Odgurmuş: Efendim biliyorsunuz Ülkemizde yapılan her icraat konusunda mutlaka eleştiri getiren bir gurup var. Yalnız bu gurubun yanı sıra aynı koroya katılan ve kendilerine milliyetçi diyenler de var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Ögdülmüş: Ülkede bir kesim var ki; Ne yapsanız, ne etseniz, neyi iyi yapsanız onlar için durum fark etmiyor. Onlar müzmin muhaliftirler. Bu durum sadece bu gün için geçerli olan bir durum olmayıp kökü tek parti dönemine dayanmaktadır.
Biliyorsunuz tek parti döneminde kimsenin muhalefet etmesine hem izin verilmedi hem de muhalefet olsun diye kendilerinin izin verdikleri ve kurdurdukları muhalefet partilerine halk yönelince onları da bir emirle kapattılar. İktidar olmak ve muktedir olmak bu insanların sanki doğal haklarıymış gibi kendilerini konumlandırdılar. Bunun da bir sebebi var ki o da “Milli Mücadele”yi yapmış olmak neticede de başarılı olmaktır. “madem biz Milli Mücadeleyi başarıya ulaştırdık, o halde idare etme yetkisi de bize aittir” gibi bir düşünce ile hareket ettiler.
Bu durum mecburiyet karşısında çok parti dönemine geçtiklerinde “nasıl olsa iktidar bizde, muhalefetin gücü iktidar olmaya gücü yetmez” şeklinde düşündüler. Fakat hesaba katmadıkları bir durum vardı ki Türk halkının sessiz bekleyişinin arkasında biriken muhalefetin gittikçe kabardığıdır. Çok partili bir şekilde girilen ilk seçimde “Cumhuriyeti biz kurduk, Milli Mücadeleyi biz yaptık, iktidarın sahibi biziz” diyenler kendi zamanlarında yaptıkları seçim kanunu ile yapılan seçimlerde ancak 37 milletvekili çıkartabilmişlerdi. Bu durumu kabullenmeleri elbette mümkün olmadı, devlet ve bürokrasi ellerindeydi. Seçimle gelen Hükümeti çalıştırmamak, yapılan icraatları beğenmemek, önemsememek, eleştirmek günlük faaliyet gibi sürdürüldü gitti. Nihayetinde mevcut hükümeti etki ettikleri bazı subaylarla devirerek mahkemelere çıkarttılar. Eften püften meselelerle süren mahkemelerde sanıklara manevi işkenceler yaptılar neticede idamlar, mahkûmiyetler ve siyaset yasaklarını getirdiler.
Kendileri dışında iktidara gelen kim olursa olsun, hangi parti olursa olsun, onları yıpratmak, itibarsızlaştırmak, eleştirmek sanki baş vazifeleriydi. Muhalefet ettikleri her iktidara karşı hep aynı metodları kullandılar ve aşağı yukarı hep aynı cümlelerle eleştirdiler.
Bu güne gelecek olursak görülüyor ki; Aynı muhalefet anlayışı artarak devam ediyor. Bu muhalefet sanılmasın ki sadece bu günkü iktidara ve iktidardakilere, daha önceleri gerek de tek başına ve gerekse koalisyon halinde seçim kazanan her parti bunların acımasız ve hadsiz, hudutsuz eleştirilerine muhatap olmuşlardır.
Odgurmuş: Peki, nasıl yapıyorlar hangi yolları kullanıyorlar, örneklendirmek mümkün mü?
Ögdülmüş: Yaklaşık olarak 1965 yılından beri siyasi bazı olayları hatırlarım, 1970 yılından itibaren ise siyasi hayatı çok yakından takip ettim. Tek parti dönemi ile ilgili de pek çok yazarı okudum.
Gördüğüm şu: Hiçbir zaman doğruları söylemiyor ve yazmıyorlar. Doğrulardan bahsettikleri zaman bile sadece ucundan kıyısından doğrulara dokunuyorlar, atılan yalanların yanında bu doğrular asla görülmez. Bu yüzden rastgele her şeyi ve her durumu hadsiz ve hesapsız olarak eleştiriyorlar.
Bütün konuşmalarında, beyanatlarında ve yazılarında, ülke düşmanlarını her zaman “çok bilinçli, çok uyanık ve ne yaptığını bilenler” olarak, buna karşılık kendimizi, halkımızı ve bizi idare edenleri her ne yaparlarsa yapsınlar “bilinçsizce yapıyorlar” olarak değerlendiriyor gösteriyorlar.
Sık sık ve yerli yersiz Ülkenin “bölünme tehlikesinden” söz ediyor, bölücülerin faaliyetlerini abartarak veriyor, bu “tehlikenin günden güne büyüdüğünü” sık sık vurgularlar. Kamuoyunu neredeyse bunlara inandırırlar.
Ülkede ve halkımızda meydana gelen olumsuzlukları her zaman, her ortamda ve her durumda “abartarak yazar ve söylerler.” Eğer olumlu bir iş varsa veya o bitmemiş olan vicdanları olumlu bir küçük iş görüyorsa bile bunu asla belirtemezler ve asla övemezler.
Türkiye’ye karşı çevre ülkelerde veya başka ülkelerde bulunan en ufak bir yetkili (Bir sanatçı, bir aşiret reisi, dağda bir eşkıya veya bir din adamı) Türkiye aleyhine bırakın bir söz söylemeyi “imada” dahi bulunsa onu olduğundan fazla ciddiye alıp. “her tarafımız düşmanlarla çevrili, çevremizdeki herkesle sorunluyuz ve büyük tehlike kapıda” gibi gösteriyorlar.
Pkk ve onun uzantısı olan parti ve bunun dışında ne kadar şer odakları varsa onları “çok pilanlı hareket ediyorlar, emin adımlarla hedeflerine ilerliyorlar,” diyerek onları yüceltici ve buna karşılık özellikle de her dönemde hükümet ve iktidar çevrelerini “plansızlıkla, beceriksizlikle, tecrübesizlikle, iş bilmezlikle, konuları anlayıp kavrayamamakla” suçluyorlar.
İktidar partisi (ki hangi iktidar partisi olursa olsun, Ecevit hariç) ne gibi bir iyi iş yaparsa yapsın, ne gibi bir proje ileri sürerse sürsün, isterse ileri sürüp yaptığı proje Türkiye’yi uçursun, onlar yine de “şartlar daha uygun değil, Türkiye buna hazır değil vb.” gibi önemsizleştirici, önemsemeyici şekilde yorumlarlar. Nasıl olsa hiç kimse bunlara “şartlar ne zaman uygun olacak” diye soramaz sora bile ona cevap alamaz.
Bu zihniyet, bu kafa ve bu muhalefet tarzı ile bunlar 1950 seçimlerinden beri herkesi mutlaka ve mutlaka “konuyu bilmiyorlar, danışmanları yanlış yaptırıyor, kesinlikle iş bilmezler ve mutlaka uyuyor” olarak görürler ve gösterirler. Bunların sadece kendileri uyanık ve sadece kendileri ileriyi görenlerdir.
Rakibi oldukları siyasi partileri, o partilerin mensuplarını, yine rakip oldukları sivil toplum kuruluşlarını çok yakından takip ederler ve onların “hata yapmalarını, yanlış bir söz söylemelerini” beklerler. Hatta didik didik ararlar. Bu hataları alırlar ele ve çıkarlar yola, ardından sıcağı sıcağına anında yazılarına konu ederler, karşılarında bulunan tüm kitleyi irtibatlandırırlar, ilgi bulurlar, seneler önce verilen beyanatları bulup çıkartırlar. Sonuçta ise o yapılan yanlışı ve hatayı karşı kitlenin tamamına mâlederler.
Her konuda olduğu gibi Ekonomi konusunda da asla ve asla iyimser şeyler söylemezler. Sürekli ve ısrarla ekonominin berbat olduğundan, dar gelirlilerden, pahalılıktan ve yarınların daha kötü olacağını vurgularlar. Ülkedeki enflasyon Ecevit zamanında daha yükseklerde olduğunu söyleyenleri ise hiç duymazlar. Söylenmemiş gibi davranırlar. Böyle diyenlere aldırmadan tenkid ve eleştirilerine devam ederler.
Eğer enflasyonda bir düşüş olursa, ekonomik verilerde bir iyileşme olacak olursa bunu asla yazılarına konu etmezler. Görmezden gelerek yok farz ederler. Eğer ekonominin olumsuzluğu konusunda bir muhtar dahi beyanat verse onu allayıp pullayıp yazılarına konu ederler.
Bütün bunların yanı sıra bir de; Yazı ve konuşmalarında, sanki önemli yerlerden “kozmik bilgiler” edinmiş ve o bilgileri açıklamak sanki çok mahsurluymuş gibi davranırlar. Bir konuda esrarengiz bir şekilde küçük bir ipucu verirler fakat devamını ve işin aslını asla yazmazlar ve söylemezler. Böyle bir şey söylemek mecburiyetinde kalırlarsa eğer, söz ve yazı olarak ifade etmek yerine jest ve mimiklerle durumu ima ederler.
Bunların gazete köşelerine çöreklenen büyük(!) yazarları çizerleri, kimsenin gözünün içine bakmazlar, karşılarında bulunan kim olursa olsun muhatapları değilmiş gibi davranırlar. Ancak onlara kısık gözlerle ve çaktırmadan karşıdakini süzerler ve onu sinek gibi küçük görürler, sinek gibi ezecek bakışlar atarlar. Çünkü onlar kendilerine göre en üstündürler, ülkeyi kurtaran Cumhuriyeti kuranların neslinden gelirler.
Yazdıkları yazılar başlıklarını bazen uzun tutarlar. Yazının başlığına bakan kişi önemli şeyler yazıyor herhalde der. Bazen bu attıkları başlık bir satırı dahi geçebilir. Olsun, hiç fark etmez. Okuyucu bunların bu başlığı neden uzun koyduklarına bakmaz ve bunları kimse asla sorgulayamaz. Koydukları başlıklar neredeyse yazdıkları yazının bir özeti gibi de olabilir. Okuyucular bunların böyle yapmalarındaki maksat ve manayı yazarın “kıvrak zekâna yorumlayacaklardır.
Ülkenin çevresinde veya bizimle uzak ülkelerde, herhangi bir vesile ile Türk Bayrağı, ülkemize ait bir takım sembol ve resimler vs. kullanıldığı takdirde (Brezilya ve Balkan ülkeleri örneğinde olduğu gibi) kesinlikle o olayı görmezden ve duymazdan gelirler. Buna karşılık; İster çevremizde bulunan ülkelerde olsun, ister başka bir ülkede olsun, herhangi bir yolsuzluk, anarşik olay, iktidar muhalefet çekişmesi ve hatta mafya hesaplaşmasını bile ülkemizle ilişkilendirirler. O ülkelerdeki olaylar sanki bizim ülkemizde oluyormuş gibi eleştirirler, bizim yöneticilerimiz yapıyormuş gibi bir intiba uyandırırlar.
En önemlisi ise tehlikenin kapıya dayandığını sürekli vurgularlar. Bunların yazdığı yazıların ve ileri sürdükleri öngörüleri seneler sonra doğru çıkmasa bile bunu hiçbir okuyucu takip etmez. Sen seneler önce böyle yazmıştın “ülke battı, bölündü” demiştiniz ama asla böyle olmadı diyen biri hiçbir zaman çıkmaz. Çıksa bile yine pişkin davranırlar “o zaman öyleydi” derler işin içinden sıyrılırlar.
Odgurmuş: Evet şimdi sosyal medyada yapılan yayınların neden, ne için ve nasıl yapıldığı daha iyi anlaşılıyor.
Kenan EROĞLU