar, Türkolojinin düzeyini yükseltmiştir ve yükseltecektir. Semih Hoca eleştirilerinde her zaman belli bir düzeyi korumuştur.

Bu tavrı “Kutadgu Bilig Dizini Üzerine” yazıdığı o meşhur eleştiri yazısında da görülür. Bu alanda çalışanlar onun eleştirilerinin hemen hemen hepsinde haklı olduğunu teslim etmişlerdir.

Bu arada tanık olduğum bir olayı da burada anlatmalıyım. Bir genç araştırmacı bir eser yayımlamış. Fakat çok yanlış var. Ben, “Hocam bir eleştiri yazı yazın,” dediğimde “Hayır! Onun başka iyi yazıları var. Şevkini kırmayalım, onun yerine aynı eseri yeniden çalışıp yayımlamak gerekir,” demişti. Buradan Semih Hoca’nın asıl amacının üzüm yemek olduğu ortaya çıkmaktadır.

2001 yılında, Gazimagusa’daki Doğu Akdeniz Üniversitesinde uluslararası bir Evliya Çelebi sempozyumu yapılmış, biz de bölüm olarak katılmıştık. Konuşmacılar platformda bir masanın etrafında oturmuşlar, sırayla konuşuyorlardı. Hollanda’dan gelen konuk Prof. Hendrik Boeschoten, konuşmasını Türkçe yapıyor, ama yavaş yavaş konuşuyordu. Öteki konuşmacılardan biri bekleyemedi, Boeschoten’in bitirmediği cümleyi ağzından kapıp hızlı bir şekilde tamamladı. Oturum bitince Semih Hoca’nın üzüldüğünü ve bu sabırsız arkadaşa kızdığını gördük: “O çalışmış dilimizi öğrenmiş, yavaş yavaş da olsa Türkçe konuşuyor. Sen de biraz sabırlı olup cümlesini tamamlamasına müsaade et!” diye tepki göstermişti.

Aynı toplantıda konuşmasının bir yerinde kaynaklarda, özellikle Osmanlıca sözlüklerde “Oğuz” sözcüğünün Arap harfli metinlerin bir özelliği olarak yanlış okumayla “öğüz veya öküz” şeklinde okunduğunu ve bu şekle sokulduğunu örneklerle göstermiş, anlamın takip edilmesi hâlinde bunun “Oğuz” olduğunun açıkça görüleceğini söylemişti.

Yine Kıbrıs’ta Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olarak yemekli bir toplantıya katılmıştık. Orada yüksek sesle canlı müzik çalıyordu. Yemeği yedikten sonra Semih Hoca’nın “Abdullah kalkalım, bu gürültüde oturulmaz” diye aceleyle dışarı çıktığına tanık olmuştum.

Dil Devrimi’ne bağlı bir bilim adamı

Türk diline büyük bir sevgiyle bağlı olan Semih Tezcan, 1983’e kadar Türk Dil Kurumu yönetiminde bulunmuş, bu çalışmaların sonucu olarak birtakım eserler de yazmıştır. Yaşamının her döneminde dil devrimini savunmuş, tavrında en küçük bir değişiklik yapmadan Türkçe tutkusunu bugüne değin sürdürmüştür. Geçmişte zaman zaman bu tavrından dolayı birtakım haksızlıklara uğramış olsa da hiçbir baskıya asla boyun eğmemiş, doğru bildiği yolda azimle ilerlemiştir. Bu tutumu, bilim adamı olarak Semih Tezcan’ın karşısına çıkan her türlü zorluğa göğüs geren, hak bellediği yolda yalnız başına bile yürüyebilen yaratılışını açıkça göstermektedir. Kendisinin de bir derste söylediği gibi Tevfik Fikret’in şu sözünü hayat düsturu edinmiştir: “Güzel düşün, iyi hisset, yanılma aldanma! Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma!”

Arkadaş Semih Hoca

Semih Hoca’nın kişiliği beni hep etkilemiştir. 2001 yılında geçici görevle gittiğim Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz Üniversitesinde bir yıl çalıştım. Semih Hoca’nın eşi Nuran Tezcan da orada öğretim üyesi olarak çalışıyordu. Öğrencilik yıllarımda DTCF’de Nuran Hoca da derslerimize girmişti. Dolayısıyla daha Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden tanışıklığımız vardı. O zamanlar Semih Tezcan Almanya’da Bamberg Üniversitesinde çalışıyor fırsat buldukça da Kıbrıs’a eşinin yanına geliyordu. Böylece Semih Hoca’yla çalışma ofislerinde, yemekhanelerde sohbet etme olanağı buluyorduk. Kimi zanman üniversite dışında da görüşme fırsatı bulduk. Bütün bu birlikteliklerde tavrı hep arkadaşçaydı. Hatta ben Türkoloji ile ilgili bilemediğim konularda sorular sorduğumda o, sıkılmadan tek tek yanıt verirdi, konuyu açıkça anlatırdı. Bu arada Türkiye’de kitapçılarda bulunmayan, ancak Almanya’dan getirtilebilen 1959 yılında UNESCO’nun desteğiyle yayınlanmış olan Philologiae Turcicae Fundamenta (“Türk filologyasının temel kitabı”) başlıklı dil ve edebiyat ciltlerini ve Marcel Erdal’ın Old Turkic Word Formation başlıklı iki ciltlik eserini getirmesini rica ettiğimde, bana “Fundamenta’nın yeni çıkan tarih cildini de istiyor musun?” diye sormuş ve bu kitapları bir sonraki gelişinde getirebileceğini söylemişti. Gerçekten bir kaç ay sonra bu ağır kitapları yanına alıp getirmişti. Ayrıca yazdığı elektronik iletilerde bana hep “Kardeşim Abdullah” diye hitap etti. Daha sonraki dönemlerde Türkiye’ye geldikten sonra Denizli’ye gelip Pamukkale Üniversitesinde konferans da verdi. Her yıl Güllük’teki yazlığına giderken beni telefonla arar, “Nuran Hoca’yla bir çayını içmek istiyoruz Abdullah” der. Yaz aylarında Pamukkale Üniversitesi sosyal tesislerinde Semih Hoca’yla ve eşi Nuran Hoca’yla bir masanın etrafında görüşme fırsatı buluruz.

 

 

Öğrenme isteğiyle dolu bir hoca

Almanya’dan emekli olmuş ve Türkiye’ye geldikten sonra Bilkent Üniversitesinde çalışmaya başlamıştı. Bana elektronik mesaj yazarak Muğla ağzıyla ilgili olarak okumakta tereddüt ettiği birkaç sözcüğü göndererek “Bunları okuyabilir misin?” diye sormuştu. Fakat Muğla ağzıyla ilgili benim hiç bilgim yoktu, Muğla’da da bulunmamıştım ve Semih Hoca’ya yardımcı olamadım. Yine de bana ikinci bir ileti göndererek gösterdiğim ilgi için teşekkür etti.

Bir defasında da Denizli’ye geldiğinde bana “Abdullah,” dedi “İstanbul Üniversitesinde öteden beri ‘lehçe’ karşılığı ‘şîve’ kullanılıyor, ‘şîve’ sözünün bu anlamı nereden kaynaklanıyor, kullanım yeri ve sınırı nedir?” Elbette kendisi bu sorunun yanıtını biliyordu, ama, onun bildiğinin ötesinde benim bir şey bilip bilmediğimi, bulup bulamayacağımı öğrenmek istiyordu. Ben bu sorunun yanıtını bilmediğim için ilgisiz bir yanıt vermiştim. Yıllar sonra bu armağandaki yazımla bu soruya gecikmiş de olsa bir yanıt vermeye çalıştım.

Semih Hoca’m, sağlıklı bir yaşamla bizi hem hoca hem arkadaş olarak aydınlatmaya devam et. Saygı ve şükran duygularıyla…

——————————————————————-

Kaynak:

AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Semih TEZCAN’a Armağan, Cilt:13, Yıl: 13, 13:23-27

————————–

[i] Yrd. Doç. Dr. Pamukkale Üniversitesi, [email protected]

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen