Geçenlerde bir yerde Edip Akbayram’ın “Boşu Boşuna” şarkısına denk geldiğimizde bundan buruk ama yoğun bir tat aldık. Bu yazının da konusu bu; anlam düzeyindeki boşluk….
Şarkının youtube kısayolunu hemen koyayım da isterseniz açın, bunun anlatmak istediğim kimi şeyleri anlatabilmemi kolaylaştıracağını düşünüyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=32wAuElFy9o
Tanrım bana ömür vermiş Ömür vermiş boşu boşuna Boşu boşuna, boşu boşuna Vücuduma bir can girmiş Bir can girmiş boşu boşuna Boşu boşuna, boşu boşuna Su akar deryaya varır Deryadan mahi çıkarır Gökyüzünde yağmur olur Gökyüzünde yağmur olur Damlaları boşu boşuna Boşu boşuna,boşu boşuna Süleyman bir sultan olmuş Süleyman bir sultan olmuş Saltanatı boşu boşuna Boşu boşuna boşu boşuna
Beste bizim halk müziği ögelerimizi taşıyor…Sözlerde de hayli yerel ögeler var…Bu Edip Akbayram’ın Allah vergisi muhteşem sesi ve Türk Halk müziğine özgü o enfes yanıklıkla birleştiğinde pek güzel bir şey çıkar ortaya.. Ama bizim geleneksilliğimizde pek olmadığı kadar nihilistiktir mesaj; tüm bunlar boşu boşunadır.
Ve bana göre mesajı doğru alan bir dinleyicinin yorumunda (“Boşu boşuna” diyebilmek her birimizin acaba kaç yılını aldı?) da zımnen içerildiği gibi burada bu “boşu boşunalığın bilinicine varılması bir bilgelik olarak sunulmaktadır. Süleyman’ın saltanatı bile boşu boşunadır, hatta bırakın Süleyman’ı vücudumuza can boşu boşuna girmiştir. Adeta irfani bir vurguyla saltanatı birşey zanneden gafillere onun boşluğu hatırlatılmakta. Esasında saltanatın pek de dolu bir şey olmadığı irfanımıza pek de uzak olmasa da, bildiğimiz irfana göre doluluğun ta kendisi olan “can” “Musa’nın Asası” nasıl boşu boşuna olur? Bilgeliğin varacağı yer nihilizm mi olmalıdır?
Boşluk konusunu ileri götürmek için onun farklı bir sunumunu daha ele almamız gerekiyor; bu Ajda Pekkan’ın “Hepsi Boş” şarkısıdır. İşte onun da klibi https://www.youtube.com/watch?v=yBkUe3RH6QI
Ve sözleri
Hepsi boş hayatta ,
Bir sev de anla Her şey boş değilse Gel de kanıtla. İstersen güneş ol Al da ısıt ellerimi İster yağmur ol yağ Ağlat gözlerimi. Hepsi boş sonunda Boşsa nasılsa İnsan yaşamazdı Hayalleri olmasa. İster rüzgar ol es Es de karış şarkılara Bir an yaşat bana Değsin dünyalara. Hepsi boşsa Neden yaşıyorum ben Hepsi boşsa Neden ağlıyorum ben.
Ajda Pekkan’ın en popüler zamanlarına (1979) denk gelen bu şarkı da yerel çağrışımlar pek azdır. Kanaatime göre söylediği şarkıların sözleri Ajda Pekkan’ı temsil etmez. O bu konuda profesyoneldir. İçkinin zararlarına karşı (İçme sakın, içme sakın……) bir şarkı söyleyebildiği gibi böylesi şeyleri de rahatlıkla beraber söyleyebilir. Arabeski de araya katabilir.
Bu şarkıda “boşluk” un farklı bir sunumu vardır dediğimiz gibi.. Daha estetize, daha modern.. Modern bilgi felsefesine (Davudoğlu’nun gündelik dile yakınlaştırdığı formuyla epistemolojiye) daha yakın; “gel de kanıtla”.. Şunu anlamakda zorlanıyoruz; “sev de anla” dan kasıt sevginin bile boş olduğumudur? Yoksa modernlerin zaman zaman yaptığı gibi bu hiçliği aşmanın yegane yolunun sevgi olduğu mu? Sanki birincisi gibi. Bize her şeyin boş olduğunu anlatan şey sevgimidir? Bu nasıl olur? Belki de zaman zaman yapıldığı gibi anlam tamamen ortadan kaybolduğu zaman bir çeşit sözde-Hıristiyan yaklaşımla herşeye anlam veren şeyin sevgi olduğu düşünülebilir. Bu nedenle adeta bir genç kız romantizmiyle insan “sevgiyi bulduğunu” zannettiği zaman mı esas anlamsızlık daha da güçlü olarak ortaya çıkar? Son sığınak sevgi de mi boştur? Yine hayli modern bir şekilde bir başkasının kendisine “dünyalara değecek bir an” yaşatabileceğini düşünür. Ama “el çabukluğu”na benzetmeyle türeteceğim bir tabirle bu bir “dil çabukluğu” dur. “Dünyalara değecek bir an” ne kadar istenir bir şey olursa olsun bahsedilen boşluğu dolduracak bir şey değildir. sadece bir süreliğine bizi bu kabustan uzak tutabilir hepsi bu.
Yukarıda esasında içi boşaldığı için edebiyatlaşmış bir Hıristiyanlığın “sevgi” vurgusuna değinmeye çalıştım. Tüm bu anlamsızlık-boşluk sorununu sevgi çözebilir mi? Tek başına sevgi? hele ki büyük sevgilerin bile 7. sene usantısına yenik düştüğünün konuşulabildiği bir dünyada sevginin gücü nedir? Burada size başka bir şarkıyla cevap vereceğim; biraz Türkiye’de Sezen Aksu’nun temsilcisi olduğu “düşünür şarkıcı” modelinin İngiliz karşılığı Kate Bush’un “Sevgi de Öyle” (And So is Love) şarkısı;
https://www.youtube.com/watch?v=qxrwE6Hc9UA
Şu vurguyu yapmak durumundayım; Kate Bush herhangi bir şarkıcı değildir, O “Rock’ın dahisi ” lakabına layık görülmüş şair, besteci, düşünür bir bayandır. Ve ne de bu şarkı bir Arabesk şarkısıdır, bu tam tersine en elit bir İngiliz’in hayata dair dürüst bir farkedişidir; sözleri biraz kısaltarak Türkçeye çeviriyorum;
Sen bana sevinci verirsin, ben de sana..
Eskiden derdik ki “Ah..Genciz”
Ama şimdi görüyoruz ki hayat hazindir.
Ve sevgi de öyle..
Ah bebeğim sevgi için yaşa…
Ve her ne olursa olsun,
kayda değer olan nedir ki?
Sahip olduğumuz tek şey bu.
Yetmez mi?
Hayat hazin aşk da öyle..
Hata yapmama müsaade edersin
Seni daha çok sevişim bu yüzden
Hayat hazin aşk da öyle..
Hep aşk için
Aşk hatırına sen beni serbest bırak ben de seni
Yani Erol Göka’nın ustalıkla belirttiği gibi “aşka bu kadar yük yüklemeyin, tüm bu sorunları aşk çözemez”
Veya Bülent Ersoy’un Mezar Taşları şiirinde okuduğu gibi; https://www.youtube.com/watch?v=CZPvOkuAQxQ
Mezar taşları “sevgililere” pek bir ayrıcalık tanımamaktadır. .
Evet dönüp dolaşıp mezarlığa geldik…. ? Ama boşluk konusu bizi başka nereye getirebilirdi ki?
Bilgelik mi?
Estetik mi?
Kadere rıza mı?
Boşluk nedir? Bu kadar kolay geçiştirebilecek bir mesele olmayıp da; Yahudi Filozof David Michael Levin’in dediği gibi hakkında konuşsak da asla özüne erişemeyeceğiz, dipsiz ve karanlık bir uçurum, üzerimizde gezinen korkunç bir kabus mudur, nihai tehlike midir?
Hayli klasik bir Türk şarkısının dediği gibi “yalan dünya herşey bomboş, hancı sarhoş, yolcu sarhoş“
Evet boşlukla başladığımız yazıya şimdiden, hüzün ve sarhoşluk karışmaya başladı bile değil mi? ne yapalım “hayatın boş olduğunu kavrayan” bilgelikten sonra da hayat devam ediyor? İçmeyelim de ne yapalım? ?
İçkiyle başı dertte Teoman’ın “kayıp bir bavulum havaalanında, ya da boş bir havuz sonbaharda” dediği gibi..
İçmeyelim de ne yapalım? Şarkıların bize söylediğinin aksine aşkın bile doldurmadığı bu boşlukla ne yapalım?
9-10 yaşlarındayken, sadece siyah-beyaz tek kanalın olduğu dönemde “Maupassant Hikayeleri” diye bir seri başlamıştı. Haftada bir ünlü Fransız hikaye yazarı Guy de Maupassant’ın hikayelerinden birinin filmini izliyorduk; daha birincisi domdom kurşunu gibiydi;
Pek sıradan, gariban bir memur yakınlarının aracılığı ve desteği ile Matilda isimli bir kızcağızla evlenir. Bu kızcağız küçükten öksüz kalmış, varlıklı bir ailenin yanında evlatlık/hizmetçi olarak büyümüş bir kızcağızdır. Türkünün dediği gibi “bir yar sevdim o da benden yanıklı” durumudur bu. Matilda ne zevk, ne eğlence bilir çalışıp durur. Kazandıkları azıcık paradan nasıl tasarruf yaparım derdindedir. Bir gün bir iş arkadaşının düğünü gündeme geldiğinde adamcağız karısına bir eğlence yaşatmak ister. Düğüne gideceklerdir. Matilda’ya kendisine bir düğün kıyafeti dikmesi için kumaş alır. Matilda hayatında ilk defa öylesi sevinir ama daha sonra yine yüzüne gölge düşer. Yanında yaşadığı zengin aileden gördüğü gibi düğüne giderken bir de uygun bir takı gerekecektir. Neyse ki bunu da çözerler. yanında büyüdüğü aileden ödünç, değerli taşlarla süslü bir gerdanlık ödünç alır. Düğünden hemen sonra geri vereceklerdir. Neyse düğüne giderler ve güzel bir akşam geçirirler. Eve döndüklerinde Matilda dehşetle gerdanlığın boynunda olmadığını fark eder. panikle geri dönüp yolları araştırırlar, düğünün olduğu yere giderler ama gerdanlık yoktur. Mahvolurlar. Sonrada katışıksız bir dürüstlükle bir kuyumcuya gidip önceki kolyeden ayırt edilmezcesine benzer bir kolye alırlar ama çok büyük bir para borçlanırlar. Ev sahiplerine bahsetmeksizin kolyeyi verirler. Yıllarca da borç öderler. Matilda temizlikçiliğe vb de gitmeye başlar.Yıllar yıllar sonra Matilda bir parkta eski ev sahibine denk gelir. Ev sahibi onu çok çökkün gördüğünü söyler. Dürüst Matilda borcu bittidği için söylemekten beis duymaz. Tüm ömrü kolyenin borcunu ödemekle geçmiştir. Ev sahibi acı içerisinde o kolyenin aslında sahte olduğunu 3-5 kuruştan fazla etmediğini, ama garibanların şımartılmaması gerektiği “etik prensibiyle” (bizdeki “yüz verme yetime**** ” hikmetli sözüyle ifadesini bulan) ona onun değerli olduğunu söylediğini, kolyeyi geri aldıktan sonra da bir yerlerde kaybolup gittiğini bildirir.
Daha sonra Maupassant’ın çok sayıda hikayesini okudum. Yavaş yavaş kafamda 3 farklı hikaye kategorisi oluştu. Onun hikayelerinin bir grubu şen-şakrak gençlik aşk hikayeleriydi. Sonraki hikayeler kararmaya başlamış ve yukarıda anlattığım gibi çok sayıda “boşa giden” hayatlar konu olmuştu. Maupassant’ın bir dolu hikayesi bu türdendi. Daha sonra hikayeler kapkara olmuştu; sapkın felsefi katiller, caniler, ecinniler vb. ve Maupassant hayatının sonuna doğru çıldırır. Bu şekilde ölür.
Ya da deli-dolu Aysel Gürel’in (Yaşlı kadının bilgeliği dikkat edilmeye değer bir şeydir) bir Sezen Aksu şarkı sözüne (Tükeneceğiz) yazdığı gibi; https://www.youtube.com/watch?v=LyyZD8w2UKk
Ne böyle senle ne de sensiz yazık yaşanmıyor çaresiz Ne bir arada ne de ayrı olmak imkansiz hiç sebepsiz Ne hayallerle ümitlerle mutlu olmaktı dileğimiz Suçlu ne sensin ne de benim şimdi sensizim sen de bensiz Bir an gelip de küllenince , Yüreklerimiz dinlenince Başka sevgilerde teselli bulunca, İşte biz o gün düşüneceğiz Etrafımızı sarıverecek bir boşluk ki asla bitmeyecek Herşey bir anda anlamsız gelecek işte biz o gün tükeneceğiz.
Boşluk kendisiyle oyun oynamaya pek müsait bir şey değil anlaşılan.
Haydi bu karanlık merkeze girmeye çalışalım ve Ajda Pekkan’ın yukarıda gayet net sorduğu gibi soralım; hepsi boşsa neden yaşıyorum ben?
Onun dediği gibi “insan yaşamazdı, hayalleri olmazsa” ise durum bunlar ne çeşit hayallerdir;
Yüce bir gerçekliği anlayış düzeyimize indirmek için kurulan çağrıştırıcı semboller (Sedir ağacı, göklere çıkaran binek, yerin altına inen kahraman vb) mi yoksa boşluğun o korkunç yeisinden hiç değilse bir süre uzak tutabilmek için kurduğumuz zırvalar mı? Yoksa Sezen Aksu’nun “aldatıldık, aldatıldık, dünya böyle değil, sevda böyle değil” dediği ideolojilerin “uyanıkken görülen düşleri” mi?
https://www.youtube.com/watch?v=NoNqqsEwEF8
Ama daha önce de yazdığım gibi bunun sonu “kolu kanadı kırık kuşlar gibiyiz ayrı diyarlarda, bize saadet nasip şimdi uçuk rüyalarda” olmasın sakın..
Bir de gün gelip hayal bile kurulamayan günler, durumlar var…
Varmak istediğim sonuç şu;
Ne en süperinden sanat, ne entelektüellik, ne zekanın parıltıları, ne bilimin zirveleri, ne insanların itibarı tüm reddedilemez değerlerine rağmen nihai anlamıyla bu boşluğu gideremez ve anlam sorununu çözemez. Batı medeniyeti-kültürü hiç bir temel soruya, hayatı anlamla dolduracak hiç bir soruya cevap vermez. Kalbin son vuruşunda hayatımızı anlamla dolduruyor olmayan hiç bir şey şu anda da dolduruyor olamaz. ve boşluktan bilgelik çıkarmak isteyenler Maupassant’ın, Nietzsche’nin oynadığı aynı ateşle oynamaktadırlar. Edip Akbayram’ın şarkısının söylediğinin aksine can, Musa’nın Asa’sı vb “boşu boşuna” olmayıp doluluğun ta kendisidir.