Bıraktığınız İzler Kim Olduğunuzu Belirler

Cahit GÜNAYDIN

“Mitler bir ulusun anadili gibi canlı bir yapıdır “der Türk Mitolojisinin Kısa Tarihi adlı kitabı yazan Yaşar Çoruhlu. Sonra devam eder” yani dilin toplumların gelişimine, ilerlemesine, dönüşümüne bağlı olarak varlığını sürdürmesi veya toplumların yok oluşu yahut asimilasyonuyla ortadan kalkışı gibi, mitler ve mitoloji de ait olduğu topluluğun gelişimine göre bir durum alır. Mitoloji de tıpkı sanat gibi başlı başına bir dildir”

Robert Braidwood, tarih öncesi insan adlı kitabında “ buraya kadar okuduğunuz sayfalarda, insanoğlunun bu gezegende ki yaşamının %99 unun öyküsünü dinlediniz. Tarihçilere anlatması için yalnızca %1 ini bıraktım “ der. Yaklaşık üç milyon yıldır dünyada olduğumuz hesaplandığına göre, gerisini siz düşünün.

Analitik psikoloji alanında yaptığı önemli çalışmalar ile tanınan Carl Gustav Jung, geliştirdiği kolektif bilinçdışı ve arketip yaklaşımları ile rüyalardan mitolojiye kadar pek çok alanda yer alan evrensel sembollerin mantığına ışık tutmuştur.

Analitik psikoloji yaklaşımına göre insanlar, değişik coğrafyalarda yaşasalar da farklı kültürlere mensup olsa da ruhunda ve benliğinde var olan ortak bir gücün etkisiyle benzer değerler yaratma eğilimindedir.

Benzer değerleri oluşturma sürecinde, etkili olan bu güç, doğumdan itibaren her insanda var olduğu düşünülen bir yapıdır ve Jung tarafından “kolektif bilinçdışı” olarak adlandırılmıştır.

Kolektif bilinçdışı anlayışına göre her insan dünyaya birtakım bilgilerle donanmış olarak gelir. Bu bilgiler her insanda aynıdır ve kolektif bir sistem oluşturmaktadır. Türk mitolojisi derin doğa ekoloji felsefesinin bir başka değişle ormana, ağaçlara, suya, gökyüzüne , bitkilere, hayvanlara saygı duymasında onların da bir ruhu olduğu inancına dayanır ki GÖK TENGRİ inancı kaynaklarını Türk mitolojisinde görmek olanaklıdır, boylardan, soylara, arkelojik ve antropolojik kalıntılarda. Türk mitlerinin (dolaysıyla dini ÜNİVERSALİST olduğundan) başlıca aktörü DOĞA olmuştur. Güneş, ay, Nehirler, dağlar ve hayat ağacı doğa içinden doğan bir yaşam felsefesidir. Bugün buna derin ekoloji felsefesi diyoruz. Doğanın sesini tuva gırtlak ezgilerinde duyabilirsiniz. Herkes her şeyle bir şekilde bağlıdır. Konfücyus bunu en iyi duyan düşünürlerden biridir, aslında annesi türk dür bilge kong un, O der ki “ “On beş yaşında kendimi öğrenmeye verdim, otuz yaşında irademe sahip olabildim, kırk yaşında şüphelerden uzaklaştım, elli yaşında göğün emrini öğrendim, altmış yaşında sezgi yoluyla her şeyi kavradım, yetmiş yaşında doğru olan şeylere zarar vermeden kalbimin isteklerini yerine getirebildim.” Gönül eri oldu. Hamdı, pişti yandı. Yunus da onun izindedir, Rumi de. Bilge KONG Özel bir okul kurmuş, M.Ö. 522 den itibaren 3000 öğrenci yetiştirdi. Kendisinden altı sanat diye adlandırılan Töre, Müzik, Okçuluk, Araba Kullanmak, Yazı Yazmak ve Hesap Yapmak dersleri aldılar.

Buğün bilge kong yaşasa idi 6 sanatı şöyle tanımlardı. Güncelleme yapıyorum.

1-törüg ün 4 değişmez ilkesine uy

2-bir müzik aleti çal ney ya da tef; ÇÜNKÜ müzik evrenin matematiğidir

3-ping pong oyna ki duyuların ve zihnin uyumlu olsun, anda yaşa.

4-bisiklete bin ve kendi gücünle hareket geç, gözü kapalı sürerken denge kur,!

5-blog yaz, youtube kanal aç, içerik kraldır, içerik üret, sal sanal dünyaya

6-algoritmik düşün, algoritma tasarla ve phyton öğren ve savaş sanal virüsler ile

BİYOLOJİK VİRÜSLER BEDENİ ÖLDÜRÜR, SANAL VİRÜSLER RUHU…

Mehmet Şemsettin Günaltay, Tarih-i Edyan adlı eserinde onun eserleri ile ilgili şöyle demektedir: “Konfüçyüs’un geniş Çin ülkesinde sahip olduğu nüfuz cidden hayret vericidir. Çin’de pek çok ihtilaller meydana gelmiş, memleket kuzeyli kavimler tarafından defalarca zapt ve istila edilmiş olduğu halde, Kingler hiçbir şekilde değer kaybetmemiş, Konfüçyüs’un manevi nüfuzu sarsılmamıştır. Eski ve modern felsefe tarihi bunun bir mislini daha gösterememiştir.” Aslında TÖRÜG dür bu Türklerinde var olmasının kaynağıdır, BİLGE KONG Yunus Emre gibi, Ahmet Yesevi gibi bizdendir. Gönül eridir. Şimdi yaşasa o da Uygurlar gibi Müslüman olurdu ama arap selefisi gibi değil, iran şiası gibi de değil.

Çinliler ve japonlar TÜRK TENGRİSİNDEN çok etkilenmişlerdir, çok.Geçmişe bakalım şimdi.Eski Çinliler,kainatta her şeyin ruhu olduğunu, insanların dışında bitki ağaç ve bütün hayvanların ruhlarının dünyayı doldurduğunu kabul ederlerdi.Gök-TENGRİ,ataların ruhları ve görünen her şeyi kuşatan ruhlar tazim edilen üç şeydi.Ancak bunların en büyüğü “Şana-ti” olarak ifade edilen “Gök Tanrı” idi. Konfüçyüs, “Şana-ti”, yani en üstün tanrı yerine daima “TİEN ”’i kullanmıştır.Ona göre “TİEN”, bütün kutsal varlıkların hatta göğün bile efendisidir.O, uludur, yücedir, her şeye gücü yeter; her şeyi görür. Tabiatın idarecisi,her şeyin üstündeki varlık, insanlar ve bütün varlıkların kaderini tayin eden kudrettir. Ona göre Eğer hakikat ortaya çıkacaksa bu, Göğün (TİEN) arzusu olarak çıkar. “TİEN” yine ona göre, gökte oturan, kötü hükümdarları cezalandıran, yeni hanedanlar kuran, erdemlileri mükafatlandıran, ataların kolektif adı değil, kişisel olmayan ahlaki bir kuvvet, en yüce varlık, doğanın düzeni ve kendisiydi. Kısaca O, her şeyin üstünde bir varlık ve yaratıcı kudret idi. Kurbanla ilgili tavsiyeler yapılırken TİEN’i kızdıranın dua edecek başka yeri kalmayacağı vurgulanmaktadır. O, hareketlerinin tanrı tarafından kontrol edildiğini hissederek hareketlerini ona göre ayarlamış,

“Benim yüreğimde olan değerler Göklerdendir”

sözü ile herşeyi tanrıya havale etmiştir. Ona ölümden sonra ruhların durumunu soran öğrencisine: “Biz diriler için görevimizi yapamıyoruz, ölülere nasıl yapalım. Hayatı bilemiyoruz ki ölümü nasıl bilelim.” Diye cevap vermiştir.O’na göre mevcut bir alem ve onun nizamı olduğunu bilmek yeterlidir. Bu alemi kim yaratmış, nasıl yaratmış, bunun o kadar önemi yoktur. Mademki insanlar hakkında bilgimiz yoktur, o halde ruhlar nasıl bilinebilir. Madem ki hayat hakkında bilgimiz yoktur, o halde ölüm nasıl izah edilebilir. Ölmek ve dirilmek Tanrı’nın takdirindedir. “Hayat ve ölüm göksel yasalardır”. “İyi bildiğimiz bir şey varsa o da hepimizin ölümlü olduğudur”. O, Göğün Rabbi anlamında “TİEN” denilen bir Yüce Varlıkla irtibatlı bulunduğundan bahsetmiş, dua etmiş, oruç tutmuş ve dini merasimlere katılmaktan geri durmamıştır. Dini görevlerin saygı ile yerine getirilmesini tavsiye etmiş, İbadet ve tapınağın müziği ile ilişkiyi, erdemin şartı olarak saymıştır. Merasimin, halk ve avamı bir birine bağlayan bir bağ olduğunu, bu bağ çözülürse halkın telaş içinde kalacağını ifade etmiştir. Konfüçyüs, ahlak öğretisinin temelini “İnsan Sevgisi” olarak nitelediği insanlık erdemi üzerine kurmuştur. Dünyada yaşamla uyum sağlamanın en etkin yolu iyilikseverliktir. Erdem”, nefsin istek ve arzularını kontrol etmek, iyi ile doğru olana bağlılık, töreye muhalif hiçbir şeye bakmamak, hiçbir şeyi duymamak, hiçbir şeyi söylememek ve hiçbir şey yapmamaktır. Erdem kişiye verilen rolde mükemmellik elde edilmesi ile orantılıdır. İnsan sevgisine fedakarlık, yardımseverlik ve hoş görü yoluyla ulaşılabilir. Fedakarlık, kişinin kendini en samimi duygularla insanlığa adaması, ölülerin ruhlarına saygılı olması ve onlara bağlı kalmasıdır. İnsan en zor şartlarda bile önce görevini yerine getirir, sonra ücretini düşünür. Yardımseverlik, insanlara bol miktarda bağışta bulunmak, onların yardımına koşmak, kendi hayatını kurarken başkalarını da desteklemek, kendini geliştirirken başkalarını da geliştirmektir. Kişinin kendi gelişmesi doğrultusunda başkalarını da kalkındırması, insan sevgisinin temel kurallarından biridir. İnsana hayat boyu rehberlik edecek düstur, hoş görü ve cana yakınlıktır. Konfüçyüs’ün öğretisinin özünü oluşturan bu prensip, “kendine yapılması istenilmeyen şeylerin başkalarına yapılmaması” sözleri ile ifade edilmektedir. Onurlu insan erdemden bir an olsun bile vaz geçmez. Erdemden ayrılırsa insanlığının gerektirdiği sorumlulukları yerine getiremez. “Kararlı ve yüksek ahlak sahibi bir insan, erdemine zarar verecek bir yaşantı kurmaz; erdemini muhafaza etmek için gerektiğinde hayatını feda eder.” Konfüçyüs, dünyada beş şeyi her şeye uygulayabilmek yeteneğini “mükemmel erdem” olarak tanımlamaktadır. Bu erdemler; ağırbaşlılık, cömertlik, samimiyet, doğruluk ve nezakettir. Ağır başlı isen saygısızlık görmezsin. Bir bilgin ağır başlı değilse saygınlığı yoktur. Cömert isen her şeyi elde edersin. Samimi isen halk sana güvenir. Sadakat ve samimiyeti birinci planda tutmuştur. O’na göre hakkaniyet, dürüstlük ve samimiyet en köklü ve en değerli ilkeler sayılmıştır. Kibar bir insan hata yapmadan itinalı bir şekilde üzerine düşeni yapar, diğer insanlara birlikte yaşama kurallarının gerektirdiği gibi nazik ve dikkatli davranırsa, bütün insanlar onun kardeşi olur.” Nazik isen başkalarını hizmetinde kullanabilirsin.

“Gerçekten iyi olan kişi, hiçbir zaman mutsuz olmaz.

Olgun kişi bunalıma düşmez. Yiğit olan korkmaz, Kişinin yaşantısı bütünüyle dürüstlük olmalı. Yoksa üzüntülerden, tehlikelerden hiç kurtulamaz. İnsanın en değerli şeyi dürüstlüktür. Dürüstlük ise doğruluğa bağlıdır.

Yüksek insan ahlakının temel öğesi töredir.

Töre aynı zamanda ahlakın ve kanunların da kaynağıdır. Kişiliğimizi sağlamlaştıran ve bizi sapıklık ve taşkınlıktan koruyan bir set gibidir.

Bu settin gereksiz olduğunu sanıp da onu yıkanlar gün gelir taşkınlıkların ve azgınlıkların dalgaları içinde boğulup giderler. Bilgi desteğinden yoksun bir fikir tehlikelidir. Gerçek bilgi, insanın bildiği şeyi bildiğini bilmesi; bilmediği şeyi bilmediğini de bilmesidir. Düşünmeden öğrenmek ise boşuna zaman harcamaktır. Hikmet, alemden kaçmak ve münzevi bir hayata atılmak değil, hakiki ve doğru prensipleri umumi hayata uygulamaya çalışmaktır. Konfüçyüs’un üzerinde durduğu hususlardan biri de emniyet ve güvendir.

Güven bir araçla güç kaynağı arsındaki ilişkiye benzer.

Bir milletin hayatının temeli güvendir. O’nun Güvenle ilgili düşüncesi, arkadaşlığın temeli olan güven, idarenin kaynağı olan güven ve halkın güveninin sağlanması noktasında yoğunlaşır. İdeal insan kendini ilme vakfeden bir bilgedir. O, saygılı, hür, alçak gönüllü, lütufkar, adaletli, kısaca bütün faziletlerin bir modelidir. İdeal insan aynı zamanda faziletin de aşığıdır. Hem kendi disiplinini elden bırakmaz, hem de kendi kendini denetim altında tutar. Daima karşılıklı muamele kuralına uyar. Kendine yapılmasını istemediği şeyi, kendisi de başkalarına yapmaz. Tedbirli davranır. O’na göre temkinli olanlar pot kırmaz. Uluğ bey konfücyus ilkelerini hayatı boyunca uyguladı aslında bilge kong da türk törüg üne uymuş, töreli olmuştur.Bu nedenle bilge ağacına bağlı tüm bilgelerin konfücyus, yusuf has hacip, ali şir nevai, biruni, ibni sina, kaşgarlı mahmut, elharezmi, ömer hayyam, Ulug beylerin dünya da ki adresi ,referans noktası ULUĞBEG RASATHANE sidir. Gök e bakalım, kaldırıp başımızı ve uluğ beğ in sözünü kulağımıza küpe yapalım, küregen cetvelinin giriş kısmına yazdığı diyor ki;

“ Bıraktığımız izler ne olduğumuzu gösterir”.

Bugün ise sanal alemde bir iz bırakırsınız, google sizi buluşturur sizi arayanla.Ne gam.Sanal gezginlere –surfçülerine- selam olsun, bu blog .(blog=egünce diye öneriyorum, blogger yerine egüncer ya tutarsa bilgisayar gibi.)

Yazar
Cahit GÜNAYDIN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen