Bir zamânlar Dünyâ siyâsetine biz istikaamet veriyorduk. Krallar, sezarlar, kayserler sultânımızın fermânıyla tahtın altına iniyor veyâ üstüne çıkıyorlardı. Meselâ, 1533 yılı, şimdiki ABD’den daha yukarıdaki otorite makâmlarını Osmanlı Devleti’ne kazandırıyordu. 1533’de, Türk Devleti ile Avusturya arasında imzâlanan andlaşmanın en mühim maddesi, Nemçe Sezarı (Avusturya İmparatoru)’nın Osmanlı Sadrazâmı’na denk sayılmasını âmir olanıdır.
XVI. yüzyılda Avrupa’nın büyük ve güçlü devletleri arasında yer alan Avusturya, su katılmamış bir Alman devletidir. Bu, günümüz Avusturyası için de geçerlidir. Avusturya’yı Almanya’dan ayıran – koyu Katoliklik dışında – hiçbir kültür, dil, gelenek farklılığı bulunmamaktadır.
Türkiye’ye, Dünyâ protokolünde şeflik, liderlik ikrâm eden 1533 Andlaşması, bir yıl önceki dillere destân Alaman Sefer-i Hümâyûnu’nun temin ettiği bir netîcedir. İki devlet arasındaki bu eşit olmayan denklik, 1606’da Zitvatoruk Andlaşması’na kadar yürürlükte kalacaktır.
Belgrad’ın fethi, Rodos’u Şövalyelerden temizleme, Mohaç Güzellemesi, Viyana Kuşatması gibi, art arda eklenen Türk zafer halkaları, Avrupa’yı umutsuz bir Dünyâ ile baş başa bırakmıştı.
Charles-Quint (Şarlken) ile Avusturya Kralı olan kardeşi Ferdinand, son kozlarını oynamak maksadıyla Macaristan’da Türk kovanına çomak sokmaya yeltenince, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, bu def’a her ikisini de er meydânına dâvet ederek, o, meşhûr Alaman Seferi’ne başladı. Lâkin Mukaddes Roma Germen İmparatoru ile kardeşi Arşidük Ferdinand, sırra kadem bastılar. 1533’de Avusturya’yı istiskâl eden andlaşma, bir sene evvelki seferin yorgunluk çayıdır…
Damarlarındaki kanı, hamâset tezyîfi ile takbîh edenler; sis, duman ve çamurdan kurtulamazlar. Sultan İkinci Selîm zamânında fethedilen Kıbrıs Adası üzerinde spekülâsyon yapanlar, Türk Devleti’ni ve onun XVI. yüzyıldaki idârecilerini bön, safdil, enâyi kategorisine alıyorlar. Strateji, jeopolitik, mefkûre gibi tâbirleri lügâtten silip, yerine ham hayâl sayılabilecek mizansenlerle uydurma senaryolar koymak isteyenler, belli merkezlerden emir alan kiralık kalemlerdir.
Efendim, neymiş? İkinci Selîm’in nedîmlerinden Yasef Nassi adlı bir Yahûdî, Kıbrıs’ın Venediklilerden alınıp Yahûdîlere verilmesi husûsunda Türk Pâdişâhı’nı iknâ etmiş; hattâ Sultan Selîm, ada ele geçirilirse Nassi’yi Kıbrıs Kralı yapmayı vaad etmiş.
Sokollu Mehmed Paşa’nın, Kıbrıs’ın fethine karşı çıkmasına milliyetçi şuûr, daha da ötesi, kahramânlık etiketleri yapıştıran bu iz’ân, Osmanlı İmparatorluğu’nu Yahûdîlerin elinde oyuncak göstermeye çalışıyor.
Gûyâ, Yahûdî ve müştaklarının Türk târîhinde nelere ve nerelere hükmettiklerini isbatlama gibi, akl-ı selîm sâhibi insanlarımıza yaranma, hoş görünme perdesinin ardına gizlenip, bütün mukaddesâtımızı yerle bir ediyorlar.
Türkiye, 1974 yılında Kıbrıs’a niçin askerî müdâhalede bulunduysa, 1570’de de aynı sebeple bu adayı fethetmiştir. Bunun altında Kıbrıs’ın şarabı ile Yahûdî’nin kurnazlığını aramak, abesle ve de Şeytân’la iştigâl olur. Denizden ve karadan etrâfı Türk Devleti ile çevrilen Kıbrıs’ın, fethi dışındaki bütün ihtimâller, bizi ahmak yapar. Peki, biz ahmak mıyız?