Anımsayacaksınız,böylesine bir aşağılanma görülmüş müydü acaba, İmparatorluklar yıkılırken, İkinci Dünya Savaşından sonra bile? Osmanlı Devletine 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Bırakışmasını Limni adasında demirli ‘Agemennon’ zırhlısında imza ettirmişlerdi. İmzalayan kişi de Milli Mücadele’nin Başbakanı, Hamidiye Kahramanı, o tarihte Denizcilik Bakanı olan Hüseyin Rauf (Orbay) dı. Tabii ki amaç aynıydı, tarihe unutulmayacak not düşmekti. Örnekleri uzatmak mümkün, Japon imparatoru Hirohito da ‘‘Güçlü Mo’’ (Mighty Mo)lakabıyla anılan ve İkinci Dünya Savaşı sırasında dünyanın en büyük zırhlısı olan 270 metre uzunluğundaki Missouri’nin güvertesinde ABD beş yıldızlı generali Mac Arthur’un huzurunda Japonya’nın teslim antlaşmasını imzalamıştı. Amerikalı kaynaklara göre, Stalin ve İngiliz itirazlarına karşın, gerilla eylemlerinden çekinen Mac Arthur’un onun ismini savaş suçluları listesinden çıkardığından haberi olmayan Hirohito, savaşın sorumluluğunu üstlenmeyi kabul etmişti. Oysa MacArthur ilk kez Japon imparatoru Hirohito’ya “efendim”diye hitap etmiştir. (1) Tanrı mertebesinde kabul gören güneşin oğlu Hirohito ilk kez bir yere çağrılı olarak gitmişti, yine de az da olsa bütün bunlar da büyük bir saygınlık vardı.
Ancak, diplomatik teamüller gereği, Rusya farklı idi. Kabalıklarıyla dünyaya nam salmışlardı. Hele ki Rusya’ya göbekten bağlananlar çok daha kaba muameleye maruz kalmaları hiçten bile değildi. Bilmem bu girizgâhtan sonra şimdi, Suriye’de rejim lideri Beşar Esad’a hemi de kendi toprağında yapılan hakaretengiz davranışı anımsayabildiniz mi? Çar Putin, RF adına Suriye topraklarında ‘Tartus Deniz Üssü’nü Sovyetler Birliğinden devralmıştı. Öyle ya da böyle RF olarak ama planlı, iyi hesaplanmış ve düşünülmüş Türkiye’nin güneyinde İncirlik’ten mülhem, ‘Humeymim’de bir Rus Hava Üssü kurmayı başarmıştır. Neyi anlatmaya çalışıyorum? İşte Suriye’deki bu üs içerisinde, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a tüm dünyanın gözleri önünde maruz bıraktığı muameleyi hatırlayabildiniz mi? Anımsamalıyız, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye ziyareti sırasında kırmızı halıda Putin ile yürümek isteyen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rus komutanlar tarafından durdurulmasını. Hani canım, Rus Çarı, kırmızı halıda yürürken Putin’e eşlik etmek isteyen Esad, Rus komutanlar tarafından hem de kolundan tutularak durdurulmuştu. Muameleye, aşağılanmaya bakar mısınız? Beşar Esad’ın üssün içinde nasıl da Putin’den önce bir adım bile atamadığını tüm uluslararası televizyon kanalları göstermişti, hep birlikte izledik. Bu sahne, günümüz tarihinde bir liderin hem de Baas Partisinin Suriye bölgesel liderinin kendi topraklarında karşı karşıya kaldığı eşi menendi olmayan, benzeri görülmemiş bir aşağılamayı göstermiştir. Belli ki Çar Putin bundan acayip zevk almıştı. Ziyaret sonrası, Humeymim’deki Rus Hava Üssü’nden Moskova’ya gitmek üzere ayrılan Çar Putin’in uçağın merdivenlerine doğru yönelirken, kendisiyle vedalaşmak üzere hamle yapan Başar Esad’ın bir Rus Subayı tarafından nasıl geri çevrildiği Ortadoğu’daki kukla liderler de içleri burkularak izlemişlerdi. Sanki Putin, Esad’ın davetlisi olarak Suriye’ye gelmemiş, kendi anavatanına gelmişti. Başta Rus çarları olmak üzere kaba Kuklacı Rus liderlerinin böyle şeylerle ilgilendikleri açık seçik ortadadır. RF’yi Suriye’de çağrılı kuvvet olarak kabul edip bunu, bütün dünyaya ilan ve deklere ettiniz mi? Başka ne beklenir ki? Efendim, bundan başkası kesinlikle beklenmez zaten. Bütün bunlar, KKTC ‘de “Yes be annemciler”ile “Yes Sir’ciler”e ithaf olunur, birilerine göbekten bağlanırsanız, her zaman üstten bakılmaya muhatap olursunuz. Siz istemezseniz dahi, size hatırlatırlar. Bizlere ters geliyor, ama himaye, vesayet, koruma altına alınma işte böyle bir şeydir. Bu durum hiçbir toplumun, milletin; düşmanının başına bile gelmesin. Mütareke döneminde Galata Köprüsü üzerinde araçtan indirilerek sorgulanan Osmanlı Hükümetinin bakanları bir yana, Enver Paşa’nın Hanımı Naciye Sultan’a ait otomobil bile, İtalyan Albay Vitelli tarafından müsadere edilmişti. Muhtelit Mütareke Komisyonu Başkanı Galip Kemali Bey’in, Naciye Hanım’ın, Padişah’ın yeğeni olduğunu hatırlatması ile otomobil iade edilmiş, ancak bu olaydan birkaç gün sonra bu sefer de Fransızlar aynı otomobili müsadere ederek Franchet d’Esperey’e tahsis etmişlerdi.(2)
Bir hatırlatma yapayım, sorarım size, Beşar Esad’ın hanımına tahsis edilmiş araçlarından birini ya da hepsinin bir Rus subayı tarafından müsadere edilmeyeceğinin garantisi var mı? Bunları iyi düşünmek lazım. Rusların arkasında saf tutanların durumu ise geçmişin sömürge yönetimlerinden farklı değildir, fazlalığı bile var.
RF, Medvedev’in 2011 yılında Güvenlik Konseyi’nde Kaddafi rejimini devirme kararına sessiz ve de çekimser kalarak sonuçlarını yanlış tahmin ettiği Libya’da, bu sefer kesinlikle hata yapmamaya çalışmaktadır. Oysa o tarihlerde Medvedev’in Devlet Başkanı olduğu dönemde yürütmenin başında Başbakan olarak Vladimir Putin bulunmaktaydı. Zannediyorum RF silkinme döneminde idi, Fransa’nın acullüğünü bizim gibi onlar da beklemiyordu. Ancak bu sefer durum farklı, Libya denkleminde RF mutlaka bulunmak istemektedir. Bunun için Suriye’den Libya’ya atlama becerisi göstermiştir. Mısırlı yazar İmil Emin, Şark-ul Awsat’ta 20 Haziran 2020 tarihinde yazdığı gibi, Çar Putin, Akdeniz kıyılarında oyun oynamaya geri dönmüştür. Libya’yı her ne pahasına olursa olsun kontrol altına almaya çalıştığı için Libya’dadır. Rusya’nın hareketleri alabildiğine çevik ve kıvraktır, dikkat çekici bir biçimde Suriye’den Libya’ya atlayabilen bir tilkiye dönüşmüştür. Yani Çar Putin’e geçmişteki gibi, Akdeniz’de oynamak tatlı gelmiştir. Onun için Suriye’de yapmış olduğunun aynısını, yani hem deniz hemi de hava üssü kurmayı, çatışan taraflara önem vermeden Libya topraklarında da tekrarlayabilme eylemini başlatmıştır. Yoksa Çar Putin’in, ne Hafter ne de es-Serrac ile doğrudan bir ilgisi bulunmamaktadır. Planlanmış oyun Libya’nın Suriyelileştirilmesidir. Çünkü büyük liderler küçüklerin oyunlarıyla ilgilenmezler. Onlar sadece fırsatları değerlendirmekle ilgilenirler.
RF Suriye’de kalıcılığını SB’den devreden Tartus deniz üssü ve yeni kurmuş olduğu Humeymim hava üssü ile sağlamıştır. Suriye’de kalıcılığının devamı bu iki üssü ile pekiştirilmiştir. RF benzerini Libya’da yapma çabası içerisindedir. Suriye’de gerçekleştirmiş olduğunun, bir benzerini Libya’da Sirte’de deniz üssü, Cufra’da res’en bir hava üssü tesisi peşindedir. Nitekim ABD uydularının çektiği fotoğraflarda Libya’daki Cufra Hava Üssü’nde Suriye’deki Humeymim Hava Üssü’nden nakledilmiş 29 MİG ve 24 Sukhoi –Su savaş uçağının varlığını net bir şekilde göstermektedir. Uçakların her ne kadar milliyetleri gizlense de bölgeye Rus pilotlar tarafından intikal ettirilmiş, herhangi bir harekâtta yine onlar tarafından kullanılacaktır. Bu, Libya’nın doğusunda kurulacak Rus askeri üslerinin bir söylenti değil, gerçek olduğunun resmi bir kanıtıdır. Hafter’in bu konuda yaptığı resmi talebin ardından Rusya’nın Libya Temas Grubu Başkanı Lev Dengov’un yaptığı açıklama da bu durumu doğrulamaktadır.
Ancak Çar Putin, Afrika’ya giriş kapısı Libya’da ve Akdeniz’de de varlığını pekiştirirken Trump, Almanya’daki askerlerinin sayısını 25 bine indirmeye hazırlanmaktadır. Twitte diplomasisinin mucidi, ABD Başkanı Trump’ın, ‘Almanya NATO’ya ödemesi gereken parayı ödeyene kadar askerlerimizi geri çekiyoruz” demesi bu yüzdendir. Alman Donanması neredeyse harabeyken Mısıra 3 denizaltı üretip gönderen ve RF’nı paraya gark eden Trump az bile demiştir. Ancak bu durum diğer açıdan sadece trajikomik bir ironi değil, paradoksiyal bir durumu da dikte ettirmektedir. Evet, efendim anlayabilen öne çıksın, yanlış çıkarımlara yol açan makul fiziksel argümanlar silsilesi bu tür mantıksal aldanmayı da açığa çıkarmaktadır. Burada ilginç bir durum var, Libya’da meşru çağrılı kuvvet statüsünde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri bir anlamda Suriye’deki RF’nin Silahlı Kuvvetleri gibidir. Böyle olmasına karşın NATO üyesi Türkiye için NATO’nun kapısı çalınmaktadır. Bazı kapalı mahfillerde bir başka iddia ise Rusya’nın bir şekilde Libya’nın bölünmesi konusunda gizliden ya da açıktan Türkiye ve Ulusal Mutabakat Hükümeti (UHMH)ile ittifak etmesidir. Bu sav neye benziyor, biliyor musunuz, Altı Gün Savaşı öncesi Sovyetler Birliği’nin Mısırlılara verdiği parlak sözlere. O dönemde öylesine parlak sözler sarf edilmiştir ki, Sovyet filolarının Mısır’ın emri altında olduğu bile yorumlanmıştı. Şimdi de Kahire’de Sisi’ye yakın bazı çevreler, Türkiye’ye karşı oluşturulan Mısır’ın liderliğindeki ittifakın RF’nin, hava kuvvetlerini teşkil edebileceği bile tartışabilmektedir. İşte bu durum Almanya’yı ve Berlin sürecini öne çıkarmaktadır. Fransa Savunma Bakanlığı Fransız donanma gemisi Le Courbet’nin, Libya’ya silah taşıdığı şüphesiyle bir Türk kargo gemisini durdururken, geminin yakınında bulunan bir Türk fırkateyninin angajman kuralları gereği düşmanca manevrasına maruz kaldığını açıklamış ve bu konuyu NATO’ya intikal ettirmiştir. Efendim bir yandan NATO’nun beyin ölümünden hemen her fırsatta ve her zeminde ileri süreceksin ve de her krizi fırsata çevirmeye çalışacaksın sonra da NATO’nun kapısını çalacaksın. İşte bu nedenle başta Fransa olmak üzere, Yunanistan ve GKRY’nin NATO’nun ve AB ‘nin kapısını çalmaları gelecekle ilgili panik ve kaygıları olduğunun da açık delilleridir.
Öte yandan, The Arab Weekly’ye konuşan bir Libyalı kaynak, “Gerçekte ABD’ye de karşı olan Fransa, Türkiye’ye karşı Rusya’nın yanında durmuş gibi görünmektedir. Ruslar ve Fransızlar Sirte’ye aynı derecede önem veriyor; her ikisi de Kardabiye liman ve üssünü istiyor” demiştir. Yine bir şayiaya göre batıda Sirte’ye karşılık Cufra’nın Rusya’da kalmasına rıza gösteren Türkiye’nin, Vatiyye’yi kara üssü, Mısrata’yı deniz üssü olarak gözüne kestirdiği iddiası bile dillendirilmektedir. Tamamıyla yanlıştır, bu üsler UMH Ordusu için önemlidir, hayati öneme haizdir. Sirte limanı kadar 15 kilometre güneyinde yer alan Kardabiye Hava Üssü de stratejik öneme haizdir. Sirte el değiştirirse UMH Ordusu da Kardabiye’yi de üs olarak kullanmayı planlamaktadır. Türkiye için ileri sürülen savlar bütünüyle yanlıştır. UMH Ordusunun yol göstericiliğini, askeri eğitmenliğini yapan Türkiye hemen her coğrafyada olduğu gibi Libya’nın toprak bütünlüğünden yanadır.
Türkiye ile yakın çalışan UMH’nin İçişleri Bakanının ismi Fethi, soyadı ise Osmanlı’ya yakınlığı en güzel bir şekilde anlatan Yeniçerinin bölgedeki Osmanlı zamanındaki unsuru Garp Ocaklarından kalma bir rütbe olan “Başağa”dır. UMH’nin İçişleri Bakanı Fethi Başağa “Sirte kısıtlama olmadan bize dönecek”öngörüsünde bulunurken, Ankara’dan dönen UMH Başkanı Fayiz Serrac da operasyona devam edilmesi talimatını vermiştir.
Libya’nın linç edilen müteveffa lideri Albay Muammer Kaddafi’nin memleketi Sirte, 2015’te DAİŞ’in eline düşmüş, 2016’da ise ABD’nin hava desteği ile Mısratalı milislerin kontrolüne geçmiştir. Ancak her zaman olduğu gibi, Haziran 2019’da selefi Medhalilerin saf değiştirmesiyle Sirte Hefter güçlerinin kontrolüne girmiştir. Sirte ve Cufra’yı ele geçirmek için ‘Zafer Yolları Harekâtı’nı başlatan UMHK’nin Sirte-Cufra Ortak Harekât Kuvvetlerinin sözcüsü General Abdulhadi Dırah, “Sirte bizim için kırmızı çizgidir”diyerek harekâtın hedefini göstermiştir. 6 Haziran’da Vişke’yi ele geçirdikten sonra üç koldan Sirte’ye yüklenen UMH güçleri, Hafter’in hava saldırıları karşısında ilerleyememiştir. Bu nedenle Berlin Süreci dile getirilse de düğümün çözülebilmesi gözleri yeniden Türk-Rus liderler zirvesine döndürmüş ve Ankara-Moskova süreci dışında tıkanıklığın aşılması beklenemeyeceği görüşü hakim olmuştur.
Peki şimdi soralım, Libya’daki harekatın odak noktası neden Sirte’dir ve niçin günümüzün moda deyimiyle niçin UMH’nin kırmızı çizgisidir? Şunu söylemeye çalışıyorum, şu sıralarda Sirte’den söz açılınca taraflar ya da neredeyse tüm aktörler Sirte’yi neden kırmızı çizgi olarak ortaya koymaktadırlar?
Libya Sahil şeridinin tam ortasında yer alan Sirte, hem Afrika’nın hem de Libya’daki fosil yakıtın yüzde 60’ını barındıran “Petrol Hilali”nin Akdeniz’e açılan batı kapısı sayılmaktadır. Libya’nın en değerli hidrokarbon havzasından gelen 11 petrol ve üç doğalgaz boru hattının Akdeniz’de ulaştığı liman kentleri Sidre, Ras Lanuf, Marsa El Brega ve Zuveytine’ye egemen olmanın yolu Sirte’den geçmektedir. Malum, 48,3 milyar varil petrol ve 1.5 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olan Libya’da savaş öncesi kamu gelirlerinin yüzde 96’sı hidrokarbona dayanıyordu. Halen petrol üretimi günlük 1,6 milyon varilden 90 bin varile kadar gerilemiştir. O yüzden Sirte “Petrol Hilali”nin tekrardan verimli hale gelebilmesi için bir “karakol kenti”olarak tanımlandırılmaktadır. Diğer bir deyişle, “Petrol Hilali”nde akışı sağlayacak bir kontrol, çatışmanın seyrini değiştirecek bir çarpan etkisi yapabileceği kıymetlendirilmektedir. Sirte’yi ele geçiren güç, Bingazi’ye kadar boru hatları, rafineriler, depolar ve terminallerin bulunduğu 350 kilometrelik şeridi kolayca elde bulundurabilir. İşte bu nedenle Hafter’in Sirte’ye bu kadar önem vermesinin sebeb-i hikmeti budur. Hafter bu bölgeyi ele geçirince Trablus-Mısrata merkezli güçlerin belini kıran bir kaldıraç gücüne kavuşmuştur.
Gelin şimdi de ABD cephesini, bakış aaçısını irdeleyelim. Almanya’da konuşlu AFRICOM Komutanı General Stephen J. Townsend Trump’un dikkatini Tunus ve Libya’ya çekebilmek için çabalarını yoğunlaştırmıştır. Bu arada Türkiye de ABD’yi Libya’da daha aktif olmaya çağırmaktadır. Çünkü ABD’nin tercihi öncelikle Rusya’nın, Fransa’nın tercihi ise öncelikle Türkiye’nin engellenmesi, kendisinin Türkiye’nin yerini almasıdır. ABD desteği olmadan AB’nin Ankara’yı vazgeçirmesinin zor olacağını gören Fransa’nın Washington’la doğrudan temasa geçmesi bu yüzdendir. Libya’daki Rus uçaklarını tüm kamuoyuna ifşa etmekle uğraşan ABD ise, Libya’da Türkiye’den yana tavrını açıkça otaya koymuştur.
Efendim bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, Libya’da Rus kurgulanması baskın olduğu sürece ABD’nin NATO’nun Doğu Avrupa Savunma Planı’nı bloke eden tavrını ileri sürerek NATO kanadında Türkiye’yi köşeye sıkıştıracak bir pozisyona sokulması beklenmemektedir. ABD’nin Fransa’nın feveranına karşın NATO’yu devreye sokmaksızın, bir Türk-ABD ortaklığının şekillenmesi ve Libya’daki sorunların bu şekilde çözümlenmesi makuliyeti göstermektedir.
Dipnotlar
(1) Can Kargı, “İmparator Hirohito ve General MacArthur Görüşmesi – 1945”, 23 Şubat 2017,https://wwturkiye.org/imparator-hirohito-ve-general-macarthur-ilk-kez-bir-araya-geliyor-1945/ Erişim28.06.2020/
(2) Abdurrahman Bozkurt, İtilaf Devletlerinin İstanbul’da İşgal Yönetimi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilimdalı Doktora Tezi, s. 23