Boy Adları Üzerine Birtakım Düşünceler

Antropolog Mikhail Gryaznov yerleşik düzenden göçebelik düzenine geçiş sürecinin mekanizmasını anlatırken bizlere birtakım düşünüşler de ilham etmektedir. Hepimizdeki genel alışkanlıklar nedeniyle göçebelikten yerleşik düzene geçişin hikâyelerini anlatırız. Oysaki göçebelikten yerleşik düzene geçiş hikâyelerinin çok öncesinde bunun tam tersi söz konusudur. Yani demek istediğim, yerleşik düzenden göçebelik düzenine geçiş hikâyesini pek umursamayız. Bu umursamazlığın sebeplerinden birisi herhalde göçebelik ile barbarlığı eş tutan Avrupa merkezci yaklaşımdır. Oysaki göçebe kavimler tüccarlardan ve muhtelif dinlerin misyonerlerinden daha fazla olarak kültür taşıyıcılarıdırlar. Mançurya’dan Macaristan’a kadar uzatılabilen muazzam büyüklükteki Avrasya Bozkırlarında Milattan Önce 4000 yılına götürülebilen yerleşik hayat kültürlerinin izleri arkeolojik kazılar ve antropolojik veriler ışığında saptanabilmektedir. Bu yerleşik hayatı yaşayanlar uzun bir süreçte göçebe ve konar-göçer hayat tarzını benimsemişlerdir. Avrasya Bozkırlarının toplumsal ve iktisadi koşulları ve elbette iklim değişmeleri buralarda yaşayan toplulukların hayat tarzlarını birkaç kez değiştirmiştir. Başlangıçta avcı-göçer olan bu topluluklar zaman içerisinde yerleşik hayata geçmişlerdir ve daha sonrasında ise yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü göçebe veya konar-göçer yaşam tarzını benimsemişlerdir. Fakat elbette göçebe hayat ile yerleşik hayat eşzamanlı yürümüş olmakla birlikte Avrasya Bozkırlarında göçebe veya konar-göçer yaşam tarzı bin yıllar boyunca ağırlık kazanmıştır. Binlerce yılın ardından bugün hâlâ Moğolistan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkelerde göçer çadırlarını görebilmekteyiz.

Antropolog Mikhail Gryaznov’a tarafımızdan özetleyerek kulak verelim: “Geç Bronz Çağı’nın bozkır toplumları beş yüz yıl boyunca kışlak ve yaylakları arasında yer değiştirirken yavaş yavaş sürekli göçebe yaşamına da hazırlanmışlardır. İyi binici idiler. Araba kullanmaya alışmışlardı. İ.Ö. 8. Yüzyıl civarında bunlardan bazı kabileler, büyüyen sürülerine taze çayır bulmak için, bozkırın değişik bölgelerinde göçebe yaşamına geçtiler. Bu geniş alanlar ancak savaşarak elde edilebilirdi. Bu yüzden de göçebeleşme bir aile ya da klan değil, bir kabile boyutunda olabilirdi… Böylece çok daha büyük sürüler beslenebiliyordu. Kabilenin savaşçıları ise, sürekli at üzerinde olduklarından yerleşik gruplarla yaptıkları çatışmalarda hep galip çıkıyorlardı. Üstelik zaten göçebe olduklarından, yaptıkları akınlar göçebe ekenomisinin düzenini de pek etkilemiyordu. Bu ilk göçebeler klan ya da kabileler halinde hareket ederlerken her ailenin öküzlerle çekilen bir arabası vardı. Bu araba, içinde doğulan, yaşanan ve ölünen evleriydi. Erkekler ata binerken kadınlar da araba kullanıyorlardı. Avrasya Bozkırlarının bütün yerleşmiş toplumları kısa bir sürede, göçebenin kesin üstünlüğü karşısında, aynı düzene geçme zorunluluğunu duymuştur. Bu yeni yaşam biçimi toplum örgütlenmesini de etkilemiştir… Bu gelişmeler sonunda, bozkırların değişik bölgelerinde farklılıklar gösteren kültürlerin giderek birbirine yaklaşıp bütün bozkır toplumlarının, geçmişten gelen mirasları ne olursa olsun, benzer kültürel özellikler edindikleri söylenebilir.”[1]

Bozkırların değişik bölgelerinde farklılıklar gösteren kültürlerin giderek birbirlerine yaklaşıp benzer kültürel özellikler edinmelerine güzel bir örnek Macar-Türk buluşmasıdır. Farklı diller konuşan Macarlar ile Türkler bu coğrafyada hem serbest kültür alışverişleri yoluyla hem de etnik karışma yoluyla benzeşmişlerdir. Macarların başlangıçta kuzeyli orman kavmi iken Türklerle buluşmaları sonucunda bozkır halkları arasına girdiğini düşünebiliriz. Avrasya Bozkırlarında pek çok topluluk vardı. Bunların hepsine Türk diyemeyiz. Yerleşik düzenden göçebe düzenine geçiş sürecinde birtakım kabilelerin (boyların) ortaya çıktığı anlaşılıyor. Kökleri çok eski zamanlara yaslanan Türk boylarının en azından bir kısmının işte bu İ.Ö. 8. Yüzyıl civarındaki göçebeleşme sürecinde teşekkül etmeye başladıklarını varsayabiliriz. Bu kabileler birleşip ayrılarak değişik adlar alabilmektedirler. Mesela, 24 Oğuz Boyu listesinde yer alan Bayındır boyu daha önceleri Kimeklerin bir boyu iken muhtemelen Yedisu bölgesinde bulundukları sırada Oğuzlara katılmıştır. Eymür boyu ise Uygurlardan bir boy iken daha sonrasında 24 Oğuz boyları arasında görüyoruz.[2] Çok büyüyen bir boyun çözülerek yeni boylar doğurduğu da malumdur. Elbette bu örnekler epeyce yakın zamanlara ilişkindir fakat boylar arasındaki geçişken hareketliliği bize gösteriyor. Avrasya Bozkırlarındaki hareketlilik nedeniyle Türkleşen boylar bulunduğu gibi Türklüklerini yitiren boylar da görülmektedir. Günümüze kadar adlarıyla birlikte gelmiş olan çok eski Türk boylarının nüveleri yukarıda sözünü ettiğimiz göçebeleşme döneminde atılmış olabilir. Yani şimdiki zamanda bile varlıklarını sürdüren boyların beş bin yıllık veya üç bin yıllık geçmişleri bulunabilir. Elbette beş bin yıl önceki göçebeleşme döneminde ortaya çıkan kabilelerin (boyların) adlarını bilmiyoruz. Yine de beş bin yıl önceki boyların adsız olmadıklarına kesin gözüyle bakabiliriz. Bu adlar zaman içinde değişmiş olabilirse de bazı boy adlarının çok az değişerek günümüze intikal edebildiklerini de düşünebiliriz. Çünkü sözcükler (ve adlar) binlerce yıl unutulmadan kalabiliyorlar. Bir etnogenezin kimliği ve dili asimilasyon yoluyla değişse bile adını koruyabiliyor. Bir zamanlar Türkçe konuşan Bulgarlar şimdi artık Slav kimliğine sahiptir fakat adı değişmemiştir. Kesin olmamakla birlikte, Hind-Avrupa dillerinden Farsçaya yakın bir dil konuşan Toharların zaman içinde Türkleşerek 24 Oğuz boyundan biri olan Döger boyunu meydana getirdikleri söylenmektedir. Görüldüğü üzere dil ve kimlik değişse bile ad ufak bir değişmeyle de olsa korunabilmektedir.

Bazı boy adlarının çok az değişerek günümüze intikal etmesine 24 Oğuz boyundan biri olan Bayındır boyunun adını örnek verebiliriz. Bu köklü boyun adı Bayandur-Bayındur-Bayındır biçimleriyle karşımıza çıkıyor. Yazılı tarih öncesindeki adı nasıldı, bay köküne bakarak tahmin yürütebiliriz. Ahmet Bican Ercilasun bay (zengin) anlamındaki kökten geldiği kanısındadır. Bayat boyunun adı da aynı köktendir ve bayat çokluk, bayan teklik biçimidir; –dur eki getirilerek Bayandur adı ortaya çıkmıştır; –dur ekini Çavuldur boyunun adında da görmekteyiz.[3] Kim bilir belki de Bayat ve Bayandur boyları yazılı tarih öncesinde birbirini doğurmuş olan iki kardeş boydur. Her iki boy adının kökünde gördüğümüz bay sözcüğü Türkçenin çok eski sözcüklerinden biridir. Bu eskilikten yola çıkarak Bayat ile Bayandur boylarının da kadim boylar arasında yer aldıklarını çıkarsayabiliriz. Sonradan ortaya çıkan siyasi birliktelikler nedeniyle boylar yer değiştirebilmektedir. Mesela Peçenek boyunu hem Oğuzların içinde hem Oğuzların dışında görebiliyoruz.

Saadettin Gömeç’in düşüncesine göre, çağlar içerisinde Oğuz federasyonuna çeşitli boylar girip çıkmıştır. Kök Türkçe yazılı kitabelerde Oğuzlar karşımıza Dokuz-Oğuz, Üç-Oğuz, Altı-Oğuz ve Sekiz-Oğuz biçimlerinde çıkmaktadır. Türk devletinin kargaşaya sürüklendiği bir sırada (bu kargaşa Hunlar zamanında da olabilir Göktürkler zamanında da olabilir), Oğuzlar başlarını kurtarmak için bir araya gelmiş kabileler birliği olabilir. Gömeç, Oğuzların 10. Yüzyılda 24 boylu teşkilat şeklinde son biçimini aldığı kanısındadır.[4] Türklerin bir bölüğü olarak Oğuzların kadimliği ayrı hadisedir, Oğuz federasyonundaki boyların sayısı ayrı hadisedir. Muhakkık ki Oğuzların bir çekirdeği vardı, bu çekirdekteki boyların sayısını kesinkes söyleyemiyoruz, fakat sonradan bu çekirdeğe muhtelif boylar katılmışlardır ve 24 boylu Oğuz teşkilatı son biçimini peyderpey almıştır. Bununla birlikte Oğuzları oluşturan boyların tarihlerini çok eski zamanlara taşımamız mümkündür.

Yerleşik düzenden göçebe düzenine geçiş sürecinde birtakım kabilelerin (boyların) ortaya çıktığı anlaşılıyor demiştik. Fakat yerleşik düzende de kabileler vardı. Mesela her Sümer kentini bir kabilenin kurmuş olması gayet anlaşılır bir keyfiyettir. Ur kentini Ur kabilesinin, Uruk kentini Uruk kabilesinin kurduğunu farazi olarak tahayyül edebiliriz. Her kabile kendi içinde bağdaşıktır. Kabileyi çok kalabalık bir aile (sülâle) biçiminde düşünebiliriz. Yerleşik hayatın gelişmesiyle birlikte etnik karışma da ister istemez vuku bulacaktır. Yine de uzun süreli yerleşik hayatın içinde farklı etnik unsurlar kaynaşarak ortak kimliklerini oluşturacaklardır. Yukarıda verdiğimiz farazi örneğe bakarak her kent adının bir kabile adından türediği sonucuna da varamayız. Çünkü kentlerin adları zaman içinde değişebilmektedir. Batı Türkistan’daki Sütkent ve Çimkent şehirlerinin adları muhtemelen kabile (boy) adları değildir. Kentler işlevlerine göre ad kazanabilirler. Bütün bu söz kalabalığının yanı sıra bir ihtimalden de söz edelim: Kimi boylar adlarını göçebeleşme sürecinde almışlardır ve kimi boylarsa yerleşik hayattaki kabile adlarını göçebe hayata geçtiklerinde de korumuş olabilirler. Yahut da yaşadıkları yerleşimin adını benimseyerek bu adı göçebe hayata geçtiklerinde boy adına dönüştürmüş de olabilirler (Şam yöresindeki Türkmenlere Şamlı Türkmenleri denmesi gibi).

Tarihin derinliklerinde bir adın kökü veya kaynağı unutulabilir. Halk etimolojisi bu kökü veya kaynağı bulandırabilir. Elbette anlamı açık olan (veya anlamı açıkmış gibi görünen) boy adları da vardır. Fakat bu açıklık bizi yanıltabilir. Mesela, Avşar boyunun adı aw– fiilinden gelmektedir ve avcı er anlamında değildir; aw– fiili “toplaşmak, üşüşmek” anlamındadır[5]; halk etimolojisi aw– fiilini unutarak ya da göz ardı ederek Avşar boy adını avlamak fiiline kolayca bağlayabilir. Muayyen bir boy adının anlamı apaçık görünse bile o boyun o adı niçin aldığını saptamak da kolay olmayacaktır. Muhtelif urukların toplaşarak Avşar boyunu meydana getirdiklerini varsayabiliriz. Bu makul bir varsayımdır. Peki ama diğer boylar da tarihin derinlikleri içinde muhtelif urukların (sülâlerin) toplaşıp yığışmasıyla meydana gelmediler mi? Öyle görünüyor ki Avşarlar –diğer bazı boylara nispetle– daha geç bir dönemde toplaşarak ortaya çıktıkları için, toplaşmaları muayyen bir dönemde göz önünde bulunduğundan ötürü Avşar adını almışlardır. Yine mesela Döger boyunun adı Ercilasun’un düşüncesine göre *tö– fiil kökünden gelmektedir ve *tö– fiil kökü “dönmek, yuvarlak olmak” anlamını taşımaktadır. (Yeni Uygurcada tügür yuvarlak demektir ve tügürek ise daire, çevre demektir. Yuvarlak bir nesne olan tekerlek sözcüğünün kökü de buradadır.)[6] Döger boyu Tohar kökenli de olsa Türk kökenli de olsa, niçin “dönmek, yuvarlak olmak” anlamını taşıyan bir kökten ad almıştır? İşte bunu saptamak neredeyse imkânsızdır. Belki de Türk boyları arasına sonradan katıldıkları için dönmek anlamında bir ad onlara diğer boylarca verilmiştir (Bizde sonradan müslüman olanlara dönme adı verilmesi gibi; müslümanlığı tercih eden Çinlilere döngenler adının verilmesi gibi.)

Türk boy adlarını Onogur (On Ogur) ve Dokuz Oğuz türünden siyasi adlardan ayrı tutmak gerekir. Bu türden adlandırmalar muhtelif akraba boyların ittifaklarını gösteriyor. Siyasi adlar dışındaki boy adları ise toplumsal işbölümüne işaret edebilecek türden etnik grup (etnisite) adlarıdır. Muayyen bir boy kendi adını kendisi mi seçmektedir yoksa ona komşuları mı ad vermektedir? Bu sorunun yanıtı açıktır. Hiçbirimiz doğduğumuzda kendi adımızı seçmiyoruz. Bize çevremizdekiler (anne-babamız veya diğer aile büyükleri veyahut da Korkut Ata gibi bir önemli kişi) ad veriyor. Etnik grupların adlarını da kendilerini çevreleyen diğer etnik gruplar veriyor. Çünkü ad vermek tanımlamaktır. Bizi kendimizden ziyade çevremizdekiler tanımlar. Oğuz Kağan destanında bunun izlerini görüyoruz. Uygur ve Kalaç gibi topluluklara Oğuz Kağan ad vermektedir. Bu adlar genelde toplumsal ilişkiler ağının doğurduğu adlardır. Karakoyunlu, Akkoyunlu, Sarıkeçili, Karakeçili ve Ağaçeri adlarında bu toplumsal ilişkiler ağını görebilmekteyiz. Bu türden adlar siyasi adlar değildir ve toplumsal işbölümünü hatırlatan meslek adları gibidir.

Elbette ki başlangıçta siyasi bir ad olup da sonradan etnik grup adına çevrilmiş, veriliş nedeni unutulup etnisite adına dönüşmüş boy adları da karşımıza çıkabilir; boylar birliği anlamındaki Oğuz adı böyle bir addır; muhtelif boyların siyasi ittifakını belirten Oğuz adı akıp geçen zaman içerisinde kavim adına dönüşmüştür; Uygur adı da böyledir; Bulgar kavminin adı başlangıçta siyasi ittifakı belirtirken artık bir kavim adı haline gelmiştir. Bütün bunların yanı sıra, oymak ve boy adlarında muntazam bir teşkilatçılık zekâsı aramamız da gerçekçi olmayacaktır. Adlar bozkır yaşamının olağan sürecinde birtakım tesadüflere bağlı olarak da seçilebilir. Yani demek istediğim, oymakların ve boyların adlarının ne olacağına bir mekanizma, bir erk, bir kurultay toplanıp karar vermiyor. Boy adları hayatın akışı içerisinde birtakım tesadüflere bağlı olarak kendiliğinden ortaya çıkıyor. Hiç kimse Salur adında bir boy öngörmüyor. Boyların ortaya çıkışları birer tâlihtir. Adlar birer tanımlamadır demiştik. Salur (Salgur) boyunun adı sal– fiil kökünden türetilmiştir ve büyük ihtimalle ‘saldırgan boy’ anlamındadır. Bayındır (Bayandur) boyunun adı zengin-varlıklı anlamındaki baykökündendir. Alayundlu boyunun adı çokça sahip bulundukları alaca atlardan gelmektedir. Bu örneklere bakarak boy adlarının birer realist tanımlama olduğunu görebiliyoruz. Boy adları efsanelerden değil, hayat gerçekliklerinden çıkartılıyor. Kabaca veya gelişigüzel tanımlarsak; demek ki Bayındır boyu tarihin muayyen bir zaman diliminde çok varlıklıydı ve işte bu varsıl görüntüsüyle dikkatleri çekip tanımlanmıştı. Bayındır boyunun üyeleri kendilerine ad vermediler; çevre boylar onlardaki zenginliği görerek bay (zengin) kökünden ad seçtiler. Salur boyunun saldırganlığı çevre boyların dikkatlerini çekince sal– fiil kökünden yola çıkarak Salgur adını bu topluluğa uygun gördüler. Bu pratik adlandırma her çağda geçerlidir. Bir topluluğu süreğen bir şekilde devinim halinde görürseniz o topluluğa yörük dersiniz; bir topluluğu şehirlerde devinimsiz görürseniz o topluluğa yatuk dersiniz. Çünkü adlar birer göstergedir. Muayyen bir topluluğun en belirgin görüntüsü her neyse o görüntüden o topluluğun adı ortaya çıkar.

Alaca renkli atlar yetiştirmeyi bir meslek, diğer boylara nispetle daha fazla saldırganlığı bir meslek, zenginliği bir meslek, ormanlık yerlerde konup göçerek ağaç işleriyle uğraşmayı bir meslek sayarsak (ki öyledir) bu durumda Alayundlu, Salgur, Bayandur, Ağaçeri adları pratik hayatın içinde kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Burada teşkilatçılık zekâsı aramamıza gerek yoktur. Hangi boyun alaca atlar yetiştireceğine, hangi boyun orman kenarlarında yaşayarak ağaç işleriyle uğraşacağına kurultay karar vermiyor. Tâlih onları bu mesleklere yönlendiriyor. Hangi boy hangi alanda uzmanlaştıysa bu uzmanlık o boyun alâmetifarikası haline geliyor.

Metin Savaş

[1] Doğan Kuban, Batıya Göçün Sanatsal Evreleri, sayfa 40-41, Cem Yayınevi, İstanbul 1993. – Mikhail Gryaznov, Southern Siberia, Nagel Publishers, Geneva 1969.

[2] Bakınız: Ayhan Pala’nın Sır Derya Oğuzlarının Menşei adlı makalesi, Altay Communities kitabı içinde sayfa 59-68, İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, İstanbul 2017.

[3] Ahmet Bican Ercilasun, Nehir Destan Oğuzname (Oguz Bitig), sayfa 606, Dergâh Yayınları, İstanbul 2019.

[4] Saadettin Gömeç, Oğuz Kağan’ın Kimliği, Oğuzlar ve Oğuz Kağan Destanları Üzerine Bir-İki Söz, Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2004, Cilt: 23, Sayı: 35, sayfa 113-121.

[5] Ahmet Bican Ercilasun, Nehir Destan Oğuzname (Oguz Bitig), sayfa 604.

[6] Ahmet Bican Ercilasun, Nehir Destan Oğuzname (Oguz Bitig), sayfa 602.

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen