Memleket tarihini öğrenmek için okuduğumuz kitaplar, gezdiğimiz müzeler, ziyaret ettiğimiz şehitlikler, gördüğümüz eski eserler bizlere hep bir şeyler öğretir. Sadece öğretmekle kalmaz, aynı zamanda şuur da kazandırır. Fakat bir tarih kitabının anlattıkları hep bir yerlerden aktarılan, ikinci el bilgilerdir neticede. Amma bir de öyle satırlar vardır ki bir asır evvel de yazılmış olsalar, yüreğimize dokunurlar. Tıpkı şehid üsteğmen Sabri Efendi’nin, eşi Naciye Hanım’a yazdığı hasret kokan mektuplar gibi…
Mektuplar, haberleşmek için yazılsalar da, bazıları zamanla tarihi belge hüviyeti kazanırlar. İşte Sabri Efendi’nin eşine gönderdiği nameler de böyledir. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, vazifeli bulunduğu 72. Alay ile evvelâ İstanbul’a, oradan da Çanakkale’ye gönderilir kahramanımız. Oysa sevgili eşi, küçük kızı ve varlığından daha sonra haberdar olacağı küçük yavrusu ile daha yeni taşınmıştır Urfa’ya. Akabinde hasret kokan satırlar yazılmaya başlanır ve Altıncı Kolordu Seyyar Sahra Postanesi vasıtasıyla refikası Naciye Hanım’a ulaştırılır. Mektuplar bugün karşımıza, sosyal yapı, insan psikolojisi ve dönem incelemesi ile ilgili tarihi delil özelliğine sahip belgeler olarak çıkar. Mektuplar, birinci şahsın ağzından, dolaysız ve direk yazılmıştır. Bu sebeple muhtevası itibarıyla resmi kayıtlarda rastlayamayacağımız detaylara havidir. Devrin sıkıntı ve sancılarını yansıtır.
Zamanında Voltaire, Diderot ve Chateaubrian’ın kaleminden dökülmüş satırlar, özel nitelikli mektuplar, bugün Fransız İhtilâl Tarihi’nin incelenmesinde birer belge özelliği taşırlar. Benzer şekilde bizde de İmam Rabbani, Muhiddin-i Arabî, Mevlâna gibi şahsiyetlere ait bu tür örnekler araştırmalara konu olup yeni inceleme sahaları oluşturmuş, kitaplaşarak milli hafızadaki yerlerini almışlardır. Daha beriye geldiğimizde ise, bu sefer Nâmık Kemâl, Muallim Naci, Abdülhâk Hamit, Ziya Gökalp gibi yazarlarımızın Limni, Malta, Midilli gibi coğrafyalardan gönderdikleri edebî nitelikli mektuplarıyla karşılaşırız. Burada üzerinde durduğumuz mektupların edebi kıymeti değildir kesinlikle. Sadece iletişim maksadı ile yazılmış mektupların araştırılıp gün yüzüne çıkarılması ve müdekkik nazarlar tarafından incelenerek, devrin hususiyetlerine ışık tutmasıdır. Ne yazık ki elimizde edebî kıymete haiz olmayan mektuplara ilişkin inceleme çalışmaları çok sınırlıdır ve araştırmacı ve akademisyenlerimizin evvelemirde üzerine eğilmeleri gereken bir sahadır.
Elimizde bulunan ve 101 yıl önce Türk Milleti’nin varoluş mücadelesini verdiği zamanlara ait bu mektuplar: “Şehit Üsteğmen Sabri Efendi’den eşi Naciye Hanım’a Hasretle” adı altında Çanakkale Valimiz Hamza Erkal önderliğinde kitap haline getirilmiş ve araştırma bizzat Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi Yardımcı Doçent Doktor Lokman Erdemir Bey’in kadim bir çalışma örneği şeklinde karşımıza çıkmıştır. Mektuplar, bir Osmanlı subayının ailesi ile vedalaşıp Çanakkale’ye yolculuğunu, eğitim günlerini, savaş sırasında eşine ve çocuklarına duyduğu sonsuz özlemi, yeni doğacak bebeklerinin heyecanını, onu görememe endişesini bizlere ilk elden aktarır. Lokman Erdemir Bey, Sabri Efendi’nin ailesine ulaşmış, mektupları ve Çanakkale savaşına dair resimleri derleyerek kitapta yer vermiştir.
Ne zaman Çanakkale denilse, merhum Akif’in satırları yankılanır ruhumuzda, boy boy kırmızı güller açar benliğimizde… Amma savaş sadece top, tüfek, barut, batarya değildir. Sabri Efendi’nin mektupları bize gösterir ki savaşı sadece cephede savaşan asker yapmaz, geride kalan eş, çocuk, ana, yâr da bu savaşın birer parçasıdır. Onlar da zaman zaman bulamadıkları bir dilim ekmekle, alamadıkları ayakkabıyla endişe ve korkularıyla velhâsıl çektikleri bütün sıkıntılarla savaşın görünmeyen neferleridir. Nitekim bir savaş; askerî, sosyal, psikolojik ve ekonomik boyutlarıyla çok yönlü etkileşimler doğurur. Tüm bu sebeplerden dolayı Julie Rak, Autobiography in Canada: Critical Direction adlı çalışmasında kişisel mektupları “non-fiction genre litarature”- “kurgusal olmayan edebiyat” başlığı altına alır, tıpkı otobiyografi, hayat hikâyesi yazımı, günlükler gibi. Peki, kişisel mektuplar gerçeğe bir kapı açar mı? Onu da Sabri Efendi’nin mektupları üzerinden buyrun birlikte görelim.
Mektupları okumaya başlayan okuyucunun dikkatini çeken ilk husus, kullanılan “dil” dir… 1915, bundan yüz bir sene evveline ait bu dil; Sabri Efendi’nin sevgili eşine hitap şekli, günümüzde hiç olmadığı kadar nazik, nazar-ı dikkatleri çekecek ölçüde hassas ve çok hoş bir tatlılık edası içindedir; şehidimiz sonsuz muhabbet ve hasret yükü ve serapa aşkı ile çıkar karşımıza:
“Azîzem, refikam, ruhum, iki gözüm muhterem refîkam, refîkam hanım, muhterem refîkacığım, refikai muhteremem hanım” gibi hitap şekli Aydın’ın Çine kazasından gelmekte olan Sabri Bey’den bizlere ılık esen bir Ege rüzgârı havası getirir. Yine mektuplarından;
“İşte sana tatlı günlerimizden bir hâtıra:
Bak nebi-edibâne aşk zâr eder, feryâd eder,
Kûş eder (işitir) mecnun olsa merhamet icâd eder,
Çare yoktur, âşık Allah’ından istimdâd eder.
İnşallah sağ kalır da gelirsek, gene o tatlı günleri geçiririz ruhum. Cenâb-ı Hak ihsan buyursun.” ifadeleri sevgi dolu bir Sabri Efendi gerçeğini önümüze koyar. Yüz bir yıl sonra bugün eşlerin birbirlerine hitap edişlerine bakıp bir karşılaştırmaya gidecek olursak popüler kültürlerin kıskacında ilişkilerin ve hitap şekillerinin kırpılıp kuşa çevrilerek güdük ve manasız söz öbeklerinden ibaret kaldığını görür ve kaybettiğimiz değerlerin bir kez daha farkına varırız. Bugün sahip olmadığımız o incelik ilerleyen her satırda kendisini göstermeye devam eder;
“Hamdolsun sıhhatteyim, sizlerin de sıhhatte olmanızı Cenab-ı Hak’tan temenni eylerim. Bugün Ayastefanos telgrafhanesi vasıtasıyla telgrafla 8 lira-yı Osmanî gönderdim. Vusulünde mektubu almazsan derhal işarı. Sizden ayrıldığımızdan beri ancak 4-5 lira-yı Osman’î sarfetmişim. Bunu yazmaktan maksadımı tabii anlarsınız, inşallah yakında maaş alırsak yine göndereceğim cicim. Sizden hiç bir şey talep etmem, saadetle ve istirahat-ı kalp ile yaşamanızı talep ederim…. Siz kimseye muhtaç olmayınız ve Cenab-ı Hak da kimseyi kimseye muhtaç etmesin.” satırlarında bir savaşın suitesirlerinin cephe ile sınırlı kalmadığını görürüz. Geride kalan ana-babalar, kardeşler, dul ve yetimler, yokluk ve sıkıntılar… Ve Sabri Efendi’nin arkada bıraktıkları gibi daha yüz binlerce hayata tutunmaya çalışan aile. İşte bugün, bu mektupların, günlüklerin, anıların gün yüzüne çıkması gerekmektedir. Orhan Şâik Gökyay’ın dizelerinde bizlere haykırarak;
“Bu Vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır”
mısralarını idrâkte bir bütünlük telâkkisine kavuşmamız için, gün yüzüne çıkmalıdır bu mektuplar. Geçmişle gelecek arasında köprü kurabilmek adına elimizdeki sarı sayfalı çeyizimizdir bu mektuplar…
Çanakkale’den Urfa’ya giden satırlarda “insan” vardır, etiyle, kemiğiyle, kalbi ve ruhuyla “insan”: “Cenab-ı Hak kimseye muhtaç etmesin. Malum ya bu gibi haller benim gücüme gider. Ben bu halleri Manisa’daki memuriyetim zamanında gördüm. Firdevsim’in gözlerinden öperim. Firdevsim’e pabuç hâlâ yapılmadı mı? Eğer İstanbul’a izinli gidersem gönderirim. Eğer hâlâ pabuçsuz ise ölçüsünü aldır, Halep’e yaz, getirttir. Bâki, gözlerinizden öperek Cenâb-ı Hak’a emânet eylerim, iki gözüm muhterem refikam hanım.”
Çanakkale’den yazılan satırlarda sevgi, hasret ve sahiplenme vardır:
“Huzur-u İsmetanelerine, Allah aşkına beni seversen kendini güzel muhafaza et. Hiç bir şeyi esirgeme, bana senden başka bir şey lâzım değildir. Siz yalnız sıhhatte olunuz.”
Sabri Efendi’nin mektuplarından birinde harp sırasında subayların maaşlarının bir kısmının gerektiğinde ailelerine “sipariş” olarak verilmekte olduğunu görürüz. “Bugün şehr-i Eylülden itibaren 400 kuruş sipariş bağladım” diyerek hanımının bunu almasını ister. Bu satırlar da sosyal tarihi anlamada bize yol gösterir, savaş esnasında ne tür çarelere başvurulduğu hakkında fikir verir.
“Hiç olmazsa haftada bir kere olsun iki satırlık mektup yazarsınız” satırları ile merak ve özlem içinde bir Çanakkale çıkar karşımıza. Naciye Hanım’ın cevabı ile mektupları yazması için birine ihtiyacı olduğunu, okuma ve yazmayı sonradan öğrendiğini görürüz.
Ve mektuplarda zaman zaman sitem de vardır: “Şimdiye kadar beş altı defa mektup gönderdiğim halde henüz birine olsun cevap vermediniz. Acaba esbabı nedir, bana dargın mısınız? Dargınlığınız nedir, anlayamadım. Olsa olsa sizi Urfa’ya getirdiğimdendir. Bu kabahat ne sende, ne de bendedir.”
Osmanlı Devleti Donanması 29 Ekim 1914’te Sivastopol ve Odesa limanlarını ve şehirlerini bombardıman ettiğinde dönülmez bir yola girmiştir. Birinci Dünya savaşına girdiğimizi mektup satırlarından okuruz; “Malumunuzdur ki Rusya, İngiltere, Fransa, Belçika, Sırp Karadağ hükümetleri (Osmanlı Devleti’ne) harp ilân eylemiştir. Cenâb-ı Hak Osmanlıları muzaffer kılsın.”
Sabri Efendi’nin Çanakkale günleri zor geçer. 18 Mart Zaferi’nin ardından yazdığı 20 Mart 1915 tarihli mektubunda; “Güzel Firdevs’imin gözlerinden öperim. Burada çocukları gördükçe mahzunum. İnşallah cümle ile beraber Cenâb-ı Hak hızlıca kavuşmak ihsan eder. Çoğu gitti azı kaldı.” diyerek Mehmetçiğin cephedeki ortak kaderini; hasret ve endişelerini dile getirir.
Cephede iken dünyaya gelen kızı Münevver’i hiç göremedi Sabri Efendi. Tek derdi Vatan idi; “Vatanımızın saadetini temin en birinci emelimiz. Cenab-ı Hak devlet ve millete zeval vermesin. Bütün düşüncem evvelâ vatanım ve dinim ve sizsiniz. Malum ya vatanımızı birbirimizden daha çok severiz. Çünkü o bâkî kaldıkça biz de bâkîyiz. Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun.” satırları, bugün de ziyadesiyle muhtaç olduğumuz düşünce ve duygu birliğine işaret etmektedir.
Sabri Efendi Çanakkale Savaşı’nda 6. Kolordu 72. Alay 2. Tabur 9. bölükte görevli iken Arıburnu Tepesi Muharebesi’ndeki hücum sırasında 3 Mayıs 1915 tarihinde kemâl-i şecaatle şehîd olmuştur.
Çanakkale zaferinin yürek burkan başka hikâyelerinin de mutlaka bulunup ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu, millî bir vazife olduğu kadar, manevi bir mesuliyettir de ayrıca. Tarihe ışık tutan bu mektuplar, hamasetle anlatılan bir zaferin hakikatte hangi şartlarda ve nasıl bir ruh haleti içinde kazanıldığının hüccetleridir. Daha nice isimsiz kahramanımızın, ister mektup, ister günlük şeklinde olsun, kâğıda döktükleri dünyalarının gün ışığına çıkarılması, bu topraklara vatan mührünün nasıl vurulduğunu göstermesi açısından elzemdir. Bu satırlar coğrafyayı vatan kılan ruhun müşahhas bir timsâlidir.
Azîz şühedamızın mekânı cennet olsun… Ruhlarına El-Fâtiha…
KAYNAKLAR
Şehit Üsteğmen Sabri Efendi’den eşi Naciye Hanım’a Çanakkale’den Hasretle… (Çanakkale Valiliği’nin katkılarıyla- Atlas Târih- Nisan-Mayıs 2016)
Askerî Târih Araştırmaları Dergisi- Journal of Military History Studies- Yıl 13, Aralık 2015, Sayı 26.
https://www.academia.edu/23641903/
Auto/biography in Canada, Critical Directions, Prof. Julie Rak
Cultural Studies Series, Life Writing Series