Kızının iri, çağla yeşili gözlerine baktı yaşlı kadın. Sabahtan beri yüreğinin başına çöreklenen sıkıntı yılan gibiydi, kıpır kıpır, ürkütücü ve hep akılda kalan… Gönlü bulanarak sarıldı tekne kazıntısına. Dört erkeğin en küçüğü, en isyankârı, en doğrucu Davut’u…
Sonra alnına düşen bir tutam kıvırcık saçı düzeltti. Sakin olmaya çalışarak konuştu:
“-Yavrum, büyüdüm, artık üniversite bitirdim, paramı kazanıyorum, diyebilirsin bana. Ama çok tecrübesizsin. Korkuyorum. Anlattığın o çocuk çok uyanık gibi geldi bana. Bize de çok uygun değil. Biz mütevazı aileyiz. Yokluğu da biliriz, sabrı da.”
Annesinin hüzünlü yüzünü birkaç saniye seyretti güzel genç kız. Yorgun gözlerdeki yoğun endişeyi, ümitle ümitsizlik arasında gezinen tereddütleri gördü. İçi sızladı. Bir yandan da kızdı ona. Sanki kızını tanımıyordu. Abartılı bir öpücük kondurdu yanağına:
“-Annem, dedi neşeyle. Annem, beni tanımıyormuşsun gibi konuşuyorsun. Seni kızdıracak, utandıracak hiçbir şey yapmam ben. Her şeyden haberin var senin. Bilmediğin hiçbir şey yok. Sadece tanımak istedim o kadar. Şimdiye kadar kimseyi beğenmedim. Bu çocuk başka gibi geliyor bana. Endişe etme. Kız kardeşinin yaş gününü kutlayacağız. Bütün iş arkadaşlarımız da orada olacak. Zaten yarım saati hediye almakla geçecek. İki saat sonra buradayım. Telaş etme sen. Hem gideceğim adresi de masanın üstüne bıraktım. Telefonum hep açık.”
Artık bir an evvel gitmek istiyordu. Küçük bir makas aldı annesinin yanağından. Kapıdan neredeyse koşarak çıktı, gitti.
Yaşlı kadın pencereye koştu, açtı. Aşağıya baktı. Onun sokağa çıkışını, yukarı bakıp el sallayışını içi sızlayarak seyretti. Üniversiteyi iyi bir dereceyle bitirip büyük şirketlerden birine başvuruda bulunmuş, görüşmeye çağrıldıktan kısa bir süre sonra işe başlamıştı. İki dil üzerinden tercümanlık yapıyordu. Çocukluktan bu tarafa dil merakı vardı. Bu merak onu dil alanında tahsil yapmaya yönlendirmiş, Fransız Filolojisi tercihi olmuştu. Ardından İngilizce ve Latin kökenli diller peş peşe gelmişti.
İçi burkuldu. Şirketin verdiği bir akşam yemeğinde çok zengin bir tüccarın oğlu ile tanışmıştı güzel kızı. Bir aylık bir hikâye idi. Ama kızındaki heyecanı, saf aşık hallerini gördükçe ödü kopuyordu.
O değişikliği fark edip birkaç gün sonra karşısına alıp konuşmuştu. Kızı hiçbir şey saklamamıştı. Delikanlıyı uzaktan uzağa çok beğeniyordu.
Aradan çok zaman geçmedi kızının ikinci itirafını dinlemesi için. Delikanlı da onu beğenmiş, öğle yemeğinde şık bir lokantada yemek yemişlerdi.
O günden bu yana uykuları bölük pörçük, yüreği sıkıntıdaydı hep.
Kızı gelen taksiye binerken yukarı baktı. Son defa el salladı.
Yaşlı kadın ardından dualar okuyup üfürdü. Nedense içi daha da sıkıldı.
Gidip mutfakta gereksiz birkaç iş yaptı. Ama aklı hep kızındaydı.
“- Akşam akşam bu doğum günü de ne, dedi kendi kendine. Arkadaşlar gelmeyebilir, bugün doğum günü olmayabilir. Ya kızımı tuzağa düşürmek için oyunsa bunlar? Of Allah’ım, sen bilirsin!”
Uzanıp almaya çalıştığı şeker kavanozu elinden kaydı, yere düştü, tuz buz oldu, şekerler tabana saçıldı. Toparlamaya çalışırken avucunun tam ortasını kesti. Canı yandı.
Tam da o sırada kapı çaldı. “Kızım geldi, “diye düşündü heyecanla. “Vaz geçti, Allah’ım, sana şükür.”
Elini unutup koştu, kapıyı açtı. Ama gelen kızı değildi. Alt kattaki komşunun oğlu idi. Hayal kırıklığıyla baktı ona. Genç adam o bakışlara şaşırdı. Kekeledi:
“- Teyzeciğim… Rahatsız ettim galiba.”
Yaşlı kadın hemen topladı kendini:
“-Yok evladım. Gel, gir içeri. Kavanozu kırdım. Onun telaşı.”
Tereddütle içeri giren genç adam kadıncağızın kanlı elini görünce büyük bir telaşa kapıldı:
“-Aman! Elinizi fena kesmişsiniz. Hemen hastaneye gidelim. Sardıralım.”
“-Yo be oğlum, diye cevap verdi ihtiyar kadın. Şuradan iki yara bandı ile sarıveririm.”
İtiraz etti komşusunun oğlu. Onu oturttu. Tarifle bulduğu ecza dolabından gereken malzemeyi aldı. Yaşlı kadının kesik elini büyük bir dikkatle sardı. Ardından bütün itirazlarına rağmen onu dinlemedi. Mutfağın tabanını da temizledi.
Kadıncağız gencin haline baktı. İçi sevgiyle ve hayranlıkla doldu. Düşündü: “Ah, şu çocuk damadım olsaydı. Küçüklüğünden tanırım. Ne efendidir. Ana baba, büyük kıymetini bilir. Bir gün yüksek sesle konuştuğunu, ters bir halini görmedim. İstanbul’da okudu. Mühendis oldu. Aileden kopmadı. Şimdi Tamir atölyesinin başında… Askerliğini yaptı. Tam bize göre. Bizimkine de yangın galiba. Hey Yüce Allah’ım, ne çok isterdim.”
Biraz konuşmak istedi genç adamla. Mutfağa, yanına gitti:
“- Oğlum, dedi. Yoruldun. Sana teşekkür edemedim. Bir çay koyayım. Karşılıklı bir çay içelim. Akşam börek yapmıştım. Yer misin?”
Genç adamın yüzünden hafif bir kızarıklık geçti. Heyecanla konuştu:
“-Elbette. Zevkle yerim. Az yemedim sizin o ünlü böreklerinizden. Ama çayı ben koyarım. Elinizi oynatmayın biraz.”
Biraz sonra mutfak masasında samimi bir sohbet başlamıştı. Yaşlı kadın dayanamadı, sordu:
“-Oğlum, yok mu niyetin? Şöyle güzel bir gelin?”
Genç adam bir an şaşırdı. Bir hüzün rüzgârı gözlerinde durdu. Sonra başını yere eğdi. Kederli bir sesle mırıldandı:
“-Kısmet…”
Ardından hiç farkında olmadan sordu kızını:
“-Küçük hanım yok galiba. Mesaide mi?”
Derin bir nefes aldı yaşlı kadın. Genç adamın gözlerine baktı. Sanki o gözlerde hüzün deryaları vardı da küçük ümit martıları çırpınıyordu. O martıların mutluluğa uçmasını çok isteyerek cevap verdi:
“-Yok, bu akşam bir arkadaşının kız kardeşinin yaş günü varmış. Oraya gitti.”
Genç adam irkildi, hafifçe sarardı yüzü. Endişe bir papağan gibi konuşmaya başladı beyninde. Yine farkında olmadan şüphesini ağzından kaçırıverdi:
“-O jipli delikanlının kız kardeşi mi?”
Bu soru hiç şaşırtmadı yaşlı kadını. Hatta için için de sevindirdi. Başını çevirip kızının duvarda asılı duran resmine baktı. Neredeyse fısıltıyla cevap verdi:
“-Evet… Evet, ama nedense içim hiç rahat değil. İlk defa gece sokağa çıkıyor. Gelene kadar ölmezsem iyidir.”
Büyük bir sıkıntı beyninin bütün kıvrımlarında dolaştı genç adamın. Koca iki el başını şiddetle sıktı sanki. Sakin olmaya çalışıp sordu:
“- O delikanlıyı çok iyi tanıyor mu küçük hanım?”
“-Hayır, dedi yaşlı kadın üstüne üstüne gelen ağlama nöbetini yutkunup atlatmaya çalışarak. Çok yeni. Bir de… Bir de ilk defa birine ilgi duyuyor. Ödüm kopuyor.”
Sonra aklına geliveren düşünceye kendisi de şaşırdı. Ama neden olmasındı ki. Bu genç adam dürüst, efendi biri idi. Elbette sır saklamasını da bilirdi. Yoğun tereddütler yaşadı beş on saniye. Tekrar tekrar yutkundu. Ama dayanamadı, hıçkırıklar peş peşe geldi. Hissettiği sıkıntı kelimelere sığacak gibi değildi. Tutamadı kendini, başını ellerinin arasına aldı. Derin bir “of” çekti.
Genç adam birkaç dakika sesini çıkarmadı. Ansızın bastırıveren bu hüzün yağmurunun geçmesini bekledi. Ardından kalktı. Kadının yanındaki sandalyeye oturdu. Ellerini onun omuzlarına koydu, fısıldadı:
“-Teyzem, küçük hanımı siz yetiştirdiniz. Korkmayın kötü bir şey yapmaz o.”
Kadın elini tersi ile gözyaşlarını sildi. Zorlukla konuştu:
“-Kızım iyi de ya karşı taraf?”
Genç adamın kalbine zehirli bir hançer saplandı sanki. Acaba kendini koruyabilir miydi, yoksa….
Kadıncağız da kendini tutmaya çalıştı. Tereddütlerini yenip demin aklına gelen düşünceyi söylemeye karar verdi:
“-Evladım. Amcana söylesem, yüksek tansiyonu var. Biliyorsun Ağabeyleri de başka şehirdeler. Haber versem hadise çok büyüyecek. Acaba diyorum ki…”
Uzandı genç adam, kadının başını omuzuna çekti, şefkatle okşadı sırtını. Sevgiyle konuştu:
“-Anladım teyzeciğim. Ben şimdi gider, evi bulurum. Uzaktan ne gerekiyorsa yaparım. Telaşlanmayın siz.”
Kadıncağız ellerine sarıldı onun:
”-Yavrum, dedi. Masanın üstünde gideceği adres var. Hediye alıp öyle gidecekti. ”
Genç adam kapıdan çıkarken yaşlı kadın onu kolundan tutup durdurdu:
“-Aman yavrum, bunu kimse bilmesin. Hele kızım asla!”
Genç adam başını salladı. Fırladı kapıdan. Kapının önüne bıraktığı arabasına atladı, gaza bastı. Adrese bakmasına gerek yoktu. Adresi biliyordu. Nasıl bilmesindi ki. Ümitsiz bir aşkla sevdiği kızın gittiği evi çok evvelden öğrenmişti. Delikanlının yalnız başına yaşadığı, çok değişik kadınları getirdiği, baba parasıyla alınan bir daireydi orası ve çok lüks bir sitedeydi.
O gün yüreğinin parçalandığı gündü. Arabasından inip eve gireceği sırada sokağın başında sevdiğini o jipten indiğini görünce perişan olmuştu. Hemen jipin peşine takılıp takip etmişti. Araştırıp soruşturunca çok üzülmüştü.
Üniversitede öğrenciydi genç kızı fark ettiği zaman. O günü hiç unutmuyordu. Bahar günü baharlar gibi bir genç kızdı, yeşiller giyinmişti, gözleri gibi. Ama genç kız ona hep ağabey diye hitap etmişti.
Deli gibi araba sürdü. Hayatında ilk defa trafik kurallarını ihlal etti. İki kez kırmızı ışıkta geçti, sollama hatası yaptı. Kestirme yollardan gitti. Sitenin bulunduğu sokağa girdi. Arabayı kuytu bir yere park etti. İçine sinip beklemeye başladı.
Artık hava iyice kararmış, site ışıl ışıl olmuştu. Fazla beklemedi genç adam. Sitenin önünde bir taksi durdu. Genç kız taksiden indi. Elinde bir hediye paketi ile sitenin kapısından içeri girdi. Koşar adımlarla üçüncü apartmana doğru yürüdü.
Heyecandan ölecek gibiydi. İlk defa böyle bir yaş günü partisine gidiyordu. Kendisine iltifatlar yağdırıp aşktan bahseden delikanlının kız kardeşi için tanışacağı için de çok endişeliydi. “Ya kendisini beğenmezse “ sorusunu üç gündür beyninden kovmaya çalışıyordu.
Asansörün şık aynasında kendine baktı. Yabancı müzikle en yüksek katlardan birine çıktı. Kalbi artık ense kökünde atıyordu. Son defa kendini süzdü, saçını düzeltti. Ardından ürkek adımlarla delikanlının zilini çaldı.
Hemen açıldı kapı. İşte beğendiği delikanlı karşısındaydı. Her zamanki gibi çok yakışıklı ve bakımlı idi. Bembeyaz bir gömlek giymişti. Uzun saçlarını arkadan toplamıştı. Kurşuni pantolonu jilet gibi, rugan ayakkabıları pırıl pırıldı. Sevimli sevimli gülümsedi:
“-Gelsene, dedi o güzel, kalın sesiyle.
Genç kız içeri girdi. Ama çok şaşırdı. İçeride hiç kimse yoktu. Derinden derine hafif bir müzik geliyordu. Beraber koridoru geçip geniş salona geldiler. Kızın şaşkınlığı hayrete döndü. Çok modern ve az eşya ile döşenmiş salonda da kimse yoktu. Üstelik çok da loştu. Sadece iki köşede iki küçük aplik yanıyordu. Ama iki kişilik olarak hazırlanan masada yok yoktu. Şamdanda mumlar yakılmayı bekliyordu.
Kız tereddütle sordu:
“-Diğer misafirler neredeler?”
Delikanlı bütün sevimliliği ile gülümsedi:
“-Gönderdim…”
“-Niye? Kız kardeşinin yaş günü değil miydi bu gün?”
“-Başka yerde kutlayacaklar.”
Şaşkınlığı derin bir sıkıntıya dönen kız sakin olmaya çalışarak tekrar sordu:
“-Niye? Ben yaş günü kutlaması için gelmiştim.”
“-Benim için gelmedin mi? Sadece yaş günü için mi gerçekten?”
Yavaşça yanaştı kıza, yüzünde kendinden çok emin bir gülümseme vardı. Kız geri çekildi. Kapı kenarında duran düğmeye bastı. Bütün ışıklar yandı. Ama Delikanlı tekrar yanaştı. Kız üç adımda yemek masasına ulaştı, öteki başa geçti. Olanları anlamaya, olabilecekleri tahmin etmeye çalışıyordu.
“- Söyle bana, diye devam etti delikanlı. İtiraf et, benim için geldin sen.”
“-Hayır, dedi genç kız tereddütsüz bir şekilde. Sana inandım. Bak, elimde hediye paketim.”
“-Öyle olsun, dedi delikanlı. Otursana. Ne içersin yemekten önce. Sana ellerimle ne yemekler pişirdim bilsen.”
Mahzunlaşmış görünüyordu delikanlı. Masadan iki kadeh aldı. Ayakta onu büyük bir endişeyle süzen kıza baktı:
“-Bak, ama kırıyorsun beni, dedi. İki medeni insanız ve birbirimizden çok hoşlanıyoruz. Baş başa yemek için bir bahane yarattım diye kızma bana dünya tatlısı. Haydi söyle bana. Ne içersin?”
Kızın aklına annesinin sözleri geldi. Nedense beyninin bilinmez bir yerinde tehlike çanları çalıyor, içinde dehşete kapılmış biri vardı sanki ve durmadan oradan çıkması için avaz avaz bağırıyordu. Delikanlı yalan söylemişti. Kendisini kandırmıştı. Acaba başka yalanları da var mıydı, şu andan sonra da yalanlarını dinleyecek miydi? Şaşkındı, çok şaşkındı. Ama birden aklına gelen şeyle birkaç saniye nefes alamadı. Sinirlendi, çok sinirlendi. Bu delikanlı kendisini çok hafife almış, bütün değerlerini hiçe saymıştı. Oysa daha iki gün evvel uzanıp elini tutmaya kalkınca müsaade etmemişti. Şimdi ne yapmaya çalışıyordu bu hoşlandığı, kalbini çarptıran delikanlı?
“-Hiçbir şey içmem, dedi. Hiçbir şey de yemem. Sen bana yalan söyledin!”
Delikanlı kıza baktı. Onun da beyninde küçük bir ikaz zili çaldı. Bu kız diğerlerine benzemiyordu. Bu salondan geçen kızlar kendini hiç böyle suçlamamıştı. Bu gece biraz daha heyecanlı geçecekti anlaşılan. Bütün sevimliliği kıza baktı. Sesi yalvarmanın son noktasındaydı:
“-Ama… Ama lütfen yapma böyle şimdi. Bu kırık kalple yaşayamam ben. Beni öldürmek mi istiyorsun? Sana bayılan bu kalbi çok üzdün. Haydi ama!”
Daha da dikleşti kız:
“-Kız kardeşine aldığım hediyeyi sen verirsin artık. Şimdi ben gidiyorum.”
Kapıya yöneldi. Ama delikanlı önüne geçti. Üstelik gülmüyordu. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Garip bir ses tonuyla tane tane konuştu:
“-Bak! Özür dilerim. Yapma şimdi. Üzme beni. Otur şuraya, unutalım her şeyi. Baş başayız. Gecenin tadını çıkaralım. Şu büyüyü bozma.”
Kız tekrar masanın öteki ucuna gitti. Araya mesafe koymaya çalışıyordu farkında olmadan. Etrafa baktı hızla. Masadaki servis bıçağı gözüne ilişti, süslü mumlar da. “Üstüne gitmeli, sinirlendirmeliyim. Kavga etmeliyiz” diye düşündü. “Onu havalara zıplatacak bir şey bulmalıyım.”
“-Bu mumlar da pek güzelmiş diye konuştu. Mum ışığında yemek yiyecektik. Sonra sen cebinden tek taş pırlantayı çıkaracaktın. Bana evlenme teklif edecektin. Bu planı mı berbat ettim? Büyü bunun için mi bozuldu?”
Delikanlı bu sözlere çok şaşırdı. Kahkahalarla gülmemek için kendini zor tuttu. Bu halini hemen fark eden kız anlayacağını anlamıştı. Onun damarına iyice basmak, hatta delirtmek istedi:
“-Ama ben böyle evlilik tekliflerini sevmem. Taklidin de taklidi bu. Annenle baban gelecek bize, kız istemeye..”
Delikanlı dayanamadı artık. Eline alnına götürüp kahkahalarla güldü.
“-Çok erken değil mi evlilik kararı vermek için? Birbirimizi daha iyi tanımamız gerekmiyor mu?”
Kız bu kahkahadan gereken ikazı almış, iyice korkmaya başlamıştı. “Korkumu belli etmemeli, Olabildiği kadar cesur görünmeliyim” diye düşündü.
“- Öyle mi, dedi. Bu yaş günü yalanı ve yalancı gösteri seni tanımam için yeterli oldu. Şimdi yolumdan çekil.”
Delikanlı oralı olmadı. Kıza doğru birkaç adım attı. Gözlerini gözlerine dikti. “Bu küçük kız ne hayaller kurmuş, hayret, ne aptalmış. Bu eve gelen sonucuna katlanır küçük hanım. “diye düşündü. Artık gülmüyordu.
Kızcağız o karşısındakinin gözlerine bakınca niyetinin ne olduğundan artık emin oldu. O gözlerdeki açlık büyük bir sırtlan oldu, gelip, onun ceylan yüreğinin tam ortasına oturdu. Büyük bir korku dalgası onu dehşet deryasına atıverdi Şimdi ne yapacaktı? Nasıl kurtulacaktı bu kuduzdan? Son gücüyle kendini toparladı hemen. Ani bir hareketle masanın servis tabağındaki keskin bıçağı kaptı. Gözleri çakmak çakmaktı. Sert bir sesle konuştu:
“-Çekil yolumdan. Buradan hemen gitmek istiyorum.”
Ama delikanlı bu sözlere hiç aldırmadı. Onun titreyen eline, heyecandan kıpkırmızı kesilmiş yüzüne baktı. İki adım daha attı. Kahkaha ile güldü:
“-Ah benim saf aşkım! Hani benden hoşlanıyordun?”
Heyecandan ve korkudan tir tir titreyen ve ter içinde kalan kız bağırdı:
“-Evet, seni beğendiğimi söyledim. Ama bu kurduğun sinsi tuzak! Çekil yolumdan. Yaklaşma. Yoksa çok fena olacak!”
“-Ne yapacaksın, dedi delikanlı yılışık yılışık. Yoksa beni öldürecek misin? Haydi saldır bana! Öldür beni. Bakalım bana gücün yetecek mi?
Kız üzerine gelen delikanlının dikkatini dağıtmak istedi. Can havliyle masa örtüsünün kenarını tuttu, hızla çekti. Güzel kristal kadehler, pahalı porselen tabaklar ve yemekler gümüş şamdanlarla birlikte yere saçıldı.
Tuz buz olan kristallere, paramparça olan porselenlere, ortalığı berbat eden yemeklere birkaç saniye baktı delikanlı. Bunların hiç birinin zerre kadar kıymeti yoktu. Ama o akşam için düşündüğü hayallerinin bittiğini anlaması onu delirtti.
Avazı çıktığı kadar bağırdı:
“-Allah kahretsin! Ne yaptığını sanıyorsun sen? Delirdin mi?”
Kızın üstüne yürümek istedi ama kız bıçağı kaldırdı tekrar. Ama delikanlı da artık gemileri yakmıştı:
“-Hani bana bayılıyordun? Demek beni öldürmeye kararlısın. Yap bakalım o zaman?”
Ama kızın cevabı onu dondurdu:
“-Seni öldüremem. Ama kendim için tereddüt etmem!”
Fırladı yerinden kızı yakalamak için. Ama çok kalmıştı. Genç kızın eli kendine yöneldi ve keskin bıçak onun karnını boydan boya kesiverdi saniye içinde. Küçük bir inilti ile sarsıldı kız. Düşmemek için duvara dayandı birkaç saniye. Sonra sarsak adımlarla kapıya doğru yürümeye başladı. Bir elinde bıçak, diğer eli karnında, düşmemeye çalışıyordu.
Delikanlı gözlerini sonuna kadar açmış, şaşkın şaşkın onu seyrederken kız kapıyı buldu. Zorlanarak açtığı kapıdan çıkarken delikanlı yetişti ona. Ama kız son çığlığını harcadı:
“-Sakın! Sakın dokunma bana. “
Bıçağı yere attı. Sendeleyerek çıktı kapıdan. Asansöre doğru yürüdü. Düğmesine bastı. Katta olan asansörün kapısından zorlanarak girdi.
Delikanlı şaşkınlığını hemen toparladı. Derhal kapıyı kapattı ve bıçağı yerden aldı. Mutfağa götürdü, evyenin içine atıverdi.
Dehşetle olacakları düşündü. Ne kadar yaralanmıştı acaba? Acaba polise gider miydi? İyi ki elini değdirmemişti. Hemen etrafı toplamalıydı. Acaba yere kanı damlamış mıydı? Acaba kapının dışında, Asansörde kan var mıydı?
Etrafa tekrar baktı. Tek başına bu dağınıklığı toplayamayacağına karar verdi. Telefonla annesini aradı, yanına çağırdı. Aklından bin bir düşünce geçiyordu: Acaba evine ulaşabilir miydi? “Ya siteden çıkmadan ölürse, ya birisi yaralı halini fark ederse?”
“- Allah kahretsin Aptal kız, diye bağırdı. Baş belası. Sanki başka kız yok da seninle evleneceğim. Şimdi polis gelirse benim yapmadığımı nasıl ispat edeceğim. Budala kız!”
Acaba dışarı çıkıp baksa mıydı?“ Ya birisi görürse? Ama ya yerlerde kan varsa.” Korku dolu büyük bir merak beynini kemiriyor, kararsız bir şekilde salonda dolaşıp duruyordu.
Ama biri daha meraktan ölecek haldeydi. Sonunda dayanamadı, arabasından çıktı. Sitenin kapısına dikildi. Bekçiye açmasını söyledi. Bekçi diklendi. Genç adam direndi. Kızı beklediğini ve merak ettiğini söyledi. Bekçi şaşırdı:
“-Arkadaş, ne diyorsun sen? O kız sabah çıkar bu siteden. O delikanlının huyudur. Kaç kız geldiyse sabah gitti. Hepsi o biçim. Çek git. Başımı belaya sokma. İşimden etme beni!”
Genç adam duydukları karşısında önce büyük bir dehşet, ardından derin bir hüzün yaşadı. Saniyesinde bütün gücüyle sıkı bir tekme attı kulübeye. Avazı çıktığı kadar bağırdı:
“-Aç şu kapıyı! Aç dedim! İşinden olmayacaksın, açmazsan canından olacaksın rezil herif! O bahsettiğin kız temiz bir aile kızı! Aç dedim! Aç! Yosa gebertirim seni! “
Tekmeler birbiri peşine gelmeye başlayınca bekçi şaşkınlık içinde kapıyı açtı. Genç adam hemen onun boğazına sarıldı:
“- Söyle edepsiz adam, hangi daire o alçağın dairesi.”
Bekçi kıpkırmızı yüzle söyledi. Genç adam deli gibi delikanlının bulunduğu apartmana koşarken yere eğildi. Öksürükler içinde nefes almaya çalıştı.
Genç kız da artık bayılma sınırlarında idi. Pantolonundan aşağıya inen kan botunun içine dolmaya başlamıştı. Sanki içi geçiyordu. Sanki birileri onu durmadan yere çekiyordu. Mırıldandı:
“-Allah’ım, yardım et. Şu kapıyı bir bulayım. Allah’ım, bayılmadan bir taksi… Eve yetişmeliyim…”
Artık ayakta kalamadı. Yere çöktüğü anda asansör durdu. Saniye geçmeden kapı sert bir şekilde açıldı. Ardında isminin haykırıldığını duydu. Birinin kendini kucaklayıp havaya kaldırdığını hissetti. Zorlanarak gözlerini açtı. Kalbini büyük bir sevinç kapladı. Komşu teyzenin o yiğit oğlu idi karşısındaki. Yavaşça ismini fısıldadı. Ardından zorlanarak kekeledi:
“-Hemen anneme haber ver. Kimseye söylemesin, has… Hastaneye gelsin… Ben yanlışlıkla… Ben… ben bıçağı… elimden kaçırdım….Ben, ben…. Kendimi yaraladım.”
Kızcağız artık daha fazla dayanamadı, kendinden geçti. Başı aşağıya, kolları yana sarkıverdi.
Genç adam deli gibi koştu arabaya kucağındaki baygın sevdiceğiyle. Yanına oturttu. Torpido gözündeki temiz havluyu karnına bastırdı. Dizine koydu başını onun ve hemen telefona sarıldı. Sadece bir cümle kurdu:
“-Teyzeciğim. Kimseye bir şey söylemeden, kimseyi telaşlandırmadan evden çık. Hemen hastaneye gel.”
Genç adam sevdiceğini deli gibi araba kullanarak hastaneye yetiştirdi. Bağırarak sedye istedi. Çılgın bir koşuşturmanın ardından genç kız hemen ameliyata alındı. Kan gerekti, kendi kanını verdi. Ameliyathanenin kapısında beklerken yaşlı kadın yetişti.
Ağlayarak sımsıkı sarıldı genç adama. O da olanları anlattı:
“-Karnı boydan boya kesilmiş. Allahtan karın zarına inmemiş. Kas kesiği. Ama çok kan kaybetmiş. Bıçağı elinden kaçırdığını söyledi. Ama bana biraz tuhaf geldi. Kimse peşinden gelmemiş. Yalnızdı. Asansör kapısını açtığımda yerdeydi.”
Kadın az sonra kendine gelince genç adama yalvardı:
“-Oğlum, bunları kimseye söyleme. Babası kahveden dönmedi daha. Ağabeylerine de birkaç gün sonra ben söylerim. Elin ağzı torba değil. Masum yavrumun adını çıkarırlar. “
Genç adam hüzünle baktı kadının gözlerine:
“-Şimdi polis ifade alır, dedi. Ona ne diyeceğiz.
Kadının yanaklarından yaşlar süzüldü. Yavaşça konuştu:
“-O ne dediyse onu. Bizim evde donmuş eti kesmeye çalışırken bıçak kaymış deriz. Yolda hep onu düşündüm.”
Başka bir anne de son defa salona baktı. Sarı boyalı saçlarını uzun, kırmızı ojeli tırnaklarıyla düzeltti. Sıkıntı içindeydi. Oğlunun çapkınlıklarından hep rahatsızdı. Onun yaptığı bir tür kedi fare oyunu idi. Bu durumdan da büyük zevk alıyordu.
“-Evladım dedi, evladım! Ah evladım! Niye kıza yalan söyledin? O kasaba kızı ne anlar mum ışığında yemek yemekten. Belli ki muhafazakâr aile kızı…
Delikanlı sinirli sinirli cevap verdi:
“-Jipe binerken öyle görünmüyordu ama! Belli ki zengin koca bulmak istemiş.”
Süslü kadın sağa sola bir kere daha dikkatle baktı. Sonra uzandı, oğlunun yanağını okşadı:
“-Haydi gidelim, dedi. Kalma burada. Polis falan gelir. Zaten baban da merak etti. “
Başını sağa sola salladı delikanlı:
“-Of! Şimdi bir de onun nutuklarını dinleyeceğiz bilmem kaç saat. Hey Tanrım bana güç ver!”
O sırada ameliyathanenin kapısı açıldı ve genç kızı çıkardı görevliler. Doktor hemen yaşlı kadının yanına geldi:
“-Geçmiş olsun, dedi. Çok ucuz kurtarmış. Bıçak biraz daha derine inseymiş vahim bir durum olabilirdi. Bu durumda küçük hanımı birkaç gün misafir edeceğiz.”
Yaşlı kadın ağlayarak genç adama sarıldı. Durmadan teşekkür ediyor, o da hüzünlü gözlerle zavallıyı teselli etmeye çalışıyordu.
Sedyeyle birlikte odaya gittiler. Hemşire serumu takarken polis geldi odaya. Bilgi almak istediklerini söylediler.
Genç adamla yaşlı kadının polis odasında verdikleri ifade aynıydı: Kız bıçağı kuvvetle bastırınca kayan bıçak o hızla yaralanmasına yol açmıştı.
Polisin şüpheli bakışları genç adamın üstünde gezindi. Alaycı bir ses tonu ile konuştu:
“-Allah Allah! Ne tesadüf! Bu kardeşimiz de tam bıçak kaydığı sırada evde imiş. Sizin çığlığınız duymuş!
Yaşlı kadın polisin imasına hemen cevap verdi:
“-O nasıl söz öyle polis bey oğlum? Başka kimden yardım isteyecektim ki? Evde kimse yoktu. Elimde büyüdü, o benim evladım.”
İşte tam da o anda delikanlının babası ihtişamlı evinde avaz avaz bağırıyordu:
“-Şimdi kesin polise gitmiştir ailesi. Oğlum, sen ne zaman şu… Şu… Allah’ım sen sabır ver! Yahu, bir ölç, bir biç… Sonra kıza oyun oyna. Elâlemin saftirik kızını eve atmak da ne oluyor ha? Yahu kaç yaşına geldin, bir sürü sevgilin oldu, hâlâ kadınları tanımıyorsun. Şimdi ayıkla pirincin taşını bakalım.”
Yaşlı adam salonda bir aşağı bir yukarı gezdi durdu bir müddet. Ardından dedi ki:
“-Hanım, bu velet yarın işe mişe gelmeyecek. Evden, hatta alt kattaki dinlenme odamdan dışarı çıkmayacak. Ben yarın şirkete gittikten yarın saat sonra telefon et. Midesi bozuldu, hasta de. Ben onun işini hallederim. Polis ararsa yok de, hemen beni ara.”
Oğlunun yüzüne hiç bakmadan konuştu:
“-Yaz bir kâğıda o kızın telefon numarasını. Yarın öğlene kadar bir ses çıkmazsa bakarız çaresine.”
Ama yaşlı adam ertesi gün o kadar beklemedi. Sabah gelir gelmez genç kızın telefonu arattı. Telefona çıkan babasıydı. Çok üzüntülü bir sesle arkadaşı sandığı sekretere kızının kaza geçirdiğini söyledi. Hangi hastanede yattığını da ilave etti.
Kendi konforlu, özel sürücülü arabasına binmedi, koca şirket binasının arka kapısından gizlice çıktı adam. Bir taksi çevirdi. Aklına gelen bin bir düşünce ve onların çözüm yollarına dair fikirler ile boğuşarak hastaneye geldi.
Biraz sonra kızın kapısının önündeydi. Birkaç dakikalık tereddütten sonra yavaşça kapının kolunu çevirdi. Başını içeri uzattı. Kızcağız kolunda serum yatıyordu. İncecik dal gibi bir kızdı. Kumraldı. İyice sararmıştı. Gözleri açıktı. Yanında yaşlı bir kadın ve genç bir adam vardı. İkisi de şaşırarak ona baktılar.
“-Yanlış geldiniz galiba, dedi kadın ayağa kalkıp. Bu odada…”
Onun sözünü kesti yaşlı adam kararlı bir halde:
“-Hayır, dedi yanlış gelmedim. Ben… Ben delikanlının babasıyım.”
Kız çok heyecanlandı, doğrulmak istedi. Ama genç adam hemen durdurdu. yüzü sapsarı kesilmişti. Çene kasları oynuyordu. Genç adamın sabretmekte zorlandığını anlayan yaşlı adam oralı olmadı:
“-Geçmiş olsun kızım, dedi. Oğlum adına özür dilemeye geldim.”
Kız gözlerini beş on saniye gözlerini kapalı tuttu. Zorlanarak açtı sonra. Karşısındakinin gözlerine baktı uzunca. Yüzü gerildi. Yutkundu:
“-O isimde birini tanımıyorum, diye fısıldadı. Yanlış odaya gelmişsiniz.”
Adam şaşırdı. İsmi tekrar etti.
“-Anlamadınız mı, diye yavaş yavaş konuştu kız. Tanımıyorum dedim. Benim sizin oğlunuzla hiçbir bağlantım olamaz. O zavallının edepsizliğini karşılayacak güç verdi bana Allah’ım, şükürler olsun. Oğlunuzun ahlaksızlığını örtmek için uğraşmayın. Aklınızın ucundan geçmesin para pul. Değil paranızı almak, sizinle bir kere daha göz göze gelmeyi dahi istemem. Şimdi çıkın gidin, şimdi dedim…”
Adam ne diyeceğini bilemedi birkaç saniye. Tam ağzını açacaktı ki genç adam yerinden kalktı. Onu kolundan tuttu:
“-Görmüyor musunuz, yaralı, ameliyattan çıkalı bir gün bile geçmedi. Çıkalım hemen.”
Yaşlı adam onun gözlerindeki korkutucu kararlılığı görünce hemen odadan çıktı. Şaşkınlık içindeydi. Kızcağız hiç de oğlunun çizdiği tipe benzemiyordu. Tam tersi yiğit bir kızdı. Mağrur ve yalancı dünyanın sıradan hazlarına hiç tenezzül etmeyen bir karakteri olduğunu hemen belli etmişti. Halinden belliydi ki hayata karşı dimdik çoktan durmayı öğrenmişti. Hasta halinde dahi çok güzeldi. Sade, tavizsiz ve kendiliğindendi bu güzelliği.
Hızlı adımlarla yürürken kendi kendine söylendi. “Ah be dünya! Böyle bir kızımın olmasını ne çok isterdim. Bizim velette nerede böyle bir haysiyet?”
Ama tam hastaneden çıkarken şeytan dürttü. Ya kız rol yapıyorsa, ya Vehbi’nin kerrakesi sonradan çıkarsa? Geri döndü. Soluğu Başhekim yardımcısının yanında aldı. Aldığı bilgiden sonra oğlu adına çok rahatladı. Ama aklı o genç kızdaydı. İçi ısınmıştı ona. Neden gelini olmasındı?
Şirkete gitmekten vazgeçip lüks malikânesine geldi. Hanımı eli yüreğinde karşıladı onu. Heyecanla sordu. Ama adam onu tersleyip bodruma indi. Delikanlı babasının destursuz içeri karşısında ayağa fırladı. Korkulu gözlerle ona baktı.
Adam onu hırsla süzdü. Bağırıp çağırmamak, etrafı dağıtmamak için kendini zor tutuyordu:
“- Haydi paçayı ucuz kurtardın, dedi. Kız kendimi kaza ile yaraladım, demiş. Ama gittim, gördüm onu. Senden yiğit, senden çok daha delikanlı… Keşke bu edepsizliği yapmasaydın da o kız bu evin gelini olsaydı. Beni kovdu, ne sana aşık, ne benim parama tenezzül etti. Şimdi… Yarın senin adına çiçekle donatacağım odasını. Birkaç gün sonra da sen gidip özür dileyeceksin. Bu işi düzelteceksin anladın mı beni? Ağzını açma, konuşma, tek söz söyleme!”
Ama ertesi gün gelen ve neredeyse bir kamyonet dolusu çiçeği reddetti genç kız, annesi ve o genç adam. Çok sinirlendi zavallı kız. Ateşi yükseldi, birden vücut direnci düştü. Çok sürmedi kendinden geçmesi.
Doktorlar üşüştüler başına. Tahliller tekrar başladı. Yaşlı anacığının da tansiyonu yirmi ikiyi buldu. Hemen başka bir odaya aldılar.
Genç adam o gün de işe gitmedi. O birkaç gün de gidemedi. Kızın babasını eve gönderdi. Onun başında, o canının, cananının, o sevdiceğinin başında hep bekledi.
Ara ara içi geçse de, başı öne sarkıp sıçrasa da hep bekledi.
Kız derin bir kâbusun içindeydi sanki. Derin kuyulara baş üstü düşüyor, bu düşme bir türlü durmuyor, bitmiyordu. Sesi çıkamıyor, sadece fısıldıyordu:
“-Kurtar beni Allah’ım! Kurtar beni…”
Her seferinde yumuşacık bir el yanağına değdi. Sıcacık bir ses duydu:
“-Korkma, yanındayım meleğim. Yalnız değilsin. Diren ne olur, bizi… Beni yalnız bırakma, gitme ne olur.”
Gözlerini zorlayarak açıp baktı o sese. Hayal meyal gördü genç adamı, gülümseyen yüzünü, ama ıstıraptan perişan gözlerini gördü hep.
Bu ses ona adeta altın bir merdiven oldu o dipsiz kuyularda. Sonunda yakalayıverdi o sallanan ışıl ışıl merdiveni. Yaşaması için yalvaran sesi dinledi. Yavaşça gözlerini açtığında yine karşısındaydı.
Onun gözlerini açtığını gören genç adam çok sevindi. Öyle ki farkında olmadan yanakları ıslanmaya başladı.
Çok yorgun genç kız zorlanarak uzattı elini. Parmağının ucuyla onun akan gözyaşlarını sildi ve fısıldadı:
“-Ama… Ama bak, uyandım artık. Üzme kendini.”
Az sonra anacığı gelmiş, başucunda gözyaşı döküyor, şükür duaları ediyordu.
O akşam biri daha şükür ediyordu. Başhekim yardımcısından kızın uyandığı haberini alan delikanlının babası… Büyük bir vicdan azabından, kaç gecedir uykusuz kalmaktan kurtulduğu için şükrediyordu. Ama müthiş bir pişmanlık kalbini sıkıştırıp duruyor ve beyninin kıvrımlarında gezinip duruyordu. Kendini hiç anlamayan hanımı ile evde gölge gibi dolaşan sinik oğlundan hırsını çıkarmamak için yutkunup duruyordu.
Aradan iki gün daha geçti. Genç adamın anası ile babası hastaneye ziyarete geldiler. Çok meraklıydı genç adamın annesi. Her şeyi ilk ağızdan öğrenmek istiyordu. Sorguya başlayınca, kızın annesi tam ağzını açacaktı ki genç adam sözünü kesi onun:
“- Anne, evde anlattım ya sana. Ben hastaneye götürdüm onu. Kaza işte. Bıçak kaymış elinden. Yorma şimdi teyzemi.”
Kızcağız çok şaşırdı bu cevaba. Demek ki bu genç adam her şeyi biliyordu. Ona bir kere daha hayran oldu. Gönlüne ılık bir bahar rüzgârı geldi, filizlendi utangaç utangaç. Yanakları kızardı.
Genç adam gördü onu. Heyecanla uzandı, elini alnına değdirdi farkında olmadan. Heyecanla konuştu:
“-Ateşin… Ateşin mi çıkıyor?”
Kızın annesi bu halden utanıp görmezden geldi, başını yere eğdi. Genç adamın anası ile babası bakışıp memnuniyetle gülümsediler. Kimseleri beğenmeyen oğulları bu kıza tutulmuş muydu ne?
O akşam artık genç kız kendini çok iyi hissediyordu. Genç adam artık eve dönmek mecburiyetinde hissetti kendini. Yaşlı kadın da artık yorulmamasını söyledi. Ama kız küçük parmağından yakaladı onu. Fısıldadı:
“-Gitme! Ne olur gitme. Korkuyorum. Sen olmazsan bu geceyi bu odada geçiremem ben. Korkuyorum. Kal, ne olur kal.”
“-Teyzeciğim, dedi genç adam. Sen git. Amcayı yalnız bırakma.”
O gece kız ilk defa derin ve güzel bir uyku ziyafetindeydi.
Sabahleyin erkenden geldi yaşlı kadın. O da kendini toparlamış, rahatlamıştı. Anlattığına göre kocası da iyi bir uyku çekmişti.
Ancak öğleye doğru bu mutluluğu çok kötü bir hadise bozdu. Üçü tatlı tatlı sohbet ederken birden kapı açıldı. Elinde orkidelerle içeri o delikanlı girdi. Yüzünde sırnaşık ve mağrur bir gülümseme, saniyesinde üçünü de süzdü. Geç kızda karar kıldı. Tereddütlü bir sesle:
“-Geçmiş olsun, dedi. İyi görüyorum seni. Şimdi nasılsın?”
Genç adam midesine yumruk yedi sanki. Yine sapsarı kesildi. Aklına gelen düşünce ile iyice gerildi. “Ya sevdiceği şu zengin züppe ile yeniden… Yo, yo, hayır… Bunu asla yapmaz.”
Yaşlı kadın hemen anladı onun kim olduğunu. Yavaşça yerinden kalktı. Ama genç kız kararlı bir sesle konuştu:
“-Anne! Otur lütfen. Kimse çıkmasın odadan. Çıkacak biri varsa şu haddini bilmezdir!”
Delikanlı pişkinliğe vurdu işi:
“-Yapma ama, dedi. Olanda benim suçum yok ki. Her tarafı döktün kırdın. Buna rağmen senden özür diliyorum.”
Kız hırsından kıpkırmızı kesildi. Derin derin nefesler alınca genç adam telaşla ayağa fırladı. Niyeti delikanlıyı kolundan tutup dışarı çıkarmak ve gerekeni yapmaktı. Ama delikanlı koluna uzanan eli şiddetle itti ve hırsla sordu:
“-Kim bu kabadayı?”
Kız aklına gelen düşünce ile gülümsedi. Hemen söyleyiverdi:
“-O yiğit adam benim nişanlım!”
Genç adamın yüzünde sımsıcacık sevgi yelleri esti o an. Ne diyeceğini bilemeden kıza baktı. Dünyanın en güzel gülümsemesiyle bakıyordu ona kız. Ardından şaşkınlıktan dona kalan annesine dedi ki:
“-Anne, şu beni bilmezi dışarı at!”
Yaşlı kadın yerinden kalktı hemen. Delikanlıyı kolundan tuttu. Yapacağı bir şey kalmadığını anlayan delikanlı gönül rahatlığı ile kapıdan çıktı. Babasının emrini yerine getirmişti. Ona anlatacağı çok şey vardı. Aldatılmış, kırılmış gencecik sevgili rolünü oynamak ona gökten zembille düşmüştü!
Yaşlı kadın şaşkınlığını üstünden atmak ve kendine gelebilmek için kendini hastanenin dışına atarken söyleniyordu kendi kendine:
“-Allah’ım, kızımın aklına mukayyet ol! Nerede görülmüş böyle bir şey. Allah’ım, neler oluyor çocuğuma.”
Genç adamsa heyecanla çöktü yatağının başucuna kızın. Heyecanla sordu:
“-İyisin değil mi?”
“-Çok ama çok iyiyim. Hayatımda bu kadar iyi olmamıştım dedi.
Sonra bütün hikâyesini anlattı ona, ne bir eksik, ne bir fazla, olduğu gibi. Sonra dedi ki:
“-Şimdi söyle bana. Beni hala seviyor musun? Bu duruma rağmen beni hep sevebilecek misin?”
Genç adam hüzünle baktı onun yeşil, güzel, mahzun gözlerine:
“-Ben seni hep evdim, dedi. Ama sen beni sevebilecek misin?”
Genç kız yavaşça uzanıp onun elini tuttu, yanağına götürdü. Sadece baktı, uzun uzun baktı.
Genç adam mutlulukla gülümsedi. Kalbinde sanki küçücük hüzünlü suskun bir küçücük kuş vardı da işte o an mutlulukla kanat çırpmaya başlıyordu Birden her taraf bahar rengine dönüştü sanki. Sanki gök o güne kadar görmediği güzellikte bir mavideydi ve Tuğrul kuşları orada sevda türküleri dillendiriyordu. Çok uzakta çöl ceylanları bir vaha buluyorlar ve o vahada bulgurlaşan çöl suyundan yudum yudum içiyordu. Ve… Binlerce sevdalı bülbül rengârenk gül yapraklarının aralarında aşk şarkılarını söylüyordu…
Hamiş: Bu hikâyemiz bir adli dosyadan yola çıkılarak yazıldı. Türkiye’miz için yorum yapmayacağız. Bu defa yorum Çok kıymetli okuyucularımızın…