Bitmeyen Hüzün Doğu Türkistan ve İki Büyük Kahramanı: Osman Batur ve Barat (Berat) Hacı

Doğu Türkistan Türk milletinin beşiğidir. O beşikte büyüyen Türkler 5.6. asırlardan itibaren bütün Asya ve Avrupa’ya yayılır. Yani Dünyadaki bütün Türklerin baba ocağıdır Doğu Türkistan ve o baba ocağı bugün tarihin gördüğü en büyük cinayetlere, soykırımlara, akıl almaz işkencelere maruz kalmaktadır. 1944 yılında işgal edilen Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, Çin’in yok etme politikalarından kurtulamaz ise Türk milleti tarihinin en büyük kaybına uğrayacak demektir. Tarih boyu büyük mücadelenin içinde bulunan Türk milleti birçok ülkeyi feth etmiş, nice beldeleri İslam’a açmış, birçok Kızılelma’ya ulaşmış ve sonrasında onların bazılarından geri çekilmek mecburiyetinde kalmış ama bunların hiçbiri Doğu Türkistan kadar ehemmiyet arz etmez. Çünkü Doğu Türkistan köklerimizdir. Bir ağacın dalları giderse yerine daha gürleri çıkar ama kökü giderse kurur. Kökümüz olan Doğu Türkistan tarihten silinirse Türk medeniyeti yuhalaşır, köksüzleşir ve bu Türk milletinin topyekûn Dünya sahnesinden silinmesinin başlangıcı olabilir. Bu kadar önemli olan Doğu Türkistan işgal edildiği 1944 yılından beri hüzün içindedir. Çile dolu yılların ardı arkası kesilmemektedir, duyan var mı? Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur ve Kazaklar orada türlü işkencelere maruz kalırken, çeşitli sebeplerle yurt dışına çıkmış olanlarda gurbet ellerde vatan, sıla, ana baba, yar hasretiyle “mum kimin” yanmaktadırlar. Çin ve Rusların ortak hileleriyle işgal edildiğinde Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olan Mehmet Emin Buğra ve genel sekreteri olan İsa Yusuf Alptekin’in başını çektiği grup zor şartlarda önce Afganistan’a, oradan Suudi Arabistan’a ve en sonunda da bütün Türklerin ve Müslümanların da anavatanı olan Türkiye’ye iltica ederler. Dertleri Doğu Türkistan davasını bütün Dünyaya duyurmaktır. Son resmi devletin genel sekreteri olması hasebiyle davanın bayraktarı olan İsa Yusuf Alptekin hiç yorulmadan, ümitsizliğe düşmeden ömrünün son demine kadar Doğu Türkistan davasını temsil etmekten ve dünyaya duyurmaya çalışmaktan geri durmamıştır. 

Dışarıda sürgün hayatı yaşayan Doğu Türkistanlıların göstermiş olduğu büyük mücadelelerin yanında, içerde kalmayı tercih edenlerin mücadeleleri ve maruz kaldıkları çileler ise büyük destani mücadeleleri ortaya koymaktadır. Mesela Osman Batur; 

Büyük mücadeleler sonrasında, düşmanlarının silahı bırakması için, elçi olarak babasını gönderdiklerinde, silahını teslim etmesini isteyen babasına “bugün silahını veren, yarın canını da verir, istiyorlarsa gelip alsınlar” diye cevap verir. Sonrasında çocuklarının, eşinin hayatı pahasına mücadelesinden vazgeçmeyen Osman Batur, şehitler kervanına katılır. Hain ve kalleş Çin’in Osman Batur’u teslim almak için eşi ve çocuklarına yaptıkları eziyet ve işkenceler ise insan muhayyilesinin kabul edemeyeceği vahşiliklerle doludur. Osman Batur’un üç çocuğu babalarıyla beraber düşmana karşı yiğitçe savaşırken onlardan daha küçük olan 18 yaşındaki Kabiyra ve 14 yaşındaki Baydolla’yı annelerinin gözü önünde parçalayacak kadar şeytanlaşmaktan imtina etmezler. En küçük çocukları olan 11 yaşındaki oğlu Kariy ve 9 yaşındaki Sapiyan’ı ise canlı canlı 20 m derinliğindeki su kuyularına atarlar. Bu acılara şahit olan mübarek ana Mamey ise yakınlarda bulunan nehre atlayarak intihar ederek yürek yangınını söndürmeye çalışır. 

Yine bir başka kahramanlık timsali Barat (Berat) Hacı. O da milletinin bütün karakterini ruhunda temsil etmiş bir alperen. Allah’a inanmış bir Türk’ün nasıl kahramanlaşabileceğini yaşayarak ispat eden bir yiğit. Bir rivayete göre 27, bir rivayete göre 22 yıl Çin hapishanelerinde maruz kaldığı işkencelere insanüstü bir tahammülle karşı koyan bir fedai. Hapisten azad olduktan sonra bir sabah namazı vaktinde köyüne girende, okunan ezanı duyunca evi yerine, doğru camiye giderek abdest alıp namaza duracak kadar teslim olmuş bir Müslüman. O kadar meşakkatlere rağmen, yılların yüküne aldırmadan evi yerine namaz kılmak için camiye girerek Allah’a adanmışlığın zirvelerini bir Türk’ten başka kim yaşayabilir ki zaten. 

Ahir ömründe Türkiye’ye gelen Barat Hacı o kadar mücadeleden sonra “üç, beş gün rahat edeyim” demek yerine, eline aldığı gök bayrak, başındaki takkesi ve pir-i fani olmuşluğunun beratı olan ak sakalları ile Doğu Türkistanlı çocukların en önünde yerini almış, mücadelesini vefatına kadar devam ettirmiş bir “destan dede.” Açıp bakın basın kayıtlarına yüzünde umutsuzluğa dair en ufak bir emare göremezsiniz. Yüzünde hain ve kalleş Çin’in işkencelerinden kalan çizikleri var belki ama mağlup olmuşluktan eser yok. Çin’in mağlubiyet mührü olacak Barat Hacı’nın nâsiyesindeki yaralar.

O mübarek kahramanın ölümü de kahramanca, Kabe’yi ziyaretinde vuku buluyor ve 92 yıllık ömrünü sahibine teslim ediyor. Onlar verdikleri kahramanca mücadelelerle sadece kendilerini kurtarmadı, o çekilen çileler, zulümler boşa çekilen çileler olmayacak. Bağımsız, hür Doğu Türkistan’ın muştucusu olacaklar. 

Bahsettiğimiz bu iki dasıtani yaşanmışlık bile Çin’in yaptığı zulümlerin derekesini ve Doğu Türkistanlıların bu adiliklere karşı vermiş oldukları kahramanlıkları anlatmaya yetmez mi? Anlatılan bu iki yaşanmış hikâye öyle masa başlarında uydurulmuş, kartondan kahramanlar değil. Kanlı canlı yaşanmış ve daha dün meydana gelmiş destanlardır. Türk milleti için destanlardan gelen, destanlar yazan kahramanlardır desek yeridir.

Bu kahramanların bize emanet ettiği Doğu Türkistan bugünlerde, bu yıllarda belki de tarihinin en feci, en acımasız dönemlerini yaşıyor, duyan var mı? Dünyadaki bütün Türklerin hamisi olması gereken Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere Dünyanın hatırı sayılır bir nüfusunu ve sosyo-ekonomik potansiyelini oluşturan İslam âlemine ne demeli! Bu nasıl Müslümanlık? Hani “komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildi.” Hani “Müslümanlar ancak kardeşti.” Kur’an-ı Kerim ortada, tarih ortada. Bütün buna rağmen Doğu Türkistanlı Uygurlara reva görülenlere karşı niye görmemek, bilmemek, duymamak numarası çekiliyor? Bırakın Müslüman olmayı, insana reva görülmeyecek işkencelere, soykırımlara, mankurtlaştırmalara (zihinkırım) uğrayan bu soydaşlarımıza bu sükûtun sebebi nedir? Korkmak mı? Neden? Menfaat mi?, hangi menfaat. Nedir? Hani toplumu geçtim, Türk milliyetçiliğinin bayraktarı olma iddiasında bulunan toplulukların sükûtuna ne buyrulur? 12 Eylül öncesinde Türkistan denildiğinde gözlerinin içi ışıldayan, yerinde duramayan insanlar nerelerdeler? Değişen nedir? Niçin Doğu Türkistan davası ile “kırk kat yabancı” olan insanlar, gruplar Türk milliyetçilerinden daha yakın ilgi kuruyorlar da, milliyetçiler ölü taklidindeler? Bu ben milliyetçiyim diyen herkesi rahatsız etmeli.

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen