Biraz Mazi

Dün köye doğru uzadı yolum.
Mezarlığa uğradım. Hani diyordu ya Yunus Emre;
“Sana ibret gerek ise, gel göresin bu sinleri,
Eğer taş olsan erirsin, bakıp görünce bunları.
Bunlar bir vakt beğler idi, kapıcılar korlar idi,
Gel şimdi gör bilmeyesin, beğ hangidir, ya kulları?”
Oradan tarlaya uğramak istedim. Arabayı koyduğum yerde iğde ağacı var. Çiçeklenmiş, insanı sarhoş eden bir koku yayılıyor etrafa. Dilaver Cebeci yazmıştı bir şiirinde;
“Yüreğin kafeste çırpınan bir kuş,
Gamzelerin ıssız avuçların boş…
Ne zaman koklasam olurdum sarhoş,
Al aldı güllerin böyle değildi.”
Her iğde ağacı, çiçeği, iğdenin kendisini görsem aklımdan Abdurrahim Karakoç Ağabey’in şiiri geçer;
“Gel
Aşkımız sembolleşsin iğde çiçeklerinde
Olgunlaşan meyveler dalları eğerken gel
Duru bir yaz sabahı Toros eteklerinde
Akdeniz dalga dalga kıyıyı döğerken gel.
Seher yeli çamları, çavdarları tararken
Dağlar göller üstüne sisten perde örerken
İlkbaharın ilk gülü kılıfını yararken
Sonbaharda son yağmur yollara yağarken gel.
Suların sessiz akıp, kuşların ötme vakti
Yollar daha bitmeden düşlerin bitme vakti
Semada yıldızların uykuya yatma vakti
İster ay batarken gel, ister gün doğarken gel.”
Türkülerimiz, şarkılarımız oralardan, bizden izler taşır ya. İleride sağda ayva ağacı var. Çiçeklerin savlaşmış. Geçen gelişimde çiçeklenmiş “Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek” diye söylenmiştim. Demek ki yaz gelmiş artık, her taraf yemyeşil.
Ablam yazın köye gider ama daha şehirde duruyor. O da iyice tembelleşti. Şimdi çay yapmış olsaydı da içseydik falan dedim ama boşuna.
Kızılcıkları gördüm. “Kızılcıklar oldu mu?” dedim ama olmamış, daha çok var olmalarına.
Dutlar benleşmeye başlamış. Bir tane mor sakaca dut yedim. Senenin ilk dutu.
Hani bir türkümüz vardı;
“Dut ağacı boyunca,
Dut yemedim doyunca.
Yâri düşümde gördüm,
Sarılmadım doyunca.”
Edirne türküsü de şöyleydi;
“Dut fidanı boyunca,
Dut yemedim doyunca.
Ağzım dilim kurusun,
Yar demedim doyunca.”
İkinci kıtası da şöyle;
“Bahçelerde börülce,
Oynar gelin görümce,
Oynasınlar bakalım,
Bir araya gelince.”
Şehre geldim sonra. İş yerine Engin Bey uğradı. “Yetik Ozan’ın şiirlerindeki kafiyelere bakıyordum ne güzel kullanmış” falan dedi. “Gelincikler leçek açmış bu sıra” mısraını okudu. Sonra da şiiri.
Leçek, baş örtüsü demekmiş.
Yaz Dumanı
Alıp serçelerden yüzgörümlüğü
Gelincikler leçek açmış bu sıra.
Kalkmış dağı dağdan ayıran büyü;
Birbirine kucak açmış bu sıra.
Bereket biçmede emek ekenler,
Yolu yarılamış özlem çekenler,
Bülbül şakıdıkça, kıskanç dikenler
Gül dalında bıçak açmış bu sıra.
Sabır yaydım bağrım üzreki saca;
Özge aş gerekmez gönülden aca.
Ahım duman olmuş boğazım baca;
Sevgi içte ocak açmış bu sıra.
Yetik Ozan ( Dr. Turgut Günay)
Yetik Ozan otuz altı yaşında vefat etmişti. Daha yaşasaydı ne güzellikler bırakacaktı kim bilir?
Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen