Hayatımın 20 yıllık döneminde sürekli üzerinde çalıştığım bir konudaki fikirlerimi birkaç makalede ifade etmek zor olsa da bu yazımla “Turancılık” konusundaki yazılarımı noktalamak istiyorum.Elbette aktüel gelişmeler oldukça bu konudaki görüşlerimi yazmağa devam edeceğim.Ülkemizde genel-geçer olarak kullanılan bazı kavramların bugün yeniden tanımlanması gerektiğine olan inancım biraz da kendi nefsim de yaşadığım tecrübelerle sabit olduğu için bu konudaki son yazımda “Turancı” kavramı üzerinde durmak istiyorum.
Allah’ın takdiri ile Türk olarak yarattığı bir kulu olarak dünya üzerindeki tüm Türklerin durumu ile ilgilenmemin, bütün dünyadaki Türkler için Rabbimden hayırlar dilememin her şeyden önce insani bir boyutu var.Bu ilgim, dünyanın diğer tüm müslümanları ve hatta tüm insanları hakkında da iyi niyet ve dilekler taşımamı engellemiyor.Öncelikle kendi yakınım olan insanlardan başlayarak tüm insanları hayra çağırıp, şerden sakındırmağa çalışmanın Islami bir görev olduğunun da farkındayım.Üstünlüğün ancak ve ancak takvada yani Allah’ın emirlerine tabi olmaktaki hassasiyette olduğunu tebliğ eden bir Peygamber(S.A.V.)’in ümmetinden olduğumu hiç amma hiç unutmamağa çalıştım.Kendisini “Türkçü-Turancı” diye tanımlayan kart zamparaların Orta Asya otellerinde Türkiye’de tatmin edemedikleri hayvani dürtüleriyle dolaşmalarından nasıl tiksindi isem, Buhara’da, Almatı’da, Taşkent’te açılan Türk okullarında İslam’ı hayatlarında göstererek, hal diliyle anlatan Türkiye’de “pasivist” olarak tanıdığım bir cemaate mensup gençlerin “aktivist” varlığını görünce değişik düşüncelere daldım. Buhara’da düzenlenen Şah-ı Nakşbend Bahaeddin Buhari’nin doğumunun 675.yıl törenlerine bir “müntesib” olarak değil bir turist olarak katılmak üzere gittiğim Özbekistan’da, adı geçen törende T.C. Devleti’nin alt düzeyde bir memuru ile temsil edilmesine ne kadar kızdı isem, kendisini “Nakşbendi şeyhi -veya- müridi” olarak tanımlayan milyonların bulunduğu bu ülkeden bu törenlere sadece bir avuç insanın katılmasına da o kadar içerledim. Üstelik “şeyh efendi”lerden bazılarının dünyanın dört bir bucağını harmanladığını ve törenlere özellikle davet edildikleri halde icabet etmediklerini bilmem hüznümü arttırdı. Buhara’da kendisine bir tesbih verip namazlardan sonra çekmesini tavsiye etmek gafletinde bulunduğum bir “zat”ın, “evlad ben Allah demeden bir nefes dahi almadım” deyişindeki zarafet ve sitem karşısında hayretler içinde eridim ve Allah’ıma hamdettim.
Yaşadığım kısa sürede gördüğüm ve anladığım kadarıyla “bugünün Turancısı, “dünün Turancısı”ndan farklı özelliklere sahip olmak zorundadır.Artık Turancılık, atlara atlayıp Tanrı Dağlarını aşarak Kürşad’ın 40 yiğidi ile beraber Çin sarayını basma rüyaları görmek değildir. “Almıla” aşkıyla esrik koşuklar söylenip iki çamçak kımız devrilen bir Turan bugün Tanrı dağlarının zirvesinde bile yoktur.Bugün 70 yıllık ateist bir diktatörlüğün pençesinde maddi yapısı örselenen ancak daha önemlisi manevi dokusu neredeyse yok edilen insanlara, soyumuzdan insanlara “insan olma ” mesuliyeti ve ” ancak Hakk’a kul olma” hürriyetini anlatma günleridir.Bugün en büyük Turancılık, dün Ahmed Yesevi’nin Anadolu’ya saldığı dervişler,alp-erenler misali yetişmiş müslüman kadrolarla öz coğrafyasına, öz atalarına yabancılaştırılmış insanlarımıza “tecdid-i iman” tebliğini yapma yollarını açmaktır. Işte o zaman “düşmanın ülkesi viran olacak…”tır.
Bu hedef için yola çıkma arzusu duyanlar, Allah’ın yardımı yanında biliniz ki o mübarek topraklar altında birer dağ misali duran , Hazret-i Türkistan Ahmed Yesevi, Şah-ı Nakşbend, Imam Buhari, Ubeydullah Ahrar ve daha nice himmet ehli sizinledir.Bu kutlu yolculuğa çıkan ve çıkacak bütün bahtiyarlar, “sefer”iniz uğurlu, “yol”unuz açık olsun…