Hâlâ Viyana göklerinde asılı kalmış duruyor,
Merzifon’lu Kara Mustafa Paşa’nın dargın bakışları …
O ulu hengâmeden,
Bilmem şu kadar yüz yıl sonra bile hâlâ,
Anlaşılamamanın,
Anlaşılmak istenmemenin,
Kahreden
Derin suskunluğu ile …
Bugün Viyana ise bu şehir,
Çanlar çalıyor, gök uğulduyorsa,
Yarı aralanmış pencerelerden
İnce yüzler,
Ve güneş parçası gibi valsler dökülüyorsa sokaklara,
Geniş parkların ortasında
Çimenlere bağdaş kurmuş mermer heykeller sapasağlamsa hâlâ,
Bunu,
Kara Mustafa Paşa’nın insanlığına borçlu !…
Ama bilmiyor,
Alamadı sanıyor Merzifonlu Viyana’yı !…
Merzifonlu,
Kıyıcılığı,
Yağmayı
Göze alamadı ;
Yoksa,
Eski bir duvar gibi kaderinin üstüne yıkılmış
Viyana’yı değil !…
Kuşatılmıştı şehir,
Nemçeli aç, Osmanlı toktu.
Gümbür gümbür dövüyordu
İstanbul’dan gelmiş toplar
Kaleyi …
Gedikler açılmıştı pâre pâre,
Bilmiyordu kimse,
Gökte yıldızlar mı çok,
Yerde Osmanlı mı çoktu.
Havada yemyeşil sallanıyordu
Gökleri dolduran tekbîr.
Kılıç kılıca idi şimdi,
Müslümanla kâfir !
Paşalar
Hücuma hazırdılar !
“Hadi aslanlarım !” dese bir kez,
“Töre yürür bundan geri,
Çalın kılıcı aman bilmeze”.
Yerle bir etmişti Osmanlı,
Bugün hâlâ Merzifonlu’ya gülen şehri …
Viyana’da,
Taş üstünde taş,
Omuz üstünde baş kalmayacaktı.
O zaman,
İşte asıl o zaman,
Gâvurun malı
Müslümana,
Kitapça, törece hak’tı …
Ama o ince yapılarla bezenmiş belde,
Bir bayındırlık, bir hayat,
Nesi var nesi yoksa,
Yerin bilmem kaçıncı katını boylayacaktı.
Ayak altına düşecekti binlerce kadın ve çocuk …
Tutuşacaktı saraylar, evler serapâ …
“Barbar Osmanlı !” diyecekti bir kez daha,
Barbarlığından utanmamış, utanmayacak Avrupa !
Merzifonlu ;
“Yok” diyordu “Vire isterim !”
“Sürsün kuşatma, amana gelsin kâfir,
Yanıp yıkılmasın bu güzel belde boşuna !…
Ben,
İstanbul’da Padişâhım’a,
Rûz-i mahşerde Rabbim’e ne derim ?
Hem ne demektir yakıp yıkmak !…
Eninde sonunda biz,
Onu kendi ellerimizle,
– Eskisinden güzel, eskisinden ulu –
Yeniden onaracak değil miyiz ?”
Böylece Merzifonlu Kara Mustafa Paşa,
İnsanlığının yitirmemek için,
Savaşı yitirdi !
Çoluk çocuğu kırmamak,
Osmanlı’ya toz kondurmamak uğruna
Bile bile kendisini bitirdi.
Erişti sonunda Padişah’ın ölüm fermanı Belgrad’a ;
Serdâr-Ekrem Kara Mustafa Paşa’nın boynu vurulacaktı.
Osmanlı Sancağı dönmüşse geri,
Yüz çevirmişse kâfirden Yeniçeri,
Serdar-ı Ekrem’in katli hak’tı !…
Merzifonlu,
Ayakta dinledi ferman-ı hümayûnu.
Hiçbirşey demedi.
Abdest alıp iki rekât namaz kıldı sade.
Adaletten şaşmamıştı ömrü boyunca,
Adalet uğruna yenilmişti.
Şimdi adalet istiyordu kellesini !…
Demek takdir-i ilâhî böyle emr etmişti !
Namazdan gülümseyerek kalktı Merzifonlu Kara Paşa,
Önce mühr-ü hümayûnu boynundan çıkarıp üç kez öptü,
Uzattı çavuşbaşıya helâllik dileyerek,
Diz çöktü çadırın tam ortasına.
Sonra,
Kallâvisini başından çıkarıp yere bıraktı.
İnce uzun yüzünün bir tek çizgisi bile kımıldamıyordu.
Hâlâ barut kokan sakalını eliyle avuçlayıp,
Gökten ve yerden,
Hiçbir meded beklemeden
Uzattı boynunu cellâda ince Osmanlı ;
“Hadi evlâd,
Usûlünce kemendi geçir,
İşini tez bitir.”
Bitirdiler !
Merzifonlu, Sadrazam, Serdâr-ı Ekrem Kara Mustafa Paşa’nın başını kesip,
Edirne’den Padişah’ın huzuruna getirdiler.
Avrupalı anlamaz Serdâr-ı Ekrem Kara Mustafa Paşa’nın dramını.
Yok etmemek için yok olmayı,
Hiçbir zaman bilmemiştir !
Dünya kuruldu kurulalı,
Kendisinden başkasına acımamış,
Kendisinden başkasına adalet istememiştir.
Ama biz,
Nice Kara Mustafa Paşa’nın torunları,
Türk soyu Osmanlı’nın,
Osmanlı’nın ince derin soyu,
Kara Paşa’nın
Kara bahtını nasıl anlamayız ? …
Nasıl deriz – kitaplar dolusu hâlâ :
“Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Akıllı değil kurnazdı.
Öylesine kendisini beğenmişti ki,
Burnu yere düşse eğilip almazdı.”
Rabbinden gayrisine eğilmemek !…
Türk değil de ne demek, ha !
Ne demek ?…
İşte bu yüzden hâlâ Viyana göklerinde asılı duruyor,
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın insanlara dargın bakışları …
İsmet BOZDAĞ
10 Haziran 1975, Viyana
NOT: Bu şiir bir yerde yayınlanır fakat İsmet BOZDAĞ yayınlandığı eseri kaybeder, nerede yayınlandığını da, zamanla şiiri de unutur. 2002 yılında Sait BAŞER’in kitapçı dükkanında sohbet ederlerken Mehmet ÇOBAN isminde bir dost gelir. İsmet BOZDAĞ’ın adını duyunca “Ben sizin şu şiirinizi ezbere biliyorum yıllarca mitinglerde toplantılarda ezberden okudum” der. Bunun üzerine okumasını isterler ve Mehmet ÇOBAN bu şiiri ezberden okur. “Bir daha” derler bir daha okur. İsmet BOZDAĞ şiiri yazmasını ister Mehmet ÇOBAN da yazar ve verir. Bu olayın şâhidi Salih BALAKBABALAR da Mehmet ÇOBAN’dan bir kopyasını da kendisine yazıp postalamasını rica eder.
Salih Ağabey Mehmet ÇOBAN’ın üşenmeyip tekrar yazdığı bu şiiri bana da okudu ve benden daktilo etmemi istedi. Ben de, bir yandan Avrupa Birliği’ne girmek için Avrupalı’dan aman dilediğimiz şu günlerde ecdâdımdan utanarak bir yandan da Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya rahmet, yazandan ve tekrar yazılmasına vesile olanlardan Allah (C.C.) razı olsun duasıyla bilgisayarda yeniden yazdım . . .
Alparslan BABAOĞLU
Bulgurlu
7 Nisan 2002
23.52