Yazmaya çalıştığım şiirlerde bizim kültürümüzden bir şeyler olsun istiyorum.
Şiirde demek istediklerimin bir kısmını yazayım dedim.
Dediler ki…
Tanrı kelamı öğütten,
Hak nizamı kur dediler.
Doğruldular da Söğüt’ten,
Ya Allah, destur dediler.
Osman Gazi rüyasında Şeyh Edebalı’nın göğsünden çıkan hilâlin kendi koynuna girdiğini ve göğsünden bir çınar ağacı çıktığını görüyor. Şeyh Edebalı çınarın yeni bir devletin müjdesi olduğunu söylüyor ve kızı Bala Hatun ile evleniyor ya Osman Bey. Bu çınardan kasıt o efendim.
Rüzgar hafifi savurur,
Ateş geleni kavurur,
Bak çınar kök saladurur,
Bakmazsan kurur dediler.
Timur’un oğlu Şahruh, Çelebi Sultan Mehmet’e gönderdiği mektubunda “Süleyman Bey ve İsa Bey’le mücadele ettiğinizi, amma biraderler arasında bu usul İlhanî töresine uygun değildir” dediğinde verilen cevap şu oluyor; “Osmanlı Padişahları başlangıçtan beri tecrübeyi kendilerine rehber yapmışlar ve saltanat ortaklığını kabul etmemişlerdir. Gülistan’da Şair Sadi’nin dediği gibi ‘on derviş bir kilim üzerinde uyur, lâkin iki padişah bir iklime sığmaz.’ Zira etrafta din ve devlet düşmanları fırsat beklemektedir. Nitekim malum-u alilerinizdir ki pederinizin Anadolu’yu istilasında kâfirler fırsat buldu. Selânik ve başka bölgeler müslümanların elinden çıktı.”
Uzak kaldı Karakurum,
Batı’da bir başka durum,
Hata affetmez uçurum,
Bilenler durur dediler.
Selçuklu hükümdarı Sultan Alaattin Osman Gazi’ye kılıç, kalkan, sancak, tuğ ve davul göndermişti. Tuğ ve davul Hunlara dayanan bir gelenek. Bunlar bir ikindi vakti geliyor. Her ikindi ayakta dinlenir ve davul vurulur. Ta ki İstanbul’un fethine kadar.
Doluna gönül doluna,
Düşülmeli Hak yoluna,
Şer kaleler zaptoluna,
Mehterbaşı vur dediler.
Okunu hedefsiz atan,
Helaline haram katan,
Beytülmal’a el uzatan,
Kendini vurur dediler.
Biz çocuklarımıza ‘bizi ele güne mahcup etme’ diye yetiştiriyoruz. Doğrusu il ve kün yani devlete ve millete.
Söz verip de döne döne,
Mahcup olma il’e, kün’e,
Kimse giymez ki üstüne,
Suç olsa samur dediler.
Oğuz Han diyor ya “Yurdumuzu öyle büyütelim ki gökyüzü çadırımız, güneş tuğumuz olsun.”
Hiç ayırma dağı, düzü,
Kayır yetimi, öksüzü,
Çadırın olsun gökyüzü,
Cihada buyur dediler.
Maziyi bil, atiyi bil,
Kendinden ver sebil sebil,
Yalnız Hak önünde eğil,
Arayan bulur dediler.
Kafire zahmetin olsun,
Mümine rahmetin olsun,
Kur’an’a hürmetin olsun,
O’ndadır huzur dediler.
Sığda kalma gir derine,
Kibir katma eserine,
Sakın ola askerine,
Getirme gurur dediler.
Ümitsiz olmaya beşer,
Gâhi baykuş güle düşer,
Gâhi ümit Nil’e düşer,
İşte misal Tur dediler.
Karalar sır değil akta,
Sabah ayandır şafakta,
Düşman ki daim ayakta,
Belki su uyur dediler.
Kimi uzansın alıca,
Kimi el atsın kılıca,
Doğu uçtan batı uca,
Hira mührü vur dediler.
İnsan su ile topraktır,
İnsan var yelde yapraktır,
İnsan var dolu başaktır,
İnsan var çamur dediler.
Merhamet nefsi yendirir,
Ehli kamil güvendirir,
Dolu ekin baş indirir,
Olmalı vakur dediler.
Kılıç ile değişmez arz,
Alime etme itiraz,
Ululemre itaat farz,
Doğruluk budur dediler.
Hz. Ali valilere gönderdiği emirnamede şöyle söylemiş; “İnsanlara iyi muamele ediniz. Onlar ya din kardeşiniz, yahut ta yaradılışta bir eşinizdir.”
İnsan ya din kardeşindir,
Ya da Adem’den eşindir,
Ol Peygamber güneşindir,
Eyleme kusur dediler.
İlkin yol iki denize,
Peygamber muştulu ize,
Diz çökmeli Bizans bize,
Yıkılmalı sur dediler.
Yanmayan yürek gamlıdır,
Biliriz gün akşamlıdır,
Amma devlet devamlıdır,
Oğuz’ca şuur dediler.
İyilik gönlün demidir,
Yıkmak kalbin elemidir,
O ki Rabbülâlemindir,
Alemlere nur dediler.
Dinimiz kıyamete kadar baki kalacağından devletimize de “Ebed- müddet Devlet” demiştik.
İnsan ki kemikle ettir,
Can bedene emanettir,
Devlet ki ebed müddettir,
Haşre kadar dur dediler…