Aydınlanma filozofu Immanuel Kant’a göre aydınlanma [Aufklärung], insanın kendi suçu [Selbstverschuldet] ile düşmüş olduğu bir ergin olmama [Unmündigkeit] durumundan kurtulmasıdır.
Yine Kant’a göre, insanların çoğu, -tembellik ve korkaklıkları nedeniyle- bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar.
Ülkemizdeki tabloya Kant’ın gözleriyle baktığımızda, toplumumuzun mühim bir kısmının (sadece iktidar seçmeninden bahsetmiyorum, muhalifleri de içine katarak söylüyorum), Kant’ın tarif ettiği gibi sürekli himayeye (korunmaya, kollanmaya) ve bir vasi tarafından beslenmeye ihtiyaç duyan, erginleşememiş, küçük çocuklara benzediğini görüyoruz.
*****
Salih Cenap BAYDAR
Cevap aradığımız soru şu:
İktidar 2023 seçimlerine 21 yılın yorgunluğuyla, müthiş bir hayat pahalılığıyla, can yakıcı bir enflasyonla, kiralık/satılık konut bulunamaması sorunuyla, göçmenler meselesiyle, sayısız yolsuzluk iddiasıyla, orman yangını, pandemi, deprem gibi doğal afetleri iyi yönetememiş olmanın sorumluluğuyla girmesine rağmen çok yüksek bir oy aldı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen iktidarın halktan gördüğü teveccühü nasıl izah edebiliriz?
Seçimden kısa süre önce de, bu konuda benzer bir analiz yapmaya çalışmıştım. Bu analizlerin pek alıngan, ve olabildiğince kutuplaştırılmış bir toplumda serinkanlı bir şekilde okunup değerlendirilmesinin bir hayal olduğunun farkındayım. Yine de maksadımın toplumun herhangi bir kesimini aşağılamak falan olmadığını, sadece olan bitene makul bir açıklama geliştirmek olduğunu bir kez daha tekrarlamış olayım.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Seçim neticelerine bakarak topluma var olmayan bir bilgelik/erdem atfeden yorumlara itibar etmiyorum. İnsanın, toplum kendi tercih ettiği yönde gidince bu tür illüzyonlara kapılması çok doğal ama toplumun istikametini belirleyen vektörel kuvvetler arasında erdem, irfan vs. en son sırada geliyor ve çoğu kez ihmal edilebilecek kadar küçük bir etkiye sahip.
Peki, nedir olan bitenin izahı?
Sadece bu son seçimden sonra önümüze çıkan tabloyu değil, ülkemizde son iki asırda tebellür eden iktidar-halk ilişkisini baba-çocuk eksenli bir okumayla izah edebileceğimizi düşünüyorum.
Aydınlanma filozofu Immanuel Kant’a göre aydınlanma [Aufklärung], insanın kendi suçu [Selbstverschuldet] ile düşmüş olduğu bir ergin olmama [Unmündigkeit] durumundan kurtulmasıdır.
Yine Kant’a göre, insanların çoğu, -tembellik ve korkaklıkları nedeniyle- bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar.
Ülkemizdeki tabloya Kant’ın gözleriyle baktığımızda, toplumumuzun mühim bir kısmının (sadece iktidar seçmeninden bahsetmiyorum, muhalifleri de içine katarak söylüyorum), Kant’ın tarif ettiği gibi sürekli himayeye (korunmaya, kollanmaya) ve bir vasi tarafından beslenmeye ihtiyaç duyan, erginleşememiş, küçük çocuklara benzediğini görüyoruz.
Sosyolojik gözlemim şu: Ortalama vatandaşımız kendisini hayat karşısında küçük çocuklar gibi aciz ve güvensiz hissediyor, yardım almadan, yalnız başına bir birey olarak asla bir varlık gösteremeyeceğini, hatta hayatta kalamayacağını düşünüyor.
Bu yüzden insanlarımız önce etraflarındaki en güçlü dini figürlerden başlayarak kendilerine bir “baba” seçip onun kanatları altında toplanıyorlar.
Herhangi bir tahkir ve tezyif niyeti taşımadığımı, analizimin toplumun bir kısmına değil tümüne yönelik olduğunu burada bir kez daha vurgulamak isterim.
Ülkemiz uzun asırlardır bir “babalar” ülkesi!
İnsanlar ilk önce yakın çevrelerindeki baskın ve popüler dini figürleri kendilerine “baba” ediniyorlar.
Ülkemizin her bölgesinde “baba” diye çağrılan, ölümlerinden sonra bile hürmet görmeye devam eden o kadar çok dini önder türbesi var ki!
Hızlıca yapılan bir araştırma bile “baba” sıfatı taşıyan “evliyaların” kabarık listesine dair bir fikir veriyor:
Dumlu Baba (Erzurum), Ethem Baba (Erzurum), Maran Baba (Erzurum), Horasan Baba (Erzurum), Pir Ali Baba (Erzurum), Rasim Baba (Erzurum), Habip Baba (Erzurum), Yağan Baba (Erzurum), Sümmani Baba (Erzurum), Nazilli Baba (Erzurum), Hasan Baba (Erzurum), Hamdi Baba (Bolu), Şeyh Muhlis Baba (Bilecik), Baba Nimeti (Konya), Yuh Baba (Konya), Akyazılı Sultan Baba (Bulgaristan), Kum Baba (Çorum), Diri Baba (Azerbaycan), Yakup Baba (Muğla), Samud Baba (İzmir), Demir Baba (Bulgaristan), Abalı Baba (Ankara), Aydul Baba (Ankara), Tuz Baba (İstanbul), Koç Baba (Kastamonu), Nusret Baba (Edirne), Kaplan Baba (Edirne), Gül Baba (Ankara), Hasan Baba (Safranbolu), Ergüllü Baba (Safranbolu), Geyikli Baba (Bursa), Somuncu Baba (Aksaray), Yusuf Hakiki Baba (Aksaray), Külhani Ali Baba (Aksaray), Bayram Baba (Aksaray), Hamza Baba (Aksaray), Kemal Baba (Aksaray), Uzun Baba (Aksaray), Kasım Baba (Mersin), Haydar Baba (Antalya), Koçali Baba (Urfa), Seyit Veli Baba (Isparta), Büklü Baba (Karaman), Sultan Sarı Baba (Denizli), Celal Baba (Kars), Keserci Baba (İstanbul), Koca Vaiz Baba (Malatya), Aydın Baba (Gaziantep), Kara Baba (Gaziantep), Sümbüllü Baba (Tokat), Ali Baba (İzmir), Kurt Baba (İzmir), Çağırgan Baba (Gümüşhane), Gizlice Baba (Eskişehir), Kazancı/Kaçkancı Baba (Ankara), Gül Baba (Ankara), Haçkalı Mustafa Baba (Trabzon), Bostancı Baba (Kayseri), Koçu Baba (Kırıkkale), İğneci Baba (Amasya), Telli Baba (Edirne), Eskici Baba (Edirne), Koca Baba (Yalova), Emir Baba (Çanakkale), Abdal Musa Baba (Bursa), Ekmekçi Baba (İstanbul), Tezveren Baba (İstanbul), Arap Baba (İstanbul), Gül Baba (İstanbul), Yatır Baba (İstanbul), Baba Haydar Semerkandi (İstanbul), Alemdar Baba (İstanbul), Sefer Baba (İstanbul), İskender Baba (İstanbul), Zakir Baba Bursa, Haydar Baba (Kırıkkale), Liman Baba (Kırklareli), Terzi Baba (Erzincan), Kurt Baba (Edirne), Taşkent Baba (Edirne), Tütünsüz Baba (Edirne), Altıparmak Ahmet Baba (İstanbul), Haydar Baba (İstanbul), Oruç Baba (İstanbul), Laleli Baba (İstanbul), Derya Ali Baba (İstanbul), Yazıcı Baba (İstanbul), Turabi Baba (İstanbul), Evlice Baba (İstanbul), Gözcü Baba (İstanbul), Erikli Baba (İstanbul), Akbaba (İstanbul), Dolu Baba (Bursa), Tabakçı Baba (Edirne), Sofi İlyas Baba (Edirne), Hıdır Baba (Edirne), Helvacı Baba (İzmir), Hasan Baba (Balıkesir), Arap Baba (Elazığ), Fatih Ahmet Baba (Elazığ), Üryan Baba (Elazığ), Beşikli Baba (Elazığ), Baba Sultan (Çanakkale), Bayraklı Baba (Çanakkale), Kaşıklı Baba (Çanakkale), Baba Sultan (Kocaeli), Arap Baba (Niğde), Koyun Baba (Çorum), Babam Sultan (Sakarya), Hızır Baba (Amasya), Komutan Baba (Düzce), Sofracı baba (Malatya), Baba Sultan (Ankara), Karasi Baba (Balıkesir), Sultan Baba (Bitlis), Piri Baba (Amasya), Süt Baba (Manisa), Şirvanlı Baba (Amasya), Yıldız Baba (Karabük), Tavus Baba (Konya), Haki Baba (Manisa), Avdan Baba (Denizli), Deynekli Baba (Denizli), Sarı Gazak Baba (Denizli), Sultan Sarı Baba (Denizli), Müştak Baba (Muş), İsa Baba (Samsun), Sofu Baba (Van), Abdurrahman Baba (Van).
Sevilen sanatçıların bile derhal “baba” sıfatı aldıklarını görüyoruz: Müslüm Baba, Orhan Baba, Neşet Baba…
Güçlü siyasetçiler zaten otomatik olarak baba makamına oturtuluyorlar. Mesela Atatürk’ün evladı olmakla övünenleri, Süleyman Demirel’e “kurtar bizi baba” diye yalvaran kitleleri hatırlayalım.
Coğrafyamızda her daim en güçlü, en popüler “baba” figürü, en büyük güçleri avucunda toplayan devletin başındaki isim oluyor.
Kendisine fellik fellik, gölgesine sığınacağı güçlü kudretli bir baba (ya da babalar) arayan insanımızın son seçimdeki oy verme davranışı -daha önceki seçimlerde olduğu gibi- bahse konu “baba-çocuk eksenli hayat tasavvuruna” göre şekillendi.
Seçmenler babalarına karşı “dış güçlerin” arz ettiği söylenen bir tehdit karşısında konsolide oldular.
Çünkü babalarının kaybetmesini kendilerinin kaybetmesi gibi gördüler.
Başka partilere oy vererek dış güçlerle iş birliği yaptıklarına inandıkları “üvey kardeşlerine” karşı -babanın da kışkırtmasıyla- nefretle dolup taştılar.
Bugünkü babanın öz evlatları olarak en azından duygusal seviyede el üstünde tutulurken başka bir babanın üvey evladı olmaktan korktular.
Babalarının parlak silahlarıyla, yapılarıyla övündüler, babalarının kahramanlık hikâyeleriyle kendilerinden geçtiler. Hayatta bireysel olarak herhangi bir şey başaramayacak olmalarının verdiği yetersizlik ve acziyet hissini babalarının mega projelerini kendi başarıları gibi görerek bastırdılar.
Fakirlik, açlık vs. onları “babalarından” uzaklaştırmak yerine bilakis babalarına biraz daha sokulmaya teşvik etti.
Çünkü bu perspektiften bakıldığında, bir çocuğun yaşadığı fakirliğin sebebi olarak “babasına” tepki göstermesi nankörlüktü… Çok ayıptı…
Fedakâr cefakar babaya “neden bizim için yeterince kazanmıyorsun” denilir miydi?
Çocuklar, sevgili babalarının çabası, lütfu, himmeti olmasa hayatta kalma imkânları olmadığını düşünürler. Çoğu zaman da gerçekten öyledir. Az da olsa babalarının verdikleri ile yaşamaya mahkûmdurlar.
Bu “alternatifsizlik hissi” onları en güçlü olan babayı daha çok desteklemeye itti.
Deprem bölgesine ilk birkaç gün yönelen yardım dalgasının sürdürülebilmesi mümkün değildi. Ancak devlet güçlerinin sağlayabileceği destekler gerçek “babanın” kim olduğunu, beceriksizliğine kızsalar da hayatta kalmak için ona mahkûm olduklarını, daha iyi şartların ise o kudretli babayı daha çok memnun etmekten geçtiğini afetzedelere gösterdi.
Peki, onca yolsuzluk iddiaları, skandallar vs. neden etkili olmadı?
Bunu yine baba-çocuk ilişkisi ile açıklayabiliriz.
Bir “babanın” yaramazlıkları, kaçamakları, hovardalıkları çocuklar için bir şey ifade etmez…
Hangi küçük çocuk babasına hovardalıkları yüzünden rest çeker? Çekse ne işe yarar? Elde edeceği sıkı bir dayaktan öte ne olur? O yüzden çocukların yapabilecekleri en iyi şey bu rezillikleri görmezden gelmektir.
Henüz zihinsel ve duygusal bir olgunluğa erişmemiş, ekmeğini eline almamış çocuklar, babalarının gayrimeşru ilişkilerine görmezden gelmenin ötesinde bir tepki veremezken, babalarının düşmanlaştırdığı, öcüleştirildiği “ötekilere” yönelik adaletsizliğine, haksızlıklarına hiç karşı çıkamazlardı.
Başta söylediğim gibi, bu sadece iktidar seçmenine mahsus bir davranış kalıbı değil!
Şu an muhalefetin kompozisyonunu incelediğimizde mevcut babanın gadrine uğramış, dayağını yemiş, babadan ümidini kesmiş başka “çocuklar” görüyoruz. Yani muhalifler de yüksek bir bilinç ve ahlak sahibi oldukları için değil, üvey evlat muamelesi gördükleri ve başka çareleri olmadığı için muhalefet yapıyorlar.
Millet ittifakının başarısızlığının temel sebebi, senelerdir koltuğunu muhafaza eden güçlü baba figürünün karşısına ondan daha güçlü, daha adil, daha ahlaklı, daha müşfik, daha kendinden emin bir baba figürü yerine, ne yapacağını iyi bilen, mahir, eğitimli, akıllı bir teknokrat/bürokrat figürü olarak çıkarmalarının seçilmelerine yeteceğini düşünmeleri oldu.
Kitleler, güçlü-kuvvetli, gerektiğinde kanunları da esneterek kendilerine haksız avantajlar sağlayan, olmayacak işleri mümkün kılan ve tüm bunları yapabildiğini defalarca ispatlamış olan bir babanın evladı olmayı daha makul buldular.
Seçimde milliyetçiliğin en güçlü ve yaygın ideoloji olarak öne çıktığı görülüyor ama ben bunun da bizi yanıltmaması gerektiğini düşünüyorum. Milliyetçilik kitleler milliyetçiliği içselleştirdikleri için falan değil, “babanın” ideolojisi olduğu için öne çıkıyor. Çocuklar babalarının onlara öğrettiği şarkıyı tekrar ediyorlar. Yarın baba ümmetçi ya da sosyalist olmaya karar verirse şarkıları değişecektir. Burada milliyetçilik bir asabiyet türü olarak kullanılan geçici bir araçtan ibaret.
Şimdi gelelim bu analizime gösterilen tepkilere vereceğim cevaplara…
En çok iktidar seçmenlerinden tepki aldım. “Bunu yazan kişi mutlaka muhalif olmalı, yazdıklarından, aradığını bulamadığı için bize hakaret ettiğini çıkarıyoruz” dediler. Halbuki bu analizin sadece iktidar seçmenini değil muhalif seçmenleri de kapsadığını açık açık yazmıştım.
İkinci olarak “içinden çıktığı halka yabancılaşmış.. Kendi halkını suçluyor, aşağılıyor, tahkir ediyor” dediler.
Her okumuş yazmış insanın, içinden çıktığı topluma biraz “yabancılaştığı” inkar edilemez bir hakikat. Analiz etmek, anlamak istediğiniz kitlenin dışına çıkmadan onun bir fotoğrafını/röntgenini çekemezsiniz.
Bu sizi uzaklaşmaya ve objektif olabilme/kalabilme adına değişik toplum kesimlerinin kabullerine eşit bir mesafe tutturmaya çalışmaya mecbur eder. Fakat bu kadar kutuplaştırılmış bir toplumda bir kesimle aranıza koyacağınız en ufak mesafe bile ister istemez sizi “öteki” yapıyor. Çünkü birisi “bizden” değilse “onlardandır” diye düşünüyor herkes: “Dost değilse düşmandır. Dost olması içinse tamamen bizim gibi düşünmesi gerekir…”
Bunlar yetişkin bireylerin rasyonel itirazlarından ziyade çocuksu ve duygusal itirazlar. O yüzden bu itirazları dile getirenler farkında olmadan tezimi desteklemiş oluyorlar.
Diğer bir tepki de seküler, Kemalist, sosyal demokrat arkadaşlarımdan geldi. “Sen muhalifler de böyle demişsin ama biz öyle değiliz, rasyonel ve ahlak sahibi bireyleriz” dediler.
Ülkemizde muhalefetin mühim bir ağırlığını oluşturan Kemalistlerin kendilerine baba olarak seçip benimsedikleri isim de Atatürk. Ölümünün üzerinden bu kadar yıl geçmesine rağmen “bugünün babasına” itiraz ederken “kendi babalarına” atıf yapmadan edemiyorlar. Eğer “kendi babalarının” yapıp ettiklerine karşı, onlardan bugüne kadar tek bir rasyonel veya ahlaki eleştiri işitmiş olsaydık belki bu itirazlarının geçerli olduğunu düşünebilirdik.
Hulasa, ülkemizde pek çok kimse, orta-uzun vadede putlaştırdığı güçlü bir baba figürünün, himayeye muhtaç çocukları gibi davranıyor. Kendilerini babanın öz evladı gibi hissedenler “babacı“, üvey evladı gibi hissedenler “muhalif” oluyor ve birbirlerine düşman gözüyle bakıyorlar. Çünkü baba, ülkenin sınırlı kaynakları “öz” evlatlarına, “üvey” evlatlarından daha çok tahsis ediyor. Has evlatlar sevilip okşanırken, üvey evlatlar babadan daha çok dayak yiyor.
Bu analize göre muhalefetin, Erdoğan gibi bir “baba” figürünün karşısına, çelebi, entelektüel, kibar, iyi eğitimli, çalışkan, başarılı ama sokaktaki hayat mücadelesinden bihaber, çıtkırıldım, hanım evladı bir lider veya liderler koalisyonu yerine, Erdoğan’dan daha “delikanlı“, daha “korkusuz“, daha “âdil“, daha “müşfik“, daha “düzgün“, daha “ahlaklı“, kavgaya girmekten korkmayan, gözünü budaktan esirgemeyen bir başka “baba” figürü ile çıkmadıkça iktidarı elde etme şansı hep çok düşük olacakmış gibi görünüyor.
——————————–
Kaynak:
https://fikircografyasi.com/makale/bir-secmen-analizi-babalar-ve-cocuklari