Güneş İlkbaharda koç burcuna girer.
21 Mart’tır bu, nevruzdur. Bağımsızlığın, egemenliğin kutsal günüdür.
Ergenekon’dan çıkıştır, diriliştir, derleniştir. Bu derlenişte koça nispet edilen yiğitlerin emeği vardır.
Yiğitlik, delikanlılık koç olmaktır aynı zamanda. Bütün bebekler önce kuzudur, erkek oğullara ise koçluk yakışır. Çünkü onlar koçaktır, koç yiğittir.
Onlar gücün, kuvvetin, neslin devamının simgesidir. Onlar koçluk kuzudur.
“Koç olacak kuzu, koçun yanında gezer.”
Zira böylece anadan saygılı, babadan görgülü olmayı öğrenirler.
Koçaklar; yiğitliğin, mertliğin, kahramanlığın, cömertliğin şiiri olan koçaklamaların içinden haykırırlar.
Koçlar beslenir dövüş için, adı koçkar olur. Ve koçlanır er kişiler düşmanca gelene.
Asya’nın geniş bozkırlarında koyunu ehlileştiren atalar, acıkınca sütünü içti, yoğurdunu yedi.
Üşüyünce keçe yaptı, çadır kurdu, kilim dokudu altına. Ve hiç ayırmadı bu doğurgan, üretken hayvanı yanından. Koyun sürüsüyle beraber göçtü.
Bereketli otlaklar aradı kuzusuna.
Mezarına koçbaşlı taş oldu, kilimine desen.
Bazen türkü, bazen ağıt oldu dilinde.
Her başarı alkışlandı “koçum benim” diyerek.
Her yıl Ağustos ortasında üç-dört yaşındaki koçlar seçildi sürüden.
Ekim ayı sonlarına kadar bakıldı koçlara, yemin iyisinden yedirildi, suyun durusundan içirildi.
Koç katım şenliği vakti geldi. Sabahtan rengârenk boyandı koçlar, döşündeki yün kırkıldı. Boynuzuna elma geçirildi, bereket ve bolluk için. Havlu-mendil bağlandı koçun boynuzuna, çobanlara armağan olarak.
Kızlar, oğlanlar bindirildi sırtlarına. Davul-zurna çaldı abdallar. Hoca dua okudu, doğacak kuzuların sağlığına. Yirmi-otuz koyuna bir koç gelecek şekilde koçlar salındı, koyunların içine. Toplaştı koyunlar koçların etrafında, yaşlılar “mal yüğürdü, koyun koçsadı” deyip şükrettiler. Toy kuruldu, sonbahar toprağının üstüne.
Yaşlılar töredir diyerek başladırlar söze: “Koç, 15-20 gün kalacak koyunun içinde. Koyuna tuz verilmeyecek bu sürede. Koyun su içerse bu arada, döl tutmaz.”
Anneler “Kuzum” diye sarıldıkları bebeklerin okşadı, babalar “koçum” diye kıvandıkları oğullarını sevdi.
Oğuz Han, otağının iki yanına kırk kulaç uzunluğunda iki direk diktirdi. Birinin başında altın, diğerinin başında gümüş kavuk sardırdı. Direklerden birinin ayağına Akkoyun, diğerinin ayağına Karakoyun bağlattı. Koyun; devlet, zenginlik, bereket demekti.
Hun (Kun) koyun, koç demekti ve bir Türk devletinin adıydı. Akkoyun ve Karakoyun devletleri de adlarını Türklerin en çok sevdiği ve attan sonra gelen koyundan almıştı.
İlk doğan kuzuya “dölbaşı” son doğan kuzuya “emlik” denir.
Koçbaşı, mezar taşlarında motif olarak kullanılmıştır. Koçbaşı bulunan mezar orada kutlu bir kişinin yattığına işarettir.
Korkut ata’nın mezarı etrafında büyük bir koç heykeli vardır.
Kül Tigin Külliyesinde bengü taşın bulunduğu avlunun girişinde bir çift karşılıklı koç heykeli bulunmaktaydı.
Göktürklerden Karakoyunlulara, Akkoyunlulara, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine kadar uzanan geniş bir tarih içinde koçbaşlı mezar taşları, koç heykelleri Türk sanatı içinde yer almaştır.
Halı, kilim, keçe desenlerinde de koç ve koçbaşı desenleri varlığını sürdürmüştür.
Türk cengâverlerinin silahlarına koç motifi işlenmiştir.
Türk’ün yaşadığı her yerde eşyalarının üzerine uğur getirmesi ve nazar değmemesi için koçbaşı çizilmiştir.
Oğuz damgalarında bulunan koçbaşı işaretleri bugün Anadolu’da hayvan damgası olarak kullanılmaktadır.
Koçkar başı kutlu olup insanları kötülüklerden korumak için nazarlık biçiminde kullanılır.
Toylarda pişirilmiş koçbaşı bütün olarak evin en büyüğünün önüne konur. Dede ve baba koçun kulağını yaşça en küçüğe verir. Bu, “çok dinle az konuş” demektir. Sonra sırasıyla koçbaşının eti dağıtılır.
Sen koçbaşından pay aldıkça, yüreğindeki erlik, yiğitlik kökleşir, atalardan öğüt alır, töre üzere iş görürsün.