Fatih Mehmed ÖNAL
“Dön ardına bir bak hele
Hatırına neler gele…
Dar boğazda Çanakkale,
Tarihin en zor meydanı”
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Çanakkale Zaferi, Türklerin destan yazdığı, vatanı için neler yapabileceğini tüm cihana gösterdiği kutlu bir zafer. Türk’ün ne demek olduğunu bilmeyen, varlığını küçümseyen emperyalist İngilizlere atılan bir tokat. Atatürk’ün dediği gibi, “…Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldi. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşları’nı kazandıran bu yüksek ruhtur.” Çanakkale, Türklük ruhunun yoğun bir şekilde yaşandığı ve yaşatıldığı bir meydandır.
Türk tarihinin her bir zaferinin ayrı ayrı önemi ve anlamı vardır. Farklı yıllarda, değişik coğrafyalarda yazılan destanların ortak noktası ise şüphesiz ki vatandır. Vatanın ne demek olduğunu, ancak Türklük şuuruna sahip olanlar anlayabilir. Günlük siyasi ihtirasları uğruna, Türk tarihinin belli dönemlerine ve kahramanlarına karşı alerjisi olanlar, Türklük şuurundan yoksun olmaları hasebiyle vatanın anlamını ve önemini kavrayamazlar.
Çanakkale, fiziki bakımdan küçük bir yer kaplar. O küçük kara parçasında binlerce şehit verdik. O şüheda ki, fiziki olarak küçücük olan kara parçasını kanlarıyla suladı ve koca bir vatan toprağı yaptı. Ne diyor Atsız:
“Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara…
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.”
Savaşmaktan kaçmayı bir an bile düşünmediler. Ama ne hazindir ki o şehitlerin canlarıyla, kanlarıyla korudukları vatanlarında yüzyıl sonra birileri, şu anda Türk askerinin bulunduğu topraklar için, çıkıp diyor ki: “18 keçinin otladığı kaya parçası için, savaş mı yapalım?” İşte Türklükten nasibini almamışların, vatanın önemini anlamadıkları buradan daha aşikâr bir şekilde gözüküyor. Bu düşünce, konforlu koltuklarında ahkam kesen, tarihin belli dönemlerine ve kahramanlarına alerji duyan, ecdattan dem vururken, “keşke Yunan galip gelseydi” diyecek kadar Türklüğe düşman olan düşünceyle aynı cephededir. Çanakkale’de İngilizlere karşı mücadele veren Türkler, bugün ise mezkûr düşüncelere gark olan ve Türklükten ictinâb edenlere karşı mücadele etmektedir.
Çanakkale ruhunu anlamak için önce Türklük ruhunu özümsemek gerekir. Eğer birileri Türklük ruhuna sahip değilse Çanakkale Zaferine dair söz söyleme hakkına da sahip değildir. Atatürk, Çanakkale Muharebelerini şöyle anlatır: “Bomba sırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Siperler arasında mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe göstermiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenlerin ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldi. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşları’nı kazandıran bu yüksek ruhtur.” Bu ruh, imkân ile iman arasında verilen bir mücadeledir. Çanakkale’yi anlamak ve iyi okumak lazım. Gelecek nesillerin milli şuur kazanması ve bu ruha sahip olması için doğru adımlar atılmalıdır. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun deyimiyle: “Türk gibi olabilmek, Türk gibi yaşayabilmek önemlidir, onurlu olmaktır bu. Cumhurbaşkanından yol süpürücüsüne, dağdaki çobandan köydeki muhtara, Türk gibi yaşama onuru ile zenginleşmesini bilmiyor ise Türk olmuş neye yarar?” Çanakkale’yi anlamak bu yaşama onuruna sahip olmak demektir.
Çanakkale Zaferini kazanan kahraman Türk askerinin yanı sıra, bu zaferin bir yıldız kahramanı daha vardır. Bu kahraman, daha sonra Millî Mücadele’de de başı çekecek olan, Mustafa Kemal Paşa’dır. Birinci Dünya Harbinde her bir cephede Türklük şuuru yüksek kumandalarımız mücadele verdiler. Enver Paşa, Cemal Paşa, Kazım Karabekir, Süleyman Askerî Bey ve diğer kumandanlarımızla topyekûn olarak bir mücadele verilmiştir. Çanakkale, İtilaf devletlerinin hâlâ unutamadığı bir savaştır. Öyle ki Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver’in Londra’da olduğunu duyan Churchill (Çörçil), Ali Enver’i Rauf Orbay ile birlikte yemeğe davet eder. Şevket Süreyya’nın belirttiği üzere, Churchill (Çörçil), Enver Paşa’dan bahsederken: “Senin baban Enver Paşa, benim siyasi hayatımı tam yirmi yıl geriye attı.” Der. Demek ki yıllar da geçse bu zafer düşman kuvvetlerinin hafızalarından silinmeyecek. Bizim de bu kutlu zaferimizi silinmeyecek şekilde hafızalarımıza kazımamız gerekir.
Çanakkale Zaferini düşünürken insanın aklına, ister istemez, bugünlerde Afrin Harekâtında bulunan Mehmetçik geliyor. Çanakkale destanının kahramanlarının torunları bugün Afrin’de. Atalarının, Türk’ün kim olduğunu ve vatanı uğruna neler yapabileceğini dünyaya gösterdiği destanın yıl dönümünü, Afrin’de yaşayarak anlıyor. Atatürk’ün bahsettiği o ruhun ne demek olduğunu hem bizlere hem de cihana gösteriyor.
Afrin’e giden Mehmetçik, ailesine: “Beklemesinler” demişti. Yüz yıl evvel Harput’tan Çanakkale’ye giden genç de ailesine, beklemeyin, demişti. Afrin’deki Mehmetçik istikametinin Kızılelma olduğunu söyledi. Aynı istikamete Çanakkale’deki kahramanlarımız da inanıyordu. Ve yine Afrin’deki Mehmetçik ile Çanakkale’deki askerlerimiz ortak bir ülküde birleşiyordu: Vatan müdafaası.
Türkler üzerine asırlardan beri, Türkistan’dan Anadolu’ya değin, hep bir plan yapılmıştır. Ve Türkler önüne çıkan engelleri aşmasını başarmıştır. Dün olduğu gibi bugün de vatan topraklarımıza göz dikmiş tarihi düşmanlarımız ve içeride onlara hizmet eden yandaşlarının planları vardır. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu şiirinde der ki: “Türk’ün bir düşmanı çıksa da bine / İlini, töreni bozamaz yine!” Türkler, töresini muhafaza ettiği sürece önüne çıkan engelleri yıkıp geçecektir. Törenin gelecek nesillere aktarılması önemlidir. Çanakkale Zaferi’ni anlamanın yolu da töreden geçmektedir. O meydanda verilen destansı mücadele, şüphesiz ki Malazgirt’te, İstanbul’un fethinde mücadele eden şanlı ordunun, torunlarına bıraktığı ruh ve şuurun bir timsalidir. Aynı ruh, Çanakkale Zaferinin yıl dönümde, Afrin’de şanlı Türk bayrağımızı göndere çeken kahraman Mehmetçik’in de ruhuna aşılanmıştır.
Birinci Dünya Harbi ve Millî Mücadele gibi, 20. Asırda topla tüfekle yapılan mücadeleler bugün de teknolojinin gelişmesi ile değişen imkânlarla, devam etmektedir. 21. Yüzyılda yapılan savaşlar sadece topla tüfekle de olmuyor. Soğuk savaş diye de tabir edebileceğimiz farklı bir mücadele içindeyiz. Diplomatik, ekonomik, kültürel, siber vs. mücadeleler de sıcak savaşlara destek vermektedir. Bilginin daha fazla önem kazandığı ve aklın ön plana çıktığı bu savaşlarda da tıpkı Çanakkale’de ve bugünlerde Afrin’de verdiğimiz mücadelenin benzeri bir mücadele vermeliyiz. Yukarıda bahsettiğim üzere Türklük şuuru içinde kılıç kadar kalem savaşlarında da etkin rol almalıyız. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de: “Kılıç memleket zapt eder ve zafer kazanır; kalem de memleket tanzim eder ve hazine toplar. Kılıç kan damlatırsa, memleket alır; kalemden mürekkep damlarsa, altın gelir. İnsanın bilgili olması çok iyi bir fazilettir; insanın kılıç kullanması, daha üstün bir fazilettir. Güzel ve iyi bir memleket kılıç ile zapt ve kalem ile tanzim edilir; herkes dilek ve arzusuna kavuşur.” Bu sözlerden hareketle kalem ve kılıcı birlikte kullanmamız gerektiğini görüyoruz. Nasıl ki Afrin’de, Çanakkale ruhunu yaşayan ve yaşatan Mehmetçik, kılıcın gücünü gösteriyorsa kalem erbabı da kalemiyle bu mücadeleyi diplomatik, siyasi, ekonomik vb. alanlarda desteklemelidir. Bu mücadele ancak bu şekilde anlam ve başarı elde edebilir.
Şüphesiz ki her Türk gencinin kanında ve ruhunda vatanı uğruna savaşmak vardır. Bu savaş sonucu erişilen şehitlik mertebesi de Türkler için kutlu bir makamdır. Vatan için mücadele etmek sınırda olduğu kadar sınır gerisinde de yapıldığı takdirde başarıya ulaşır. Burada yapılması gereken herkesin ehliyet ve liyakatine göre devleti ve vatanı için çalışmasıdır. Burada önümüze iki tür sıkıntı çıkıyor. Birincisi, yapması gerekenleri sadece sözle dile getiren ancak yerine getirmeyenler. İkincisi, hâlâ işin farkında olmadan vatanı uğruna hiçbir şey düşünmeyen ve bilgisini bu yolda kullanmayanlardır. Bu iki engeli de aştığımız takdirde Türk’ün güç ve kuvvetini daha gür bir şekilde dünyaya duyurabiliriz.
Çanakkale’yi okurken tarihin diğer merhalelerine de bakmak ve şunu görmek lazım: Türkler için vatan namustur. Vatan için bir söz söylemek veya bir işe kalkışmak için iyi düşünüp taşınmak gerekir. Bugün, bu vatan toprağında bağımsız yaşayabiliyorsak, bunun bedeli bu toprakları kanlarıyla sulayan, kefensiz yatan şehitlerimiz tarafından ödenmiştir. Vatana fiyat biçmek isteyen hainler, bu vatanın paha biçilemez olduğunu bilsinler! Akif’in, Yüce Türk Milletine armağanı olan İstiklal Marşı’nın her bir satırının bizlere kattığı şuur aynı şekilde Çanakkale Şehitleri’ne yazdığı şiirde de vardır:
“Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!”
Türk tarihinin binlerce yıldır Türklüğü ve vatanı uğruna verdiği mücadelelerde şehit olan cümle şühedaya saygı ve minnetle…
“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.”