Aslında bu sorunlar sadece yakın zamanlarda dünyaya egemen olan neo-liberal görüşün ürünü de değil. Daha gerilere giderek bir şirketin varlık sebebi nedir diye sormamız lazım. Özellikle Amerika’da egemen olan şirketler kültüründe baştan itibaren bir şirketin başlıca görevinin hissedarlarına en yüksek karı getirmesi olduğu kabul edilmiştir. Ancak daha pandemi başlamadan bu düşünce çizgisi sorgulanmaya ve değiştirilmeye başlanmıştı. Şirketler sadece kar saikiyle hareket etmelerinin uzun vadede varlıklarını sürdürmelerini ve başarılı olmalarını zorlaştırabileceği düşüncesine daha yoğun ilgi göstermeye başlamışlardı. “Şirketlerin sosyal sorumlulukları” sözleri giderek daha sık duyulur olmuştu. Salgın ise şirketlerin toplumsal rolleri üzerinde daha ciddi düşünmelerini tahrik eden bir tetik işlevi görmüştür.
*****
Prof.Dr. İlter TURAN
Tarihe baktığımız zaman, şu anda yaşadığımız türden salgınların kalıcı etkileri olduğu görülüyor. Veba salgını kamu sağlığı fikrinin gelişmesinin yolunu açtı. Büyük İktisadi Buhran sosyal güvenlik sistemlerinin gelişmesine yardımcı oldu. Şu anda da, abartamadan söyleyelim, hayatta ancak bir defa yaşanacak türden bir bunalımdan geçiyoruz. Bunu aştıktan sonra toplumlar nasıl bir görünüm verecekler.
Devlet kurumlarında ne tür değişimler göze çarpıyor?
Şu anda geride bırakmakta olduğumuz neo-liberal düzende devletin piyasa ekonomisine müdahalesine karşı genel bir alerji duyuluyordu. Ancak yaşamakta olduğumuz ve bir yandan ülkelerin ekonomilerini tamamen felç, diğer yandan çoğu özel işletmenin varlığını tehdit eden salgın devletin ekonomideki rolünü ve özel girişimle ilişkilerinin niteliğini yeniden tanımlamamıza vesile teşkil ediyor. Gerçek şu ki, şayet devlet yardımı alamazlarsa, birçok işletme iflas edecektir.
Bir de işsizlik sorunu var. İnsanlara varlıklarını devam ettirmelerini sağlayan bir gelir ve gelecekte tekrar istihdam edileceklerine dair bir ümit verilmediği takdirde, genellikle otoriter yöntemlere başvurarak toplumu baştan aşağı değiştirmeyi vaat eden radikal hareketlere yöneleceklerdir. Bu olasılık üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gerekiyor.
Bir üçüncü boyut daha var: Karşımızda etkisi sadece bir sosyal veya siyasi sınıf üzerinde hissedilmeyen, sadece bir bölgede veya ülkede ortaya çıkmayan, küresel bir sorun var. Bir ülke nüfusunun bir kesimi bile yeterli sağlık hizmeti alamadığı takdirde, hastalığın bütün topluma ve bütün dünyaya yayılma potansiyeli mevcut. Bu gerçek bize nüfusun her kesimine sağlık hizmeti verilmesinin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Şu anda yaşadığımız zor zamanlar neo-liberal devlet anlayışının en azından evrensel sağlık hizmeti vermek ve bunalım dönemlerinde ekonomiye destek sağlamak açısından gözden geçirilmesi gereğine işaret ediyor.
Sağlık hizmetleri ve istihdam, aslında toplumların karşı karşıya bulunduğu daha derin sistem sorunlarının varlığının göstergeleri. Sizin de belirttiğiniz gibi, bu sorunlar serbest piyasa ekonomisi ve şirketlerin ihtiyaçlarına odaklanan neo-liberal dünya görüşünden kaynaklanıyor. Bu sorunlara nasıl çözüm aramalıyız?
Aslında bu sorunlar sadece yakın zamanlarda dünyaya egemen olan neo-liberal görüşün ürünü de değil. Daha gerilere giderek bir şirketin varlık sebebi nedir diye sormamız lazım. Özellikle Amerika’da egemen olan şirketler kültüründe baştan itibaren bir şirketin başlıca görevinin hissedarlarına en yüksek karı getirmesi olduğu kabul edilmiştir. Ancak daha pandemi başlamadan bu düşünce çizgisi sorgulanmaya ve değiştirilmeye başlanmıştı. Şirketler sadece kar saikiyle hareket etmelerinin uzun vadede varlıklarını sürdürmelerini ve başarılı olmalarını zorlaştırabileceği düşüncesine daha yoğun ilgi göstermeye başlamışlardı. “Şirketlerin sosyal sorumlulukları” sözleri giderek daha sık duyulur olmuştu. Salgın ise şirketlerin toplumsal rolleri üzerinde daha ciddi düşünmelerini tahrik eden bir tetik işlevi görmüştür.
Örnek vermek gerekirse, şirketler ürettikleri mal ve hizmetleri satın alacak insanlara da ihtiyaçları olduğunu görmeğe başlıyorlar.
Evet, bu da belirtilebilir. Galiba işaret ettiğiniz daha genel husus ekonominin karşılıklı bağımlılığın hüküm sürdüğü entegre bir sistem olduğudur. Böyle bir sistemde, herhangi bir şirketin başarısı, büyük ölçüde içinde faaliyet gösterdiği ortam tarafından belirlenmektedir.
Salgın insanların çalışma yöntemlerini de değiştiriyor. Salgın iş hayatımızın yapılanmasına ne gibi değişiklikler getirebilir?
Biraz önce bir başka bağlamda kısaca ifade etmeye çalıştığım gibi, pandeminin gündeme getirdiği sorunlar zaten bir süredir gündemimize girmişti. Kriz sadece bunları büyütmüş ve ilgimizi yoğunlaştırmıştır. Örneğin salgın, iş hayatında yavaş da olsa denenmekte olan iktisadi hayatı elektronik aracığıyla yaygın olarak kısmen sanal düzeyde örgütlemenin mümkün olabileceğini göstermiştir. Burada vurgulanması gereken ortaya çoklu etkilerin çıkacağıdır: İşletmelerin ihtiyaç duyduğu “mekân” küçülecek, evden işe gidip gelmekle bağlantılı ulaşım talebi düşecektir. Söylediğim gibi, bu tür değişiklikler zaten başlamıştı, salgın bu deneylerin daha geniş çapta yapılmasını ve yeniliklerin benimsenmesini kolaylaştırıyor. Bunalımın eğitim sistemi üzerinde de etkileri olacağını unutmamamız gerekiyor. Yüksek öğretim alanında özellikle Amerika’da bazı internet üniversiteleri hali hazırda faaliyet gösteriyorlardı. Ancak, şimdi klasik üniversitelerin de daha fazla sayıda sanal dersi müfredatlarına katmalarını bekleyebiliriz. Tabii, bütün bu değişikliklerin ne gibi olumsuz sonuçları olabileceği hakkında şu anda hemen hemen hiç fikrimiz yok.
Büyük bir sosyal deneyden bahsettiğimiz söylenebilir mi?
Sanıyorum “deney” çok doğru bir kelime. Pandemi bize varlığından haberdar olduğumuz, hayatımıza yavaş bir tempo ile girmeye başlayan teknoloji ve yöntemleri daha çok kullanmamız için fırsat yaratmıştır. Bu değişikliklerin bazıları henüz sadece fikir seviyesindeydi. Pandemi, yenilikleri hem devreye sokmamız hem de daha çok kullanmamız için tam bir itici güç oluşturmuştur.
—————————————-
Kaynak: