Bir Şehir Münevveri: Yalçın Kitapçı

Sait EBİNÇ

Bir şehir münevveri olarak Yalçın Kitapçı’yı rahmetle yâd edip zikretmek onun muâzzez hatırasına karşı hürmet borcumuzdur. Onu ilk gördüğümde henüz on iki yaşında ortaokul talebesiydim. O kitap ve kırtasiye işinin yanında Milliyet Gazetesi’nin Van muhabirliğini yürüttüğü senelerdi. 1970’ li yılların ortalarıydı. Van’ın kurtuluş bayramlarında ve Cumhuriyet bayramlarında cadde boyunca sıralanmış tek katlı kerpiç dükkânların önünde boynunda fotoğraf makinesi olduğu halde kortej boyunca caddenin bir ucundan diğer ucuna fotoğraf çekmek için sürekli gidip gelen bir adam görürdüm. Meğer o Yalçın Kitapçı’ymış. Onunla ilk kez mülaki olmamız bir kitap vesilesiyle oldu. O yaşlarda isimlerine âşina olduğum, eserlerini bayıla bayıla okuduğum yazarlardan biri Peyami Safa’ydı. Peyami Safa’nın halk kütüphanesinde mevcut olan kitaplarını okumuş edebiyat ve estetik zevkini yavaş yavaş edinmeye başlamıştım. Fakat kitabın son kısımlarında yazarın bütün külliyat bilgisini edindiğim için diğer kitapları nerden temin edecektim? Ortaokulda iken bu okuma ameliyesinde farkında olmadan daha sonra çok faydasını göreceğim bir itiyat edinmiştim. Bir yazarın kitabını okumaktan şevk ve lezzet aldım mı o yazarın bütün kitaplarını eksiksiz bir biçimde okuma ve edinme alışkanlığını edinmiştim. Bu alışkanlık bana bir müellifi tanımak için sadece bir kitabı değil bütün kitaplarını okumak gerektiği gibi güzel bir alışkanlık kazandırmıştı. Bu alışkanlığın zihin dünyama açtığı en güzel ufuk fragmenter parçalı sığ bilgi yerine hadiselere ve olaylara bütün cepheleriyle bakabilme yeteneğiydi. Bu bütünsel okumalar bana geniş bir idrak ve istidat kazandırdı.

O yaşlarda isimlerine âşina olduğum ve eserlerini bayıla bayıla okuduğum yazarlardan bir diğeri Emine Işınsu, Sepetçioğlu, Kemal Tahirdi. O senelerde bu tür kitapları Yalçın Kitapçı’nın dükkânında satıldığını bir şekilde keşfetmiştim. O kitapları dükkânın raflarında görünce eski dostuna kavuşmuş bir insan kadar sevinmiştim. Kitapların kokusunu hissetmek parlak yeşil kapaklarına dokunmak şurasına burasına göz atmaktan büyük haz alırdım. Kitabı alır almaz koruma ve sahiplenme insiyakı ile aldığım kitapları evde naylonla kaplar özenle kitaplığıma yerleştirir günden güne artan kitap sayısı ile sermayesini her gün katlayan hasis bir tüccarın zenginlik hissine kapılırdım. Günden güne okudukça kitaplığımda sadece kitap sayısı birikmiyordu zihnimde ve dimağımda bir şeylerin de yığıldığını hissedebiliyordum. Birkaç hafta üst üste kırtasiyeye uğrayıp her defasında kitap aldığım için rahmetlinin dikkatini celb etmiş olmalı ki benim okuma merakıma vakıf olunca biraz daha ülfet hasıl olup bana daha samimi bir alaka gösterdi. Hangi okulda okuduğumu Van’da hangi aileye mensup olduğumu sordu. Onunla o seneler müşteri ilişkisinden öteye bir diyaloğum olmadı. Fakat uzun yıllar sonra Milli Kütüphane’de Yeni Yurt ve Van Sesi gazetesinin devlet nüshalarını incelerken bu kez Kitapçı ailesine daha geniş bir bilgiyle tevaffuk etmiştim. Cumhuriyetin ilk yıllarında “Van’da siyasal kültür ve davranış” üzerine bir makale yazıyordum. Milli Kütüphanede Yeni Yurt ve Van Sesi gazetelerinin kolleksiyonlarını tozun içinde incelemeye koyuldum okudukça merakımı celbeden o kadar güzel makale yazı haber içinde artık yazacağım makaleyi bir tarafa bırakıp Van’ın bütün tarihi benim için bir labaratuvar haline geldi. Rahmetli babası İlyas Kitapçı’nın Van’da adeta bir irfan meclisinin kurucusu olduğunu bu gazete sayesinde anlamıştım. İlyas bey Van’da Cumhuriyet döneminde ilk matbaayı kuran ve ilk gazeteyi çıkaran kişiydi. Gazete tefrikalarını gün be gün incelerken rahmetli babasının ne kadar mütebahir bir aydın olduğunu yazılarından anlamıştım. 1937 senesi gibi adeta külleri üzerinde yeniden kurulmaya çalışılan Van için bir ilim irfan ocağı haline gelmiş bu gazete Van için zekâ mayasını kuran insanlardan oluşmaktaydı. İşin garibi İlyas Kitapçı’da aynı Peyami Safa gibi tahsil görmemiş tamamen otodidakt bir insan olduğunu öğrenince hayretim ve hayranlığım bir kat daha arttı. Daha sonra aynı yıllarda Bitlis’te Dideban Gazetesi’ni de İlyas Kitapçı çıkaracaktır.

1937 Senesinin Van’ı muhacirlikten dönen nüfusun 2600 olduğu düşünülürse şehir merkezinde eli kalem tutan ve okuma yazma bilen insan sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda az olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek. Fakat bütün imkânsızlıklara rağmen 1937 senesindeki gazetenin nüshalarına baktığımızda bu gazetenin tam bir mektep vazifesi gördüğünü söylersek yerinde bir hüküm vermiş olacağız. Bu irfan mektebinin başta kurucusu İlyas Kitapçı, Remzi Perihan o tarihte Van’da maarif müdürü olan Yakup Kuşçu Sırlıoğlu mahlasıyla o dönem Van’da Albaylık yapan Şerafettin Uğurlutekin. Ahmet Kuralkan Erciş’ten Ali Saraçoğlu gibi isimler gazetenin yazar kadrosunu oluşturmaktaydılar. Bu yazıların pek çoğu dönemine göre Babıali yazarlarını aratamayacak nitelikte ve derinliğe sahip fıkra ve makalelerden oluşmaktaydı. Örneğin hiç unutmadığım İlyas Kitapçı’nın demokrasi üzerine yazmış olduğu “Mikroplar Kapalı Yerlerde Türer” başlıklı bir makalesinde demokrasinin eleştiri olduğunu açıklık olduğunu insan haysiyetine ve zekâsına saygının ancak bu türden toplumlarda olabileceğini yazıyordu. Demokratik olmayan kapalı toplumları güneşin ve havanın girmediği yapılara benzetip bu yapılar içinde her türlü mikrobun üremesinin kaçınılmaz olduğunu yazıyordu. Bir yaz tatilinde Van’a döndüğümde rahmetli Yalçın Kitapçıyla bu konular üzerine uzun sohbetlerimiz oldu. Bütün okuduklarımı doğrulayan tecrübesiyle zerafetiyle tam bir şehir münevveriydi Yalçın Kitapçı. Diyebilirim ki onun şahsiyetinin esâslı ve âsli çizgisi incelik ve zerafetten yoğrulmuştu.

Zaten böyle bir aile ve düşünsel iklimin havasını tevarüs ve teneffüs etmiş bir insan babasının bırakmış olduğu o şehir medeniyetinin terbiyesini taşıyordu. Onun konuşmasında tavırlarında halinde o kadar tabiiyet dairesinde bir hoşluk ve her zaman içten gelen inanmış bir adamın inceliği vardı. Onun tavırlarında hiçbir yapmacılık bulamazdınız. Her zaman samimi ve içten gelen bir tevazu içindeydi. Ondaki bu incelik ve tevazunun asırlardan gelen bir şehir terbiyesi olduğunu anlamıştım. Yalçın Kitapçı büsbütün bir şehir beyefendisiydi eski devrin adetlerini terbiyesini kişiliğine sindirmiş güngörmüş insanların başında geliyordu. O daha sonra şahit olduğum ikinci kuşak sonradan görme her şeyle alay eden maddi zenginliğin şımarıklığını taşıyanların sinizminden farklı olarak herkese tevazu ve vakar içinde davranırdı. O nun yüzü samimiyetin yüzüydü. Bir gün sohbet ederken bana Van’da emeksiz zahmetsiz kestirme yollardan zengin olan bazı kesimlerin ahlak medeniyet kültür cephesinin bomboş olduğunu hiçbir toplumun ruhsal değerlerini sadece maddi şartlara bağlı olarak oluşturamayacağını söylemişti. Zaman zaman dükkânına uğrar o sohbetlerinden kemal-i izzetle feyiz alırdım. Onunla sohbet etmek benim için bir nimetti. Yalçın Kitapçı babası gibi İstanbul yazar-çizer çevresinde Van söz konusu olduğunda her daim saygıyla muhabbet ve sitayişle anılan bir isimdi. İstanbul Ankara’da pek çok yazar bürokrat aydın çevresi Yalçın Abi’ye her zaman hürmet ve muhabbet duyarlardı. Ne zaman bu çevrelerde biriyle sohbet etsem bana ilk sordukları kişi Yalçın Kitapçı’ydı Yalçın Kitapçı büsbütün bir şehir beyefendisiydi eski devrin adetlerini terbiyesini kişiliğine sindirmiş güngörmüş insanların başında gelirdi. Yalçın Kitapçı, ağabeylerin hâsı, kibarlığı, içtenliği, zerâfeti, asırlık ocaktan gelmiş sadeliği, terbiyesi, tevazusu bilgeliğiyle bir devrin hülâsasıydı. O’nu ve kıymetli oğlu Receb’i hayır ve rahmetle yâd ediyorum.

Yazar
Sait EBİNÇ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen