Bir Ordu Türküsü var;
“Bahçeye gel bahçeye,
Kuru fındık bulursun.
Alacaksan al beni
Sonra pişman olursun.”
İkinci kıta da şöyle başlıyor,
“Boztepe’ye çıkmalı,
Şu Ordu’ya bakmalı.”
Mehmet Ragıp Karcı Ağabey bir kış gecesi TRT Trabzon Radyosunda çalışırken teypte bir türkü çalıyor;
“Arabamın tekeri,
Çıkar yokuş yukarı,
Çakır da Ayşe dükkân açmış,
Haydi de ondan alalım şekeri.”
Türküyü dinledikten sonra gece bekçisi İsmail Şöyle dermiş;
“Abi vuracaasın bu türküleri sırtına çıkacaasın Boztepe’ye.”
Ragıp Karcı Ağabey Türkü Dinleme Temrinleri kitabında şöyle söylemiş;
“Türkü yakılır, yakıldığı için de yakmak için yürek arar. Bu yürek bir pervanenin kanadı, bir aşığın sevgilisinin saçlarına takılı kalmış gönlü, bir yerlerde kapanmış bir yara olabilir.
Türkü bir yerlerde kapanmış bir yarayı deşmiyor, bir gönülde yeni bir yara açmıyor ve en önemlisi bir yaraya merhem olmuyor ve daha önemlisi İsmail’in kurduğu gibi sırtlanıp Boztepe’ye çıkmayı hayal ettirmiyorsa neye yarar?”
…
Bir bir geceleri sayarız bazen.
Sevdalımızın seslerini içimize toplarız, suskunluğumuz ondandır.
Uzaklaştıkça yaklaştığımız zamanlar olur.
Söz dikeni top top olur yüreğimize düşer.
Tuza batan sözler yara kokar sonra.
Sararan bir mevsim midir yaprak yaprak düşen bilinmez.
Merhem yaradan ibaret olur.
Sen dağların yıldızlarla konuştuğuna şahit oldun mu hiç?
Vurur türküleri sırtımıza çıkacak bir Boztepe buluruz.