Günlerdir bir taş hikâyesi var aklımda. İlkokula gittiğim dönemlerden kalan bir hatıra. Kardeşim 5-6 yaşlarındaydı. Yaz günlerimiz tek tük evlerin bulunduğu sokağımızda oyunlar oynayarak geçiyordu. Trafiğin olmadığı sessiz sakin sokağımızı şenlendirenler, evlerin bahçelerindeki tavuklar, oyun oynayan çocuklar ve bahçe duvarlarının önünde oturup sohbet eden komşu teyzelerdi.
Sıcak bir yaz günü, belediyenin iş makineleri bizim sokağa gelmişler, yolları düzeltmiş ve mıcır dökmüşlerdi. Bütün bir sokak ceviz büyüklüğündeki çakıl taşları ile dolmuştu. Belediye kamyonları işlerini bitirip gidince sokağın erkek çocukları çakılların üstünde yuvarlanmaya başladılar. Sanki oyun parkındaki top havuzunun içine düşmüşçesine yerlerde yuvarlanıyor ve üstlerine başlarına avuç avuç bu taşları döküyorlardı. Taşın bol olması değişik oyunların icat edilmesini de sağlamıştı.
Kardeşim ve arkadaşları bahçe duvarının üstüne dizdikleri teneke kutuları taş atarak devirme oyunu oynarken bu oyundan sıkılan haylaz çocukların teklifiyle düello yapmaya karar vermişler. İki guruba ayrılmışlar, adım adım sayarak aralarındaki mesafeyi belirlemişler. Oyunun kuralları ise şöyle:
Gurup üyeleri yan yana hizaya girip rakip takımla karşılıklı dikilerek ceplerine doldurdukları taşları birbirlerine atacaklar. Bu arada taşın gelmesinden korkup eğilen, sağa sola kaçan olursa ödlek sayılacak ve oyundan çıkarılacak. Taşı karşı guruptan herhangi birine isabet ettiren gurubuna puan kazandıracak. Erkekliği ele verip ağlamak da yok. Hep birlikte gaza gelip oyuna başlamışlar. İlk atışmadan sonra kardeşim oyunu tehlikeli bulduğu için başka oyun oynamayı teklif etmiş. Arkadaşları onunla alay ederek oyundan çıkarmışlar. Bunun üzerine kardeşi ağlayarak eve geldi. Annem ona haklı olduğunu ve üzülmemesini söyledikten sonra mutfağa giderek kek yapmaya başladı. Akşamüstüne doğru kekimizi tabaklara koyup çocuklara ikram ederek kardeşimle barışmalarını sağladık. Başka bir oyun oynayacaklarına söz verdikten sonra yanlarından ayrıldık. Ertesi gün çocuklar yine taş atma oyunu oynamak istemişler. Bu kez kardeşim tekrar küsecekler diye itiraz edememiş. Oyun başlamış, taş atma sırası kardeşime gelince karşı gurubun lideri durumundaki Yusuf’a taşı isabet ettirmiş. Kimse gözü kara Yusuf’a taş atmaya cesaret edemediği için taşın verdiği acıyla ilk kez tanışan Yusuf, kavga çıkarmış ve küsmüşler. Akşamüstü bir tepsi kek ikramıyla tekrar barıştılar. Taş atma oyununu kurgulayan Yusuf’un da oyundan ağzı yanınca bu oyundan vaz geçtiler. Fakat üçüncü gün kardeşim “arkadaşlarım bana küstü” diye değil de “arkadaşlarımın canı kek istiyor anne” diye eve gelmişti. Bu sitemkâr açıklamadan, çocukların canı kek istediğinde bahaneler bularak kardeşime küstüklerini anlamıştık.
Bu kez değişik bir caydırma yöntemi düşünen annem, kardeşimin eline bir parça kek verip arkadaşlarının yanında yemesini ve “küstüğünüz için size getirmedim” demesini istedi. Kardeşim annemin telkini üzerine keki arkadaşlarının yanında yedi ve annemin sözlerini tekrarladı. Çocuklar hemen barışmadılar tabi. Ertesi gün kardeşimin kekine çikolata sürdük ve yine arkadaşlarının yanına gönderdik. Kardeşim tekrar “annem küsenlere kek vermemi istemiyor” diyerek keki yanlarında yedi. Aradan on dakika ya geçti ya geçmedi kardeşim arkadaşlarıyla birlikte kapıya geldi. Barıştıklarını, artık küsmeden oynayacaklarını söylediler ve keklerini afiyetle yediler.
O vakit anladım ki kötü davranışı engellemenin, yanlışa dur demenin birçok yöntemi olabilir. Yapılan haksızlığın taraftarı çok da olsa haksızlığı ve zalimliği yapanların gözü kara da olsa elbette bir gün hak yerini bulur. Masumların kuyusunu kazanlar o kuyuda boğulur. Gün gelir devran döner, oyun kurgulayanlar kendi oyunlarında vurulur.
Yeter ki doğrudan yana sağlam bir duruşumuz olsun…
Ne zaman taş atan bir çocuk görsem bu hikâye aklıma gelir. Özellikle de Filistinli çocuklarla özdeşleşen taş atma eylemi insanlığımı sorgulatır. Silahların karşısında küçük çocukların attığı taşlar bağrımı deler. Bir yolu olmalı derim. Zulme karşı durmanın, engellemenin bir yolu olmalı. Sağlam bir duruşumuz olmalı katillerin karşında. Güçlü yaptırımlarımız, caydırıcı hamlelerimiz…
Bir taş lazım bize bilirim. Bağrımıza basmak için değil. Yılanın başını ezmek için lazım. Taşı gediğine koymak, tam yerinde ve zamanında gerekeni, gerektiği gibi yapabilmek için lazım. Eteğimizdeki taşları dökmemiz gerekiyorsa dökelim ortaya. Taşlamak gerekiyorsa varsın taşlayalım birbirimizi fakat sonunda birleşelim mutlaka. Katillerin, katliam yapmada birleştiklerini görüp tutalım ellerimizi.
Bize bir taş lazım kardeşlerim. Bir taş değiştirir her şeyi. Fakat karşımızdaki düşman Câlut değil bir taşla yere devrilsin. Taşlamamız gereken insan değil ki Câlut olabilsin…
Biz öyle bir taş atalım ki attığımız taş, Hz. İbrahim gibi Hz. Hacer gibi Hz. İsmail gibi bizi yüceltsin. Her gün okuduğumuz “Salli – Bârik” dualarının mânâsı yerine gelsin. Çünkü taşlamamız gereken Hz. İbrahim ve onun âline fitne sokarken, onların iyiliği için uğraştığını söyleyenin ta kendisi. Önce Hz. İbrahim’e gidip Allah’ın emrine karşı gelmesini fısıldayan sonra Hz. Hacer annemize giderek ona oğlunu kurtarman için geldim diye iyilik meleğini oynayan, Hz. İsmail’e, canını kurtar baban seni kesecek diyerek kandırmaya çalışan lânetlenmiş şeytanın ta kendisi.
İbrahim ve ailesinin aralarına fitne sokmaya çalışan. Birbirlerine düşman olmaları için uğraşan. Allah’ın emrine karşı gelmeleri için her türlü düzenbazlığı kurgulayan iblisin âlâsı.
Aramıza fitne sokup birlik olmamıza engel olanlar, yeryüzünde istedikleri oyunu kurgulayıp kendi koydukları kurallarla kanlı oyunlarını oynuyorlar. Dünyanın gözü önünde katliam yapıyorlar. Müslüman devletler olarak birbirimizi taşlamaktan, Müslüman fertler olarak bağrımıza taş basmaktan başka bir şey yapamıyoruz.
Bize bir taş gerek Allah’ım biliyorum. O taşı atacak samimiyeti ve ihlası bütün kalbimle senden diliyorum:
“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.“
Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”[1]
[1] Salli Bârik Duâları.