Kuşkusuz millîyetçiliğin bir ‘özgürlük’ sorunu var. Fakât bu, ulusötesicilerin iddiâ ettiği gibi millîyetçilerin ‘faşizan’lığından gelmiyor. Diğer tarâftan millîyetçilerin iddiâ ettikleri gibi millîyetçilikte olmayan bir sorun da değil. Bu sorunu inkârın hâricinde, zâten özgürlüğün sınırı olması gerektiği, millîyetçilerin sığındığı bir diğer sav…
Millîyetçilerin özgürlük sorunu olduğunu en bâriz bir şekîlde, güzel sanâtlardaki zayıflıklarında görüyoruz. Kendi kanaatim olmakla birlikte, iyi ve güzel sanâtın ancak özgür düşünce ile mümkün olabileceğine katiyetle inanan biriyim…
Ülkücü Hareket özelinde ‘özgürlük’ alanının daraltılması, birbiriyle içiçe geçmis birkaç sebeple açıklanmaya çalışılmıştır. Bu sebepleri, ‘teşkilât disiplini’ adı altında bayraklaşıp, ‘Lider-Teşkilât-Doktrin’ üçlemesi ile sloganlaştığını iletebiliriz. Bu ve benzerî sloganlar, parti içindeki subay kökenlerinin ‘askerî disiplin’i parti tabanına yansıtmasının tezâhürü olarak görmek mümkündür. Askerî disiplin içerisinde en olmaması gereken meselelerden biri, ‘özgür düşünce’ ve bireysel hareket etmektir…
Yine de bu özel koşulların MHP ve Ülkücü Hareket’e özgü olmadığını, diğer millîyetçi partilerin de kendi ülkelerinde benzer sıkıntılar çektiklerini söyleyebiliriz. İşte tam da bu noktada aslında evrensel bir millîyetçilik sorununa geliyoruz…
Bu sorun, üstteki paragrafın algısından bağımsız olarak, millîyetçilik için daha da temelde, işin tam anlamıyla özünün özündedir. Nitekim, millet, millîyet ve millîyetçilik, milletin inşâ edilebilir, millîyetçiliğin de ‘kurgulanabilir’ olması nedeniyle, genel olarak mâziden ilhâm alır, bu ilhâm da bir millet profili çizer…
Çizilen bu millet profili, işlev olarak güncele hitâp etse de, millîyetin tasâvvûru ve millîyetçiliğin kurgusu, aslında hiç var olmamış,mitleşmiş bir ‘asr-ı saadet’ tahâyyülünden ortaya çıkarılır. (Bunun zorlama örneklerine şu günlerde rn yakın olarak Kürtlerin uluslaşma çabalarını incelediğimizde görüyoruz). Bu tasâvvûr, tahâyyül ya da kurgu, milleti ve milletin bireylerini, millîyetçiliğin kendi tutarlılığı açısından kalıplara sokmaya mahkûm kalır.
Bu mahkûmiyetin iki sebebi var: 1.) Tersten bakacak olursak, millîyetçiler, kendi inşâ ettikleri ve kurguladıkları ulus kodlarına, kendi söylevlerini tutarlılığı açısından mahkûm kalırlar. Örneğin Türk millîyetçiliğine göre – mâziden gelen ilhâmla – bir Türk erkeğin kulağında küpe takılı olmaması gerektiği savına, söylenegelenlere tutarlılık meselesinden fazla îtirâz edemem. Fakât küpe takan Türk erkek, ne kadar Türk millîyetçisisi olursa olsun, ne kadar kendi branşında başarılı olup Türklüğe hizmet ediyor olursa olsun, kurgulanan, tasâvvûr edilen profile uymaması sebebîyle Türklük dâiresinin taşkınına düşer. (Bunu yasaklamak ya da bahsekonu profilde bireyleri zorla, devlet eliyle dönüştürme çabasına ise faşizm denir.) Millîyetçilik faşizm değildir fakât tasâvvûr ettiği ‘Türk’e aykırı tipleri dışlar ya da en iyi ihtimâlle onlara sıcak bakmaz. (İşlev olarak en büyük Türk millîyetçilerinden biri popstar Tarkan olmasına rağmen, onun esâmesi okunmaz.)
2.) Bunun bir diğer sebebi millîyetçiliğin özgür bireyler yetiştirme hedefinin olmaması, bireysel özgürlükçü tutum almaması. Millîyetçilik, özgür bireyi değil, topluma fert yaratmaya eğilimlidir. Milleti ‘büyük bir âile’ ya da bir bütün organizma olarak gördüğünden, onun birliği ve dirliği için fertler yaratır, fertlerden şâhsiyetli olmasını ister fakât şahsiyetin içeriğini yine kendi belirler. Ortaya çıkan sonuç ise benliğini topluma fedâ eden, nasıl oturması, kalkması hattâ düşünmesi gerektiği daha önce kodlanmış şâhsiyetli (kodlara uygun davranan) fertlerden oluşan bir toplumdur. Bu toplum kaçınılmaz olarak ‘özgür’ değildir. Dolayısıyla özgün güzel sanât üretmesi de imkânsıza yakındır…
3.) Millîyetçilik, hem toplumsal ahlâk hem de toplumun fertlerinin birbirine saygısı ve mesûliyeti gereği, özgürlüğün sınırları olması gerektiğinin altını çizer, keskin olarak da bunu savunur. Burada gözetilen, toplum içinde bir başkasının hâkkını çiğnememek, onun kutsalına ilişmemektir. Bu sınır, toplum içinde âhengi yakalamak ya da korumak için düşünülmüş olsa da, toplumun değişebilen ve dönüşebilen bir organizma olduğuna dikkât edilmemiştir. Millîyetçiliğin burada yanılgıya düşmesinin sırrı ise esâsen 1. maddede gizli. Toplum, millet, ahlâk değişen ve dönüşebilen şeyler olsa da, onu var eden millîyetçilik ve ‘millîyet’, bu yaşanılan gerçekliği geriden tâkip eder. Millîyetçiliğin tasâvvûru da değişir, dönüşür fakât bu genelde daha geriden gelir. (İstisnâlar, devrim süreçleridir). Nitekim ulus inşâ edilirken yâni uluslaşma sürecinde millîyetçiliğin çıkardığı kalıplarla topluma fertler yaratılır. Bunu kırmak güçtür…
Hâliyle, güzel sanâtlarda başta olmak üzere, yeterli özgürlük alanını ver(e)meyen millîyetçiliğin bir ‘özgürlük’ probleminin var olduğunu söyleyebiliriz. Bu problem millîyetçilerin geneli için bir sorun teşîl etmese de, bunun ceremesini pop-kültürdeki yoksunluk ve yoksulluk sebebîyle, kültürel hegemonya mücâelesinde çektiklerini söylemek mümkündür.
Peki bireysel özgürlükçü millîyetçilik mümkün müdür?