Hissetmezsiniz tabii!
Neden mi?
Nedenini kendi amatörce görüşlerim çerçevesinde anlatmaya çalışıyorum aşağıda.
Öncelikle, Türkiye 2020’de %1,8 büyüdü ancak %1,8’lik bir büyüme oranı Türkiye için çok düşük. Türkiye’nin potansiyel büyüme oranı %5 civarı, hadi bilemedin, yeni normalde %4 diyelim.
Kaldı ki, 2020’den önceki iki yılda da durum öyle çok parlak değil. 2019’da %0,9; 2018’de %3 büyüdük. Yani son üç yılın ortalama büyümesi %1,9.
Zaten Türkiye’nin nüfus artış hızı da son üç yılda şöyle:
2020 %0,55
2019 %1,39
2018 %1,47
Ortalaması %1,14
Yani büyüme oranları nüfus artış hızının azıcık üzerinde.
Aynı bakış açısıyla, kişi başına düşen milli gelire bakalım bir de.
2020’de 60.500 TL, yani 8.600 USD.
Bu sayıları iki açıdan ele alacağız:
İlki: Kişi başına düşen milli gelir, gayri safi yurt içi hasılanın-GSYH (ki büyüme oranı da GSYH’deki reel artıştır zaten) toplam nüfusa bölünmesiyle bulunuyor. Yani herkesin GSYH’den eşit pay aldığı varsayımıyla hesaplanıyor.
60.000 TL’yi 12 aya bölersek aylık 5.000 TL yapıyor. Düşünsenize, 3 çocuklu 5 kişilik bir ailenin aylık gelirinin ortalama 25.000 TL olduğunu. Pek çok kişiye küfür gibi gelir bu rakamlar bu ülkede. Çünkü gelir dağılımında ciddi bir adaletsizlik var. 2019 yılında nüfusun en zengin %20’si toplam gelirin %46’sını alırken, neredeyse yarısını yani, en fakir %20, milli gelirin sadece %6’sını almış.
İkincisi: Kişi başına düşen milli gelir yıllar içinde nereden nereye gelmiş?
Kişi başına düşen GSYH yani milli gelir 20 yıl önce, 2000 yılında 4.250 USD imiş ve 1 yıl sonra, 2001’de krizle birlikte 3.100 USD’ye gerilemiş. Sonraki yıllarda, uzunca bir süre kesintisiz olarak artarak 2008 yılında 11.000 USD’ye ulaşmış. 2009’da küresel krizdeki daralmayla tekrar 9.000 USD’ye gerilemiş ama hızla yeniden toparlanmış ve 2013’teki 12.600 USD’lik tarihi yüksek değerine ulaşmış.
(Şu an vurgulamak istediğim nokta bu olmamakla birlikte, dikkatinizi çekmeden de geçemeyeceğim: 7 yılda kişi başı milli gelir yaklaşık 1/3 gerilemiş; 2013-2020 arası.)
İşte büyümeyi, az ya da çok, hep birlikte hissedebilmemiz için, böyle istikrarlı, uzun bir büyüme dönemine ihtiyacımız var, 2002-2008 yılları arasında olduğu gibi ve kişi başına düşen milli gelirin en az 2-3 katına çıkmasına.
Yoksa, son üç yılda, nüfusu yıllık ortalama %1,2 artmış bir ülkede, büyüme de ortalama %1,9 olmuşsa, nesini hissetmeyi umuyorsunuz ki bu büyümenin, hele bir de bizim gibi gelir dağılımındaki adaletsizliğin hayli yüksek olduğu bir ülkedeyseniz. Ancak ‘şanslı azınlık’tan biriyseniz belki…!
Ve işte bu yüzdendir ki, yıllardır ve şu günlerde bilhassa, “işi gücü bırakıp enflasyonu kalıcı bir şekilde düşürmeye odaklanmalıyız” diyorum ben naçizane ve benzer düşünen bazı üstatlar. Önce para politikası araçlarıyla hızlı bir düşüş, zaman kazanmak için; sonra da yapısal dönüşümlerle kalıcı düşüş çözümleri. Nedir onlar? Üretim modelini değiştirmek, ithal girdi bağımlılığını azaltmak, verimliliği artırmak ve ölçek ekonomisini hayata geçirmek. Çünkü başka türlü istikrarlı ve uzun bir büyüme trendi yakalamamız bana göre imkansıza yakın diyorum ve tamam, susuyorum