Maraş depreminde şehit olan, Kızım Aybala Cesur’a hasretle, rahmetle… Fatihalarla…
Canım Aybalam bir gül gibi gelmiştin dünyamıza. Bir muştu olarak düşmüştün yüreğimize. Bir kar danesi gibi verdiler seni beyaz kundağın içinde avuçlarıma. Nasıl da gülümsüyordun, daha biz hoş geldin kuzu diyemeden, sen sanki kırk yıldır aramızdaymışsın da, tatilden dönmüşsün gibi, hoş buldum diyordun, mȗzipce bir tebessümle. “Sürpriiiiz”, der gibi…
Sanki kırk yıllık dost gibi, ne o günü, ne de o mütebessim halde olanı biteni takip etmeye çalışır gibi, çevreni izlediğin, o ilk buluşmayı, hiç unutmadım. Çocuklar ağlardı hâlbuki ilk doğduğunda, sen o anda bile gülüyordun.
Sen seviniyordun aramıza gelişine, ben ise o anda seni nasıl olur da dünyalardan korurum kaygısına düşmüştüm.
Gül kızım, affet beni seni koruyamadım. Dünyalardan kıskandım ama ben de elimde tutamadım. Kaydın gittin, sanki hepimiz adına bedel öder gibi.
Peri kızım gelişinle sarmaladığın aydınlığınla sermest olmuşken, bu erken veda niye? Öylece kalakaldık bak. Gözümüz aydınlığı iken, zifiri karanlıklara bıraktın da gittin. Oldu mu böyle? Var mıydı böyle yarım bırakmak? Hani beni çok severdin? Biz seni arkamızdan Fatihalarla, Yasinlerle uğurlanmak için yetiştirirken, sen yorgun yüreklerimize Fatihalar, Yasinler yükleyerek uçtun, gittin.
Gül Aybalam, sen gittin ben pusulamı kaybettim. Neşemi kaybettim. Umudum kalmadı. Yeryüzünde bir fazlalılığım şimdi.
“Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…”
Bir ay olmuş göçüşün ben bu satırları kaleme alırken, bir aydır sen yoksun ve ben hâlâ farkında değilim. Hâlâ bir kâbusla uyanma umudundayım. Kimselere “Aybala öldü” diyemiyorum. Yakıştıramıyorum. Dünyanın en olmayacak, yakışmayacak cümlesi çünkü. Nasıl oldu, neler yaşandı akıl almıyor. Gelen, giden, bir sürü söz… Kâbustur nasıl olsa uyanırım diye bekledim beş on gün. Olmadı.
Herkeslerden, her şeylerden esirgediğim kızım Aybala’m bir aydır bu yeryüzünde yok işte. Neşe doluydun, hayat dolu, umut doluydun. Bize de can oluyordu, gelecekten emin gülüşlerin.
Yüksek Lisans jürine gidecektik hani baharda, Konya’ya. Memlekete umut olarak bir akademisyen olup nice ateşler yandıracaktın geleceğe dair. Konya’yı gezecektik, jüride seni dinleyecektim gururla. Yemekler yiyecektik, tıpkı mezuniyet yemeğinde ki gibi.
Bilirsin Türküleri severim. Sen de sevmiştin. Mutfakta çörekler, börekler yaparken türküler dinliyor ve bize de dinletiyordun, uzaktan uzaktan. Artık türkü dinleyemiyorum, sen gittin gideli. Bundan sonra da dinlemeye cesaret edemem herhalde. Çünkü her türküde sen varsın artık benim dünyamda.
Iğdır’ın al alması, Aybalam
Yemeye bal alması
Yar gelenden sonra
Yâremin sağalması
Ölürem ölürem yâr
Yetimem yar yetimem yâr
Ay balam sevirem yâr
Sevirem yâr sevirem yâr yâr
Dündar amcanın senin doğumun için vermiş olduğu en güzel hediyeydi bu Azerbaycanlıların “Kuba’nın al alması”, bizim “Iğdır’ın al alması” dediğimiz türkü. Bebekken çok dinledik beraber. Büyüdükten sonra sen de çok sevmiştin. Arabada giderken bu türküye sıra geldiğinde, sen orada olsan da olmasan da, “istiklal marşı” gibi herkes sessizce dinlemeye başlardı bu türküyü. Çünkü o türkü evimizin “istiklal marşıydı”
Sonra öğretmen oldun. Artık ben bir öğretmenim diye bana ayar da vermeye çalışmıştın bir keresinde. “Karşında bir öğretmen var” demeye getirmiştin. İslahiye’ye tayin olununca nasıl da sevinmiştik, Maraş sayılır diye. Nasıl olsa şanlı Maraş’ımızda yeniden toplanacaktık. Oradaki görev süren bitince Maraş ilk hedefimizdi. Severek gidip geliyorduk. Yollarda başına bir şey gelir korkusuyla ben götürüp getiriyordum. Okul açılınca İslahiye’ye götürüp, tatil olunca da tekrar almaya geliyor, yol boylarında, eğlenerek, gezerek, gidip geliyorduk ve daha da gidip gelecektik. Mesela Nisan’da İslahiye’de olacaktık. Sanki bize zarar gelir diye önden mi koşup gittin güzel Aybalam.
O kadar yağışsız geçen aylardan sonra gelen kara üzülmeliymişiz de haberimiz yok. Biz berekettir diye sevinmiştik ama o bize bir küçük kıyameti getirmiş. Kar yağmasa idi yine arabayla götürecektim seni, İslahiye’ye. Yolda bir zarar gelir diye çok endişeleniyordum. Son ana kadar da söylemekten sakınmıştım. Çünkü gidiş zamanın karlı olacak diye söylemiştin günler evvel. Kar yağar da götüremezsem diye… “Dur, söyleme demiştim” kendi kendime. Son ana kadar beklemiştim ama ne yazık ki kar yağınca otobüse razı oldum.
Affet kızım koruyamayışıma, affet kızım seni karlara kaptırışıma. Kar sanki seni bizden koparmak için gelmiş.
Kar geldi, seni aldı ve gitti…
Otobüs beklerken annen aramıştı telefonla. Gel kızım, kar tatili olur dedi, dinlemedin. Ben, Aybala bir hafta rapor alırız dedim. Biraz mütereddit kaldın. Telefondan gelecek günlerin hava raporuna baktın. Sonra “Baba” dedin, “diğer günler daha çok karlı görünüyor, şimdi gidemezsem buradan zor çıkarım, hem bizim orda kar olmaz, gideyim ben” dedin.
“Niye ısrarcı olmadım” diye kızıyorum şimdi kendime. Keşke “hadi kız bir hafta sonra ben götürürüm seni yine” deseymişim. Dinler miydin bilmiyorum ama keşke zorlasaymışım seni. Keşke, keşke…
Annenin telefonunu dinlemeni istemiştim içimden aslında. Anne hissiyatını her zaman dinlemek lâzım, içimden Annenin haklı olabileceğini düşünüyordum o esnada. Ah kızım ah…
Canım meleğim sen güzel yaşadın, mutluluk içindeydin. Etrafına umut dağıttın hep. Ben kendime ağlıyorum şimdi. Sen benim yol arkadaşımdın, beraber büyümüştük aslında. Sen, annen, Mehmet Akif, Faruk Yasin, iyi bir yol arkadaşıydık, bu çabuk gidiş niye, can kızım, meleğim.
Murat amcan “abi çıkardık Allah’ın izniyle, rahat ol” dedikten sonra telefonu sana tutarak “konuş kızım” dediğinde, “baba canım acıyor” cümleni duyunca ilk defa canının acımasına üzülmemiştim. Çünkü o anda ikinci doğuşundu. Olur, kızım dedim, olur o kadar, kolay mı o yıkığın altından sağ çıkmak. Bir lütuftu. Yoldaydık, annen, Urungu, geliyorduk. Akşam seni sapa sağlam alıp, Maraş’a geçip orada kurbanlar kesecektik, memlekette insanlara yardımlarda bulunacaktık. Yol boyu bunları hayal ettim.
İslahiye’ye geldik, Antep Tıp Fakültesine havale edildiğini söylediler. Olsun, sağ ya dedik. Umutla oradan Antep’e… Hastaneye vardık, halan yarım saate kadar konuşuyorduk ama şu anda iyi değil, yoğun bakıma alındı dedi. Yine olsun dedik. Aybala güçlüdür, bizi bırakmaz, hayatı bırakmaz, annesini, yol arkadaşlarını bırakmaz, dedim. Ramazan bayramında sözleşmiştik hem. Biz bayramı senin yanında yapacak, Antep’i, Maraş’ı gezecektik. Kızım sen nerelerdesin şimdi, bak boynu bükük bıraktın gittin, bizi.
Hadi ben neyse de, annene yapılır mı bu. Sizin için yaşamış, kendini size vakfetmiş annene bu yapılır mı Aybala?
Bu körpecik yaşında sana rahmetlik demek hiç yakışmasa da, söylemeye dilim varmasa da rahmetler sana, hasretler bize… Canım Aybala…
Sen Dünya çilesini hiç bulaşmadan tamamladın, eminim çok güzel yerlerdesin, ah’lar bize, vah’lar bize…
Şehit Aybala’m, ahrette hasretliğimiz bitene kadar rüyalarımızda bizi sensiz bırakma… Peygamber efendimize komşu ol… Allah’a emanet ol.
Dr. Cüneyt CESUR