Trump, en önemli seçim kampanyası vaadi olan, yerel tasarruflarla yatırımlar arasındaki farkla belirlenen ticaret açığını azaltma hedefine ulaşma konusunda bile başarısız olacak. Artık Cumhuriyetçiler engelleri aştı ve yeni vergi reformu sayesinde milyarderlere vergi indirimleri uygulayarak doların yükselmesine neden olacaklar, bu da ulusal tasarrufları düşürüp ticari açığı yükseltecek. (Mali açıklar ve ticaret açıkları normalde birbirine çok yakın hareket ettiği için “ikiz” açıklar olarak da adlandırılırlar.) Trump istemese de yavaş yavaş şunu anlamaya başladı: Dünyanın en güçlü konumundaki bir adamın bile kontrol edemeyeceği durumlar olabiliyor.
*****
Prof.Dr. Joseph STIGLITZ[i]
Bundan on beş yıl kadar önce küreselleşmenin gelişmekte olan ülkelerde neden onca tatminsizliğe neden olduğunu araştıran “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı” adlı kitabımı yayınlamıştım. Basitçe özetleyecek olursak birçok birey sistemin kendilerinin aleyhinde “hileli” olduğuna inanıyor, küresel ticaret anlaşmaları özellikle adaletsiz olmaları sebebiyle dışlanıyordu.
Bugün baktığımızda küreselleşmenin yarattığı büyük hayal kırıklığı, ABD’de ve sistemin kendi ülkelerine adaletsiz davrandığını düşünen politikacılarla yönetilen diğer gelişmiş ülkelerde bir popülizm furyasını körükledi. ABD’de Başkan Donald Trump ülkenin bu ülkelerle ticaret müzakerecilerinin Meksika ve Çin’den büyük darbe aldığı konusunda ısrarcı. Peki hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde herkese fayda sağlaması düşünülen bir önlem neden neredeyse her yerde eleştiriliyor? Bir ticaret anlaşması tüm taraflara nasıl adil olabilir?
Gelişmekte olan ülkelerde yaşayanlara ilişkin Trump’ın iddiaları ─kendisi gibi─ gülünç. ABD küreselleşmenin kurallarını yazmış ve kurumlarını yaratmıştır. Bu kurumların bazılarında ─örneğin Uluslararası Para Fonu’nda─ ABD’nin küresel ekonomide azalan ağırlığına rağmen halen veto yetkisi var (Ki bu da Trump’ın yok etmeye niyetli olduğu bir yetki).
Ticaret müzakerelerini çeyrek yüzyılı aşan bir süredir izleyen biri olarak, ABD ticaret müzakerecilerinin istediklerinin büyük bir çoğunluğunu elde ettiğinin aşikar olduğunu düşünüyorum. Sorun, hep ne istediklerine ilişkin oldu ─alıp alamamalarında değil. Gündemleri kapalı kapılar ardında şirketler tarafından belirlendi. Genelde çok uluslu şirketler tarafından her yerdeki sıradan vatandaşların ve işçilerin zararına olacak şekilde yazılmış bir gündemdi.
Nitekim, maaşları düşen veya işsiz kalan işçiler acımasız ekonomik ilerleme marşının kaçınılmaz fakat masum kurbanlarıdır ─ve ikincil zarardırlar. Ancak olanlar farklı bir şekilde de yorumlanabilir: Küreselleşmenin hedeflerinden biri, işçilerin pazarlık gücünü zayıflatmaktı. Kurumların istediği şey daha ucuz emekti ve bunu alabiliyorlardı.
Bu yorum, ticaret anlaşmalarının bazı kafa karıştırıcı yönlerini açıklamaya yardımcı olur.
Örneğin, neden gelişmiş ülkeler, en büyük avantajlarından biri olan hukukun üstünlüğünü bıraktılar? Nitekim, son ticaret anlaşmalarında yer alan hükümler, yabancı yatırımcılara ABD’de sağlanan haklara nispeten daha fazla hak vermektedir. Örneğin, devlet, sizin işinizde zarara neden olan bir düzenleme getirirse, düzenleme ne kadar isteniyorsa istensin ya da düzenlemenin yokluğunda şirketin vereceği zarar ne kadar büyük olursa olsun, zarar devlet tarafından karşılanır.
Hayal kırıklığının küreselleşmesine karşı üç tepki
Küreselleşmenin büyük hayal kırıklığının küreselleşmesine karşı üç tepki var.
İlk olarak ─buna Las Vegas stratejisi diyelim─ son 25 yıldır yönetildiği gibi küreselleşmeyle ilgili bahsi iki katına çıkarmak. Bu bahis, Yanlış olduğu kanıtlanmış tüm politik başarısızlıklar (ekonomide damlama teorisi) gibi, gelecekte bir şekilde başarılı olabileceği umuduna dayanır.
İkinci tepki Trumpizm: küreselleşmeden kendini tamamen koparmak, bunun bir şekilde eskide kalmış bir dünyayı geri getirmesini umut ederek. Fakat korumacılık bir işe yaramayacak. Üretimde istihdam küresel olarak düşüş eğiliminde, çünkü verimlilik büyümesi talep edilen büyümeyi aşmış durumdadır. Üretim geri gelse bile istihdam geri gelmez. Robotların da aralarında olduğu gelişmiş üretim teknolojileri çok daha az sayıda istihdam yaratılacağı, bu boşluğu doldurmak için çok daha yüksek yetkinlik ve beceriler gerekeceği ve kaybolan istihdamın başka lokasyonlarda yaratılacağı anlamına gelir. Bahsi iki katına çıkmak gibi, bu yaklaşım da başarısızlığa mahkûmdur, geride bırakılmış hissedenlerin gittikçe artan hayal kırıklıklarını daha da artıracaktır.
Trump, en önemli seçim kampanyası vaadi olan, yerel tasarruflarla yatırımlar arasındaki farkla belirlenen ticaret açığını azaltma hedefine ulaşma konusunda bile başarısız olacak. Artık Cumhuriyetçiler engelleri aştı ve yeni vergi reformu sayesinde milyarderlere vergi indirimleri uygulayarak doların yükselmesine neden olacaklar, bu da ulusal tasarrufları düşürüp ticari açığı yükseltecek. (Mali açıklar ve ticaret açıkları normalde birbirine çok yakın hareket ettiği için “ikiz” açıklar olarak da adlandırılırlar.) Trump istemese de yavaş yavaş şunu anlamaya başladı:
Dünyanın en güçlü konumundaki bir adamın bile kontrol edemeyeceği durumlar olabiliyor.
Üçüncü bir yaklaşım var: o da korumacı olmayan sosyal koruma, küçük İskandinav ülkelerinin izlediği yaklaşım. Küçük ülkeler oldukları için açık kalmaları gerektiğini biliyorlardı. Fakat açık kalmanın işçileri farklı risklere karşı korumasız hale getirebileceğini de biliyorlardı. Böylece işçilerin eski işlerden yeni bir işe geçmelerine yardımcı olan ve geçiş dönemlerinde destek sağlayan bir sosyal sözleşme yapmaları gerekiyordu.
İskandinav ülkeleri derin demokratik toplumlardı; bu nedenle, çoğu işçi küreselleşmeyi kendilerine fayda sağladığı düşüncesine son vermedikçe küreselleşmenin kaldırılamayacağını biliyorlardı. Ve bu ülkelerdeki zenginler, küreselleşme gerektiği gibi çalışsaydı, sistemin herkese yetecek kadar fayda sağlayacağını kabul ettiler.
Son yıllarda Amerikan kapitalizmi dur durak bilmeyen bir açgözlülük içinde ─2008 finansal krizi bunu büyük ölçüde teyit ediyor. Fakat bazı ülkelerde uygulanmakta olduğu gibi, bir pazar ekonomisi kapitalizmin ve küreselleşmenin aşırılıklarını hafifleten ve çoğu vatandaş için daha yüksek sürdürülebilir büyüme ve yüksek yaşam standartları sağlayan biçimleri alabilir.
Bu başarılardan ne yapmamız gerektiğini, tıpkı geçmiş hatalarımızdan yapmamamız gerektiği gibi öğrenebiliriz. Açıkça görüleceği üzere, küreselleşmeyi herkese fayda sağlayacak şekilde yönetmezsek ─Kuzey’deki Yeni Hayal kırıklıkları ve Güney’deki Eski Hayal kırıklıkları─ yoğunlaşabilir.
***
Joseph E. Stiglitz, 2001 yılında Ekonomi Bilimleri dalında Nobel Ödülü almıştır. Son kitabı: “Küreselleşme Yine Büyük Hayalkırıklığı: Trump Döneminde Küreselleşme Karşıtlığı”
*******
Kaynak:
https://www.dunya.com/kose-yazisi/buyuk-hayal-kirikligimizin-kuresellesmesi/394951
—————————————–
[i] JOSEPH EUGENE STIGLITZ
1943’te doğan Stiglitz, Amherst College’den mezun olduktan sonra doktorasını 1967’de Massachusetts Institute of Technology’de tamamladı ve 1970 yılında Yale’de profesör oldu. 1979’da, çalıştıkları alanda en belirgin katkıları sağlamış 40 yaşın altındaki ekonomistlere verilen John Bates Clark Ödülü’ne layık görüldü. Halen Columbia Üniversitesi’nde profesörlük yapan Stiglitz, dünyanın en etkili birkaç iktisatçısı arasında gösterilmektedir.
Stiglitz, 1995-1997 yıllarında Clinton hükümetinde İktisadi Danışmanlar Kurulu Başkanlığı ve 1997-2000 yıllarında Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı ve Baş İktisatçısı görevlerinde bulunmuştur.
Özellikle 2002’de yayımladığı Globalization and Its Discontents [Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, çev. Deniz Vural-Arzu Taşçıoğlu, Plan B, 2003] adlı kitabıyla dünya çapında üne kavuşan Stiglitz, piyasalardaki bilgi asimetrisiyle ilgili analizleri dolayısıyla 2001’de Nobel İktisat Ödülü’nü kazandı. Time dergisi 2011’de Stiglitz’i “dünyanın en etkin 100 kişisinden birisi” olarak değerlendirmiştir.
Kitaplarından bazıları: The Roaring Nineties [Doksanların Yükselişi, çev. Aytül Özer, CSA Yayın Ajansı, 2004]; (Bruce Greenwald ile birlikte) Towards a New Paradigm in Monetary Economics; Making Globalization Work; (Linda Bilmes ile birlikte) The Three Trillion Dollar War: The True Cost of the Iraq Conflict [Üç Trilyon Dolarlık Savaş, çev. Dilek Cenkçiler, ODTÜ Geliştirme Vakfı, 2009]