Esat ARSLAN
Konuya isterseniz, biraz da durumu içselleştirerek duygudaşlıkla, yani bir empatiyle başlayalım. Çok moda terim olduğu için söylüyorum, eğer büyük resme ABD gözüyle bakar ve manzara-yı umumiyeyi ABD bakış açısıyla tüm detayıyla görmeye çalışırsanız, ABD’nin “Çin, İran ve Rus Yayılmacılığı”na karşı ne kadar endişe ve kaygı içerisinde olduğunu çok daha iyi duyumsayabilirsiniz. Öyle değil mi? Bence öyle. ABD baştan beri, bu yayılmacı düşünce ve politikaya karşı supleks bir karşı koyma düşüncesini de İngiltere ve Almanya’dan ödünç almıştır. Hep beraber anımsayalım, Dünya Savaşları nedeniyle biraz da İngilizlerin gaza getirmesiyle, ABD “Yeni Dünyevi Düzen”de başat rol almak amacıyla Amerika kıtasından diğer bir deyişle “Yeni Dünya Adası”ndan “Eski Dünya Adası”(Afro-Avrasya)’na zorunlu bir giriş yapmıştı. İngiliz-Amerikan Barışı denilen Pax-Anglo-Amerikano bu koşullarda kuruldu. Ondan sonra da ABD sahneye “bir geldi, pir geldi”, bir daha da geri dönemedi. Bizim yerel politikacılar gibi, siyasete bir kere bulaştın mı, bırakamıyorsun. Aslında dönmek istemedi, bu politikayı da devletin kalıcı bir politikası haline getirmeyi bildi, ABD. Gerçekten de “Monreo Doktrini”nde ortaya koyduğu gibi, sadece Yeni Dünya Adası’ndan lider konumundan ABD doları üzerinde ve Büyük Amerikan Ulusal Mührü’nde belirttiği gibi “Yeni Dünyevî Düzeni”(Novus Ordo Seclurum)’nde dünyanın mega gücü olmaya, “Başlanmışın Tamamlanması” (Annuit Coeptis)’nı yerine getirmeye soyundu. İşte bu nedenle, tüccarların kurduğu ABD, tasını tarağını toplayıp bir türlü anavatanına dönemedi, dönmek istemedi. Her ne vakit döneceğim dediyse, ya birilerine vekâlet vererek mankurtlarını, conilerini çatışma bölgesinde bıraktı, ya da dönüşünü bir şekilde öteledi. Bu konuda başlangıçta “İngiliz İstihbarat Servisi” (British Intelligence Service BIS)’nin birikimi, İkinci Dünya Savaşından sonra ise Nazi Almanya’sı üretilerinden bire bir istifade etti, doğrudan eyleme geçirdi. Öncelikle de komünizmle savaşmak için Soğuk Savaş döneminin savaş mühendisleri “Nazi Düşünürleri”’nden yararlandı. İkinci Dünya Savaşı sonrası bu görevi hiç fasıla vermeden Nazilerin yaptığı çalışmaları devralarak sürdürdü. Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) ve İngiliz Dış İstihbarat Örgütü (MI6),“Nazi Almanya’sı İstihbarat Örgütü” (Sicherheitsdienst)nün güçlü adamı Reinhard Gehlen ile anlaştı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sının Dış İstihbarat Teşkilatı BND’yi de kuran Reinhart Gehlen, MI6’yla birlikte Amerikan“Stratejik Hizmetler Bürosu (Office of Strategic ServicesOSS)‘i CIA’e dönüştürdü. İşte bu nedenle 1946-1989 yılları arasındaki Soğuk Savaş’ın ihtiyaçlarına göre biçimlendirilen CIA, ABD’nin dünyada çatışmacı, savaş çıkartıcı örgütü oldu. Çok değil iki yıl sonra da 4 Nisan 1949 tarihinde ABD’nin politikasının önemli halkası Truman öğretisi kapsamında “Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü” anlamına gelen NATO kuruldu. ABD, bu şekilde Marshall Yardımı paralelinde yıkılmış Avrupa’yı tıpkı Almanya gibi yaşam alanı (Lebensraum)haline getirmesini bildi. ABD Mccarthycilik politikasıyla da bir korku imparatorluğu içerisinde komünizme karşı önlemler alırken, ABD Başkanı II. Dünya Savaşını bitiren General Eisenhower’un doktriniyle halefi olduğu Truman’ın SSCB‘yi çevreleme politikasını Orta Doğu‘ya taşıdı.
Neydi bu Soğuk Savaş sırasında çokça bahsedilen ABD’nin bu çevreleme (containment)politikası. Çevreleme, ABD’nin Soğuk Savaş sırasında, Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladığı politikanın adıydı.Bu sözcük ilk defa ABD’nin Moskova Büyükelçiliği Müsteşarı George Kennan tarafından Hazine Bakanlığı’na yazdığı bir değerlendirmede kullanıldı. Kennan daha sonra Hazine Bakanlığı’na gönderdiği telgrafındaki görüşlerini geliştirerek Foreign Affairs dergisinin Temmuz 1947 sayısında yayınladı. Kennan’ın bu çevreleme politikası, daha sonra “İkili Çevreleme”(dual containment)ve onun adıyla anıldı, ABD’nin soğuk savaş sırasındaki dış politikasının en önemli mimarlarından biri olarak kabul edildi. ABD Kuvvetleri’nin konuşlanma biçimi buna göre yüzde 60 Atlantik, yüzde 40 Pasifik’ten 2013 yılında Çin devlet başkanı Xi Jinping’in “Tek Yol, Tek Kuşak” (one belt, one road)sloganı ile diğer bir deyişle “Yeni İpek Yolu Projesi”yle ağırlık tam tersi bir biçimde doğal olarak Pasifik’e kaydı. Bu proje Çin devlet başkanı Xi Jinping’in 2013 yılının Eylül ve Ekim aylarında Kazakistan’a ve Endonezya’ya gerçekleştirdiği ziyaretlerde “İpek Yolu Ekonomi Kuşağı”ve “21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu’nu ortaklaşa inşa etme projesi olarak gündeme yerleşti. Kısaca “Kuşak – Yol”olarak anılan “İpek Yolu Ekonomi Kuşağı”ve “21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu”projesi, hem karadan hem de denizden Doğu Asya, Orta Asya, Batı Asya, Afrika ve Avrupa’nın birbirine bağlanmasını; “Kuşak-Yol”üzerindeki ülkeler arasında ortaklıklar kurmayı ve bu ülkelerde dengeli ve sürdürülebilir kalkınmalar gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer tam da burasıdır. ABD’nin devreye girmesiyle Orta Asya ülkeleri bir taraftan bu proje ile ÇHC’nin etki alanını genişletme ihtimalinden endişe duyarken diğer taraftan da bu projeye katılmaları durumunda ABD ve Rusya ile ilişkilerinin olumsuz etkilenmesinden endişe duyar hale geldiler. ABD’ye her ne pahasına olursa olsun yakın duran Truva Atları hemen ortaya çıktılar. Dünyanın en güvenli, ucuz, kısa, tarih boyunca kullanılmış ve netice alınmış en güzel yolu, Çin – Hindistan – Körfez – Basra – Bağdat – İstanbul – Avrupa üzerinden geçen “Yeni İpek Yolu” da maalesef tarihi çatışma bölgeleri karşılıklı hesaplaşmaların da yeni yerleri olmaya aday gözükmektedir. Örneğin Pakistan’ın ABD denetiminden uzaklaşıp Çin’e yaklaşmasına karşı bir “cezalandırma” girişimi olarak görülebilir. Düşünün ki Hindistan’ın bağımsızlığa kavuştuğu yine 1947 yılından bu yana Hindistan ve Pakistan dört kez savaştılar. Bu durumda sormak lazım değil mi? Bu gerginlik ve çatışmalar, bir topyekûn savaş üretebilir mi? Bana sorarsanız evet. Birlikte Anımsayalım. Türk Milli Mücadelesinden esinlenerek I. Dünya Savaşı’nda Alman Genel Kurmay Başkanlığı da yapmış olan General Erich Von Ludendorff, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde 1935 yılında yazmış olduğu“Topyekûn Savaş” (Der total Kriegl) Konseptini. Nasıl ifade etmişti, Lüdendorf. Şöyle tanımlamıştı:
Toplumların sahip oldukları bütün maddî ve manevî kaynakları seferber ederek savaş halinde olmaları biçiminde tanımlamıştı. Bu öğreti literatüre öylesine yerleşmiştir ki, bir devlet ya da devletlerin bir anda Uluslararası İlişkilerin başat kurallarından birisi olan topyekûn savaş (Der total Kriegl)la karşı karşıya kalınması işten bile değildir. Topyekûn Savaş Hitler Almanya’sının Propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels’in Stalingrad bozgunu sonrası Berlin’de yaptığı efsanevi konuşmasının da önemli tümcesiydi. Gerginlik ortamı birden bir kıvılcımla savaş üretebileceğini insanlara bir deney gibi göstermesini bilmişti. Ne olup bittiğini anlamadan savaşın keskin acımasızlığı içerisinde kendinizi bulunabileceğini kafalara kazımıştı. Tüm bireyleri doğrudan alana gönderebileceğini veciz bir biçimde test etmişti.
Gelelim ABD’nin genel küresel tehdit değerlendirmesine. Her şeyden önce, soğuk savaşı kazanan Kennan’ın çevreleme politikasının yeni hedefi zorla hasım haline sokulmaya çalışılan İran, Ukrayna’dan Kırım’ı kopartan RF ve askerî olmaktan ziyade ekonomik risk olan ÇHC. Neo-conların Okulu John Hopkins Üniversitesi’nden Michael Mandelbaum Foreign Affairs’in son sayısında “Yeni Çevreleme”başlıklı bir yazısında ABD’nin bu “Büyük Çevreleme Politikası”nın emarelerini vermektedir.
Anımsanılacağı üzere Afganistan üzerinden Rusya ve İngiltere arasında yaşanan bu büyük rekabet tarihe “Büyük Oyun”olarak geçmişti. ABD’nin Sovyetler Birliği için uyguladığı çevreleme politikasının eylem planı ise “İkinci Büyük Oyun“ olarak tarihsel arka planda yer almıştı. ABD ile Rusya (Sovyetler Birliği)arasında yine Afganistan üzerinden “İkinci Büyük Oyun”da çok büyük bir hesaplaşma yaşanmıştı. 1979’da başlayan Afganistan işgali ve ABD’nin ikinci büyük oyun için ürettiği “Yeşil Kuşak Kuramı”(Green Belt Policy)ve ardından gelen direniş, Müslüman bir ülke üzerinden yürütülen hesaplaşma Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sonuçlandığını da bir tarafa not edelim.
Peki bütün bu genel çerçeveden sonra, siz sormadan ben söyleyeyim, Suriye ve Irak’taki DAİŞ’liler n’oldu? Efendim söyleyelim. ABD tarafından, Suriye ve Irak’taki DAİŞ’liler ÇHC sınırına yakın yerlere, Türkistan’ın doğu bölgelerine yerleştirilmeye başlandı. Buna karşılık, ÇHC de Tacikistan topraklarında askeri üs kurmakta. ABD ile ÇHC arasında Doğu Türkistan’ı, Tacikistan’ı, Afganistan’ı genel anlamda Türkistan’ın doğusunu etkileyecek müthiş bir hesaplaşma, daha doğrusu ‘Üçüncü Büyük Oyun’Türkistan coğrafyasında başlıyor, sevgili okurlar. Daha doğrusu “Türkistan’ın Doğusu”, rahmetli babamın ifadesiyle “Türkistan-ı Şarki” ABD ve Çin gibi küresel ölçekte iki büyük gücün hegemonya savaşına sahne olacak gibime geliyor, sevgili okurlar.
İkinci Dünya Savaşında da durum bundan farklı değildi. Almanlara karşı Sovyet üniforması altında savaşırken esir düşen, esir kamplarından toplanarak Millî Türkistan Davasının Büyük Önderi Veli Kayyum Han tarafından Sovyetlerle savaş etmek için oluşturulan 280.000 kişilik ”Millî Türkistan Lejyonu”Ordusu da, kollarında “Allah Bizimle Beraberdir” (Allah Biz Bilan)“Ayet-i Kerime” si ile savaşın bayrağı haline getirilmiş, Alman Büyük İdeali, “Doğuya Hamle” (Drang Nach Osten)için savaştırılmışlardı. Osmanlı Devletini, atalarımızı Birinci Dünya Savaşında cephenin ilerisine sürenler, İkinci Dünya Savaşında da hem Ruslar hem de Almanlar tarafından soydaşlarımız, Müslüman kardeşlerimiz cephenin ilerisine konulup, bizi birbirimize kırdırtmışlardı.
Şimdi de bundan farklı mı? Hayır, bin defa aynı, yüz bin defa aynı. Cephede değişen bir şey yok, durum Çanakkale’dekinin aynı. “Üçüncü Büyük Oyun” kâğıtları karılırken, ani bir kıvılcımla çıkabilecek her iki tarafın çatışmasında yine Müslümanlar, safların en önünde kendi davaları için savaştıklarını sanarak, bu sefer de ABD için, Çin için şehit şüheda olacaklar, işte buna isyan ediyorum, sevgili okurlar.