Mustafa TEZEL
Türkiye’nin yaklaşık beşyüz yıldan buyana en önemli sorunlarından birisi, tasarruf yetersizliğidir.
Hâlihazırda iktisâdî alanda en önemli rakiplerimiz arasında bulunan Güney Kore ve Çin gibi ülkelerde, GSYİH’nın yaklaşık yarısı tasarruf edilir ve bu tutar her yıl yeniden yatırımlara yönlendirilir. Böylece, bu ülkelerin hızlı ve istikrarlı bir şekilde kalkınabilmesi mümkûn olabilmektedir.
Ülkemizde ise, pek çok sebepten ötürü, Toplam Tasarruf/GSYİH oranı, olması gerekenin yarısından daha azdır. Bu açık, öncelikle dış borçlanma ile telâfi edilmeye çalışılmakta, bu da pek çok sorunu berâberinde getirmektedir.
Vakıa, yaklaşık beş asırdan buyana, ülkemizde, en önemli üretim faktörlerinden birisi olan sermâyenin mâliyeti Avrupa’dan daha yüksektir. Daha da önemlisi, yatırım için gerekli sermâyeye ödenen bedel, yapılacak yatırımın muhtemel getirisinden de -umûmiyetle- daha yüksektir. Bu durumda, yatırım yapmak akıllıca bir iş olmayacağından, ülkemizde -zâten yetersiz olan- tasarrufların mühim bir bölümü “altın, döviz, gayrımenkûl” gibi spekülâtif yatırım araçlarına yönelmektedir. Bu alanlara yapılan yatırımın ülke kalkınmasına, istihdam, refah ve ihracat gibi alanlara herhangi bir katkısı olmamakta, tam aksine zâten kıt olan sermâyenin edinme mâliyetini daha da artırarak, yatırım yapılmasını zorlaştırmaktadır. Bu şartlar altında üretim, istihdam ve ihracat artışı sağlayacak yatırımların yapılabilmesi, çoğunlukla teşvikler yoluyla mümkün olabilmektedir. Bu da, devlete bağımlı, “devletle/hükûmetle iyi geçinmek zorunda olan” bir yatırımcı tipinin ortaya çıkması sonucunu doğurmakta, dolayısıyla Batı’da modernleşmenin, demokratikleşmenin, aydınlanmanın muharrik gücü olan “burjuva” sınıfı benzeri bir iş âleminin teşekkülüne imkân vermemektedir. Ülkemizde, sıklıkla şikâyet ettiğimiz “yozlaşma”nın önemli nedenlerinden birisi bu durumdur.
Tasarrufları artırmanın pek çok yolu vardır. Bunlardan en önemlisi, para ve sermâye piyasalarının geliştirilmesidir. Borsa, sermâye piyasasının en önemli araçlarından birisidir. Şahıs ya da âile şirketleri, hisselerinin bir kısmını borsada yatırımcılara satmak sûretiyle düşük mâliyetli kaynak elde ederler. Düşük mâliyetli bu kaynaklar yeniden yatırıma yönlendirilerek, üretim ve istihdam artırılır. Yapılan yatırım sonucunda ithâlát miktarı azalacağından ve/veyâ ihracat artacağından, ülkenin dış ödemeler dengesine de olumlu katkısı olur. Dış açıklar (dış ticâret açığı, cârî açık), ülke servetinin dışarı aktarılması sonucunu doğurur. Elán yaşamakta olduğumuz iktisâdî sorunların başta gelen sebeplerinden birisi, dış ödemeler dengesinin açık vermesidir (2022 sonu itibâriyle, dış ticâret açığı 110 milyar dolar; cârî açık, 47 milyar dolar).
Ülke refahının artması için, üretim, istihdam ve ihracat artmalı, ihracâtın ithâlâtı karşılama oranı yükselmeli, mümkûnse ülkemiz dış ticâret/cârî fazla verir hâle gelmelidir. Borsanın gelişmesi, şirketlerin düşük mâliyetli ve herhangi bir vadeyle mukayyet olmayan kaynak teminini kolaylaştırır, şirketlerin kurumsallaşmasını, muhasebe düzenlerinin gelişmesini, vergi kaçak ve kayıplarının azalmasını, istihdamın artmasını, ortalama ücret seviyesinin yükselmesini, şirketlerin ar-ge faaliyetlerinin ve verimliliklerinin artmasını sağlar; yurt içinde rekâbetin artmasına imkân verir. Türk Şirketleri, uluslararası piyasalarda rekâbet gücü kazanır.
Tasarrufların “altın ve döviz” gibi yurt dışından ithál edilen, -dolayısıyla da ülkeden servet çıkışına sebebiyet veren- yatırım araçları yerine, yatırım ve istihdâmın artmasına, dış dengenin düzelmesine imkân veren yatırımlara yönelmesi, ülke refahının artmasına çok büyük katkı sağlar.
Kezâ, gayrımenkûle yapılan yatırım, servetin toprağa gömülmesinden başka bir şey değildir, ülke kalkınmasına katkısı son derece sınırlıdır, verdiği zarar çok daha büyüktür. Gayrımenkûl fiyatlarının artışına sebebiyet verdiği için, yatırımların mâliyetini artırır, Kezâ, çalışanların konut edinmesini ya da kiralamasını zorlaştırdığından, refah seviyesinin düşmesine yol açar.
Hülâsa, borsanın gelişmesi, ülke refahının artırılması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Ülkemizde, “ülkenin gelişmesi, refah seviyesinin yükselmesi” bakımından borsanın taşıdığı önem, uzun yıllar boyunca -ülkeyi yönetenler tarafından dahi- yeterince anlaşılamamış, borsa âdetâ bir “oyun yeri” olarak görülmüş, hisse senetlerine yatırım yapanlara çoğu zaman “kumarbaz” gözüyle bakılmıştır. Borsanın fiîlî olarak faâliyete geçtiği 1986 yılından buyana yaşanan çeşitli krizlerde (1990-91 Körfez Krizi, 1994 kur krizi, 1998 Asya/Rusya krizi, 2001 mâlî kriz, 2008 küresel mâlî kriz vb) borsada yatırım yapan yatırımcıların önemli kayıplara uğraması da, borsa hakkında kamuoyundaki bu olumsuz algının güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Günümüzde, Türk Borsası, kurumsallaşma yolunda çok önemli adımlar atmıştır. Bireysel Emeklilik Fonlarının kurulması ve yaygınlaşması, aracı kurumların daha profesyonelce yönetilir hâle gelmesi, SPK gibi düzenleyici kurumların -zaman zaman haklı eleştirilere muhatap kılınmalarına rağmen- faâliyetlerini giderek daha etkin bir şekilde ifâ ediyor olmaları, Türk Hisse Senetlerine yapılan yatırımların seneler geçtikçe daha güvenli, istikrarlı ve yüksek kazançlı hâle gelmesinde etkili olmaktadır. Nitekim, daha önce % 70’lerin üzerinde olan yabancı yatırımcılarının payının % 30’ların altına düşmesine rağmen, Türk Borsası, 2022 yılında, dolar bazında % 100’ün üzerinde getiri sağlayarak (Ki, bu oran, Dünyâda, 2022 yılındaki en yüksek getiridir.), yatırımcısının yüzünü güldürmüştür.
Türk Borsasının 2022 yılında yüksek getiri sağlaması, ülkemizde hâlén yaşanmakta olan iktisâdî sıkıntıların olumsuz sonuçlarının katlanılabilir seviyede kalmasını temin ederek, ekonomide ve siyâsette büyük çalkantılar yaşanmasının da önüne geçmiştir.
Türk Borsasının gelişmişlik seviyesi hâlâ arzulanan seviyede değildir. Borsada işlem gören şirket sayısının birkaç binin üzerine çıkması (Bu sayı hâlén 500’ün altındadır), şu an 3 milyon civârında olan bireysel yatırımcı sayısının 10 milyon civârında olması, hemen her Türk’ün “bireysel emeklilik” hesabının bulunması, “gayrımenkûl alıp kiraya vermek” yerine, “kârlı şirketlere yatırım yapıp, emeklilikte temettü gelirleriyle geçinme” alışkanlığının artması vb. gelişmeler, yalnızca borsanın gelişmesini sağlamakla kalmayacak, ülkemizin kalkınmasına ve refah seviyesinin yükselmesine de çok büyük katkılar sunacaktır.
Türk Sermâye Piyasasının ve bu bağlamda orta ve uzun vâdede yapılması gerekenlerin tartışılması bu yazının konusu değildir. Ancak, içinde bulunduğumuz süreçte borsada oluşan panik satışlar, hiç vakit kaybetmeden ciddî önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Zîrâ, borsamızın son bir haftalık süre içerisinde % 20’ye yakın değer kaybetmesi (ki, bu sırada, pek çok hisse çok daha yüksek oranlarda değer kaybetmiştir), çözüm bulunamadığı takdirde, yakın gelecekte önemli siyâsî ve iktisâdî sonuçlar ortaya çıkarmaya muktedirdir.
Borsada bahsekonu düşüş için hâlihazırda ileri sürülen en önemli gerekçeleri şöyle sıralamak mümkûndür;
2022 yılında yüksek kârlar elde eden bâzı büyük yatırımcılar, seçimlerin öne alınabileceği ihtimâlinin belirmesi üzerine, belirsizlikten ürkerek, kârlarını realize etmek istemiş olabilirler (kâr cebe yakışır).
Merkez Bankasının, Bankaları TL mevduatları artırmaya zorlayıcı önlemleri, sermaye kontrollerinin gelebileceği şeklinde anlaşılan bâzı uygulamaları, piyasada tedirginliğe yol açmış olabilir.
Uluslararası piyasaların 2023 yılında resesyona girebileceği endişesi, bâzı büyük yatırımcıları satış konusunda erken davranmaya sevketmiş olabilir.
Borsanın fazla yükselmesini fırsat bilen yüksek sermâye sâhibi bâzı vurguncular, ellerindeki hisseleri sattıktan sonra, düşük fiyatlardan yeniden satın almak için, borsayı düşürmek istemiş olabilirler (vurgun operasyonu).
Seçim sonrası için pozisyon almak isteyen yabancı yatırımcılar, seçimler sonrasında yabancı yatırımcıları cezbedecek daha uygun bir ortam oluşabileceği öngörüsüyle, bâzı yüksek sermâyeli yerli yatırımcılarla da işbirliği yaparak, borsanın düşmesini sağlamaya çalışmış olabilirler.
Mevduat fâizlerinin negatif olması, dövizin durağanlaşması, gayrımenkûl fiyatlarının aşırı artması ve likiditesinin zayıf olması gibi sebeplerle borsaya yönelen ve önemli bir kısmı ilk defa borsada yatırım yapan milyonlarca insan, borsadaki düşüşle birlikte, birkaç gün içinde varlıklarının önemli bir kısmını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Borsadaki düşüşün bir çöküşe dönüşmesi, üstelik de seçimlerin arifesinde, milyonlarca insanın siyâsî tercihlerini etkilemekle kalmayacak, tasarruf sâhiplerinin -varlıklarını koruma endişesiyle- dövize ya da tüketime yönelmeleri sonucunu doğurabilecektir.
Önümüzdeki süreçte uygulanması muhtemel politikalar sebebiyle piyasada para arzının önemli ölçüde artmasının ihtimál dâhilinde olduğu anlaşılıyor. Artan para arzının dövize ve/veya tüketime yönelmesi, döviz kurlarında ve enflasyonda orantısız yükselişlere sebebiyet verebilecektir.
Çalışan ve emekli maaşlarının % 30-54 aralığında arttığı, baz etkisiyle de olsa enflasyonun düşmesinin beklendiği bir ortamda, döviz kurlarındaki ve enflasyondaki aşırı yükselişin ciddî siyâsî ve iktisâdi sonuçlarının olacağı muhakkaktır. Bu itibarlâ, borsada fiyatların istikrar kazanmasını sağlayacak “olağandışı” önlemlerin alınmasına şiddetle ihtiyaç olduğu inancındayız.
Düzenleyici kurumlar tarafından kredili işlemlerle ilgili sınırların genişletilmesi, açığa satış ve robot işlemlerinin yasaklanması gibi konularda alınan/alınacak önlemelerin bu ortamda yeterli olmayacağını düşünüyoruz. Kanâatimizce, para ve sermâye piyasalarında oluşabilecek dengesizliklerin önlenmesi için, vakit kaybetmeden daha kapsamlı ve derhâl sonuç verecek önlemlerin alınması gerekmektedir.
NE YAPILABİLİR?
Âcîlen şu iki önlemin alınmasının, borsanın istikrar kazanmasına yardımcı olacağına inanıyoruz;
- Hisseleri borsada işlem gören şirketlerin kendi hisselerini almalarının, bundan önceki süreçte de hisse fiyatlarının âdîl değerin altına düşmesini önlemede etkili olduğu görülmüştür. Fakat bu süreçte, şirketlerin, hisse alımları için özkaynaklarından yeterli fon ayıramamaları ihtimâl dâhilindedir. Bu sebeple, sözkonusu şirketlere, borsadan satın alacakları kendi hisseleri için, özkaynaklarıyla yapacakları alım tutarını aşmamak kaydıyla, düşük fâizli (meselâ, Merkez Bankası politika fâizi oranında) ve bir yıl vâdeli borçlanma imkânı tanınması uygun olacaktır. Kullanılan kredinin iki katı tutarında hisse teminat olarak alınabilir. Böylece önemli miktarda hisse dolaşımdan çekileceği için, borsadaki panik satışların önüne geçmek kabil olabilecektir. Borsada fiyatların istikrar kazanacağı konusunda kuvvetli bir beklentinin oluşması, sözkonusu alımların fiîlen yapılmasına bile gerek bırakmayabilir.
- Türkiye Varlık Fonu, mümkünse 5-10 milyar dolar sermayeli bir YATIRIM FONU kurmalı ve bu Fon’a, BIST100 endeksine dâhil şirketlerin hisseleri, dolaşımdaki hisse değerleriyle orantılı bir şekilde alınmalıdır. Böylesine önemli miktarda bir kaynağın “alım yönünde” devreye girmesi, birinci maddedeki önlemle birlikte düşünüldüğünde, hisse fiyatlarının derhâl istikrar kazanmasına imkân vereceği gibi, ilerleyen dönemde, Fon, yönetimi kendisinde kalmak kaydıyla, katılım paylarının bir kısmını halka arzederek, muazzam miktarda bir kaynağın sermâye piyasasına akmasını sağlayabilecektir. Üstelik, bu uygulama, muhtemelen borçlanma ile temin edilecek olan Fon sermâyesinin geri ödenme imkânını da ziyâdesiyle kolaylaştıracaktır.
Bu iki önlemin alınması, borsadaki düşüşün derhâl durmasını sağlayabileceği gibi, kur ve enflasyon konusunda yaşanan belirsizliğin de önemli ölçüde ortadan kalkmasını temin edecektir.
Bu önlemlerin ya da “derhâl etkili olacak” benzeri önlemlerin alınmasında geç kalınmamasını temenni ediyoruz.