Bohr’un Hindisi

Ben Akçaabatlıyım. Biz peynir eritmesiyle yapılan yemeğe kuymak deriz. 70 kilometre doğuda ise aynı yemeğe muhlama diyorlar. Hâlbuki yine Akçaabat’ta muhlama yumurtanın ıspanağa mıhlanarak yapıldığı yemeğin adı. 

Bir yemeğin, sebzenin, meyvenin veya hayvanın ismi neye göre belirleniyor? Mesela Tokat tavuğu mu, Beç yani Viyana tavuğu mu? Malta eriği mi, yeni dünya mı? Aslında bu süslü tavuk Afrika, meyve ise Çin kökenli. 

Hindi, mısır, kabak, patates, fasülye bizim Amerika keşfedildikten sonra tanıdığımız şeyler. Ama Danca, Hollandaca, Fince ve Norveççe hindinin adı, Güney Hindistan’daki Calicut kentinden geliyor. Kuzey Amerika’ya İngilizlerden hemen sonra ulaşan Fransızlar da bizim gibi… Hint’e atfen dinde adını kullanıyorlar. Bu kadar mı? Değil… Portekizliler hindiye “peru” diyorlar. Malezya’da felemenk tavuğu, Brötonca ispanyol tavuğu, Araplar rum kuşu, etiyopya kuşu diyorlar. 

Finler Peru’ya atfettikleri patatese peruna diyorlar. Macarlar patatese Fransızlara atfen Burgonya diyorlar. Patatesi Bavyera Veraset Savaşı (1778-79) vesilesiyle tanıyan Çekler bu bitkiye Brandenburg’a atıfla Brambory diyorlar. Çekçe Turek hem Türk demek, hem de kabak bitkisi için kullanılıyor. Amerika kökenli kabağı Türklerden almış olmalılar ya da bu durum bal kabağının kavuğu çağrıştırmasından ötürü olabilir. Yine biz “mısır” dedik. İtalyanlar Türk tahılı anlamında grano turco, İngilizler de turkey wheat demişler. Bunları bir noktaya kadar anladık diyelim. Peki niye bizim hindi dediğimize Hintler tarki diyor? Ne oldu? Hindi ortada kaldı.

Asura Hindu mitolojisinde tanrıların ya da insanların düşmanı devler ya da iblisler, İran’da ise ahura tam tersine yüce Tanrı anlamında. Yine İran’da devalar iblis, Hindularda devalar ilahi ve olumlu varlıklar… İşin ilginç tarafı İran’da hindiye bukalemun diyorlar. Tekrar sayalım tarki, calicut, peru, felemenk tavuğu, ispanyol tavuğu, rum kuşu, etiyopya kuşu, bukalemun… Muhtemelen başka acayip isimleri de vardır. Böylece birkaç dil bilen birisine göre hindi hayvanı çoklu ve karmaşık bir tanım oluyor.

Platon’da, Leibniz’de Kant’da, Husserl’de fenomen dediğimizde birbirinden farklı şeyler kastediliyor değil mi? Platon’da fenomen kusursuz ve ebedi olan ideaların bozuk, geçici kopyaları, yani hakikat olmayandır. Kant’a göre fenomen insan idrakinin dışındaki “numen”e karşıt bir şekilde duyularla algılanabilen ve nedenselliğe tabi olandır. Edmund Husserl’de ise fenomen buna zıt bir şey. Husserl’de fenomen algılanan nesnelerin dünyası değil nesnelerin özüdür. Yani fenomen Husserl sayesinde hindiye dönmüş durumda. Belki bir an bunların hepsini çoklu bir tanım olarak düşünmeliyiz. Bu durumda de olur? Bazen hakikat alanı olarak görmediğimiz bazen de hakikat alanında tanımladığımız değişken bir fenomen tanımına ulaşırız. Fenomenin bazen hindi, bazen tarki olması bir bukalemun olarak tasavvuruna yol açabilir.

Niels Bohr’un görüşleri bize yardımcı olacak. Bohr dünyanın iyi bir şekilde tanımlanmış olduğu fikrinden vazgeçmemiz gerektiğini savunuyordu. Bohr’a göre dünya, biz ona bakmadığımız zaman kesin özelliklere sahip değildi. Ona bakmadığımızda, bildiğimiz haliyle dünyanın gerçekten orada olmadığını söylüyordu.

1930 yılında düzenlenen altıncı Solvay Konferansı’nda Einstein belirsizlik ilkesine güçlü eleştiriler getirmişti. İçinde elektromanyetik radyasyon ve kutunun duvarındaki kapağın açılmasını kontrol eden saat bulunan bir kutu düzeneğinden yola çıkarak görüşünü anlatmaya başladı. Kapağın açılması sırasında, kutunun içindeki fotonlardan birinin delikten kaçtığını varsayacağız. Burada fotonun taşıdığı enerjiyi belirlemenin bir yolunu bulmak gerekir. Burada Einstein kütle – enerji denkliğine başvurur. Bir nesnenin kütlesinin bilinmesinin, onun enerjisi hakkında kesin bir bilgi içermesi yani onun meşhur e=mc² si… Eğer kutu kapağın açılmasından önce ve sonra tartılırsa ve kutudan belirli bir miktarda enerji kaçmışsa, kutu daha hafif olacaktır. Ayrıca, saat parçacığın dışarı kaçması olayının gerçekleştiği zamanı gösterecektir. 

Konferans katılımcılarından Leon Rosenfeld, olayı birkaç yıl sonra şöyle tarif etti:

“Bohr için gerçek bir şoktu… ilk başta bir çözüm düşünemedi. Tüm akşam boyunca son derecede tedirgindi ve birkaç bilim adamıyla konuşarak onları böyle bir şey olamayacağına, Einstein haklı olsaydı bunun fiziğin sonu olacağına ikna etmeye çalıştı, ancak paradoksu çözmenin bir yolunu bulamadı. Kulüpten ayrılırken iki rakibin görüntüsünü asla unutamam: Uzun boylu ve otoriter yapısıyla sakin bir şekilde yürüyen, hafif ironik bir gülümsemeyle Einstein ve heyecanla yanında yürüyen Bohr…” 

Ama ertesi sabah her şey farklıydı. Bohr kongreye müthiş bir geri dönüş yaptı. Einstein’ın argümanının şüpheli olduğu ortaya çıktı. Daha da önemlisi, Einstein’ın teorlerine başvurarak bu sonuca vardı. Gravitasyonel kütle ile eylemsiz kütle arasındaki Eşdeğerlik, Özel Görelilik’teki zaman genişlemesi ve bunun sonucu olan Kırmızıya Kayma. Bohr, Einstein’ın deneyinin işe yaraması için kutunun kütleçekimi alanının ortasındaki bir yay üzerinde asılı kalması gerektiğini gösterdi. 

Kapak açılıp bir foton kutuyu terk ettiğinde, ortam ile bağlantı oluştuğu için başka fotonlar kutuya girecek ve kütleçekimsel alan değişecekti. Fotonun kutudan çıkması kutuyu hareket ettirecekti. Kutunun kütlesini ölçmek için kutuyu eski konumuna geri getirmek lazımdı ve bunun için dışarıdan bir kuvvet uygulanması gerekecekti. Bu kuvvet uygulandığında sistemin enerjisini değiştirecek, değişen enerjiyi dengelemeye çalışan sistem foton alışverişine girişecek ve bu da konumu değiştirecekti. Bohr bu döngüden dolayı enerji ve zaman arasındaki belirsizliğin devam edeceğini ortaya koymuştu.

Yazar
Mustafa Kadir ATASOY

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen