Her şey Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT)’nın, 4 Mayıs 2024 tarihinde “Casusluk nedir?” başlığıyla bir video hazırlayıp, yayımlanmasıyla başladı. Aslına bakılacak olursa casusluk faaliyetlerinin genel bir kanavası çizilmişti söz konusu videoda. Anadolu Ajansı (AA) ve TRT başta olmak üzere birçok yayın organında açıklamalı olarak yayımlandı. Görmüşsünüzdür. Videoda, açık kaynak bilgilerinden yararlanarak yapılan analiz çalışmaları ve hazırlanan raporlar ‘casusluk faaliyeti’ olarak tanımlanmıştır. Ama insan söylemeden edemiyor, sevgili okurlar, “casusluk” son derece ciddi bir iştir, meslek erbabı tarafından icra edilir. Casusluk ve istihbarat savaşı, dış politikanın hatta doğrudan politikanın vazgeçilmez bir aracıdır. Politika kelimesi de öyle ulu orta kullanmamak gerekir. Hikmetinden sual edilmez, ne gizemli sözcüktür şu politika. Politika kelimesinin kökeni antik Yunan’a dayanır, bilinir. Politika kelimesi, ‘şehir’ anlamına gelen ‘polis’ kelimesinden türetilmiştir. Zaman içerisinde ‘politis’ kelimesi de yurttaş anlamında kullanılmaya başlamıştır. Bu sihirli sözcük insan ile bütünleşiktir, ayrılmaz bir bütündür. Daha sonra bu kelime Latince ve Yunanca ‘da ‘politiká (Πολιτικά)’ olarak bugünkü anlamıyla kullanılmaya başlamıştır. Politika kelimesi hem sözlük anlamıyla hem de Aristoteles’in tanımlarıyla ele alındığında, kısaca devlet işlerinin yürütümüyle ilgili bir kavram olduğu söylenilebilir. (1) Daha doğru bir ifadeyle devlet işlerinin optimum seviyede işlerlik kazandıracak bir biçimde kullanılan bilim ve sanat yöntemlerinin tümüdür. Öte yandan Aristoteles’in devlet ve politika görüşleri incelendiğinde politikanın en temel amacının ‘toplumu insanın mutluluğunu temin edecek şekilde düzenlemek’ olduğu da açıkça görülmektedir. Aristoteles, bunu sağlamak için de devlet ve adalet kavramlarının önemine özellikle dikkat çekmektedir.
Evet ne diyorduk, casusluk ve istihbarat savaşı, dış politikanın hatta doğrudan politikanın vazgeçilmez bir aracıdır. Kuşkusuz bu sadece bir iddia değil, bir karşı koyma refleksidir de. Aslında anlatılmaya çalışılan, yapılan tam anlamıyla bir “Çaşıtlık” faaliyetidir ya da “işbirlikçilik”tir, doğrusu yabancı bir devletin ulusal hedefine, ya da o ulusun amaline hizmet etmek demektir. Daha çok bilinçli, bilinçsizce de olabilir, bunu yadsımamak gerekir. Evet doğrudan bir bilgi aktarma işlemidir, ama bunu “casusluk faaliyeti” olarak nitelemek, yapılanı üst perdeden göstermek olur ki, yanlıştır. Aslına bakılacak olursa yapılan iş tamamen bir ‘ÇAŞUTLUK’ ya da ‘ÇAŞURLUK’ faaliyetidir. Eski Türkçe ’de “çaşut”, genelde kötü bir niyetle bir “iftira atma” ya da “kara çalma” işlevidir. İftira, kara çalma, ya da siyasilerimizin ağızlarına pelesenk olan “müfteri” sözcüğü veya aynı kökten türetilmiş çeşitli sözler gibi, Uygurca döneminde yaygın ve işlek olarak kullanılmıştır. İslâmî dönem metinlerinde bu kullanım sıklığının azalmış olduğu açıkça görülmektedir. Eski Türkçe “çaşut” ya da bugünkü bilinen haliyle “çaşıt” sözcüğü Eski Türkçe döneminde yaygın olarak kullanılırken bugün daha çok tarihî romanlarda karşımıza çıkmaktadır. Gündelik dilde ise daha çok Arapça “casus” sözünün ön plana çıktığı görülmektedir. “Çaşıt” sözü Türkçe sözlüklerde çoğunlukla benzer şekilde “casus” olarak tanımlanır ve “eski/eskimiş”kayıtlarıyla anılır. (1) Kısaca “çaşıt” bir devletin, bir örgütün ya da bir kişinin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimsedir, Arapça biçimiyle “casus” adıyla tanımlanır. ‘Nişanyan Sözlük’te belirtildiği gibi Kıpçakça kaynaklarda “çaşur” sözcüğü de ‘iftira atmak’ fiiline gelen ‘-ut’ ekiyle türediği belirtilerek (2) bir anlam kazanır.
Neden bu konuyu bu kadar ayrıntılı bir biçimde ele almaya çalışıyorum, sevgili okurlar. Yıllarca başta ABD olmak üzere kendi ülkemde Devlet Arşivlerinde bulunan “Çok Gizli” (Top Secret), Kişiye Özel belgeler üzerinde çalıştım da ondan. Bu durum başta espiyonaj faaliyetleri olmak üzere benzer konularda onlarca bilimsel yayım yapmamdan kaynaklanmaktadır. Arşivlerde belgeye bakabilmek için sadece sesimi yükselterek değil, sıkı mücadeleler yapmam hep bu nedenledir. Yıllar dahi geçse, hadiselerin üzerinden bazı ülkelerde 30 yıl, diğer bazı ülkelerde 50 yıl geçmiş olmasına karşın arşivlerin araştırmacıya açılmasında ilgili devletler son derece cimri davrandıklarını öncelikle ve önemle belirtmeliyim. Neden? Nedeni açık, elde etmeye çalıştığım söz konusu dokümanlar, o ülkenin yanlış tutum ve davranışlarını belgeleyen birinci el belge niteliğini taşımaktadır da ondan. Hele ki bu faaliyetler Dar-ül İslam’da yani Kutsal Topraklarda Siyonist etkinlikler olduğunda sır perdesini aralamak ya da aynanın arkasını görmek öyle o kadar da kolay değildir. Bu makale kapsamında, ameliyata hazırlanan doktorun, hastayı tıbbi tahlillere tabi tutması gibi, köstebekler Şark’ı elinde bulunduran Osmanlı Türkiye’sine dağılmış olduklarını (3) sadece söylemekle yetinelim. Hiçbir şey altın tepsiler içerisinde araştırıcıya sunulmamıştır.
Bir diğer konu ise, ülke başkentlerinin en güzel deyimiyle belirteyim köstebeklerden, ajanlardan geçilmez oluşlarıdır. İyi yetişmiş ajanı ayrımsamak pek olası değildir zira hedef halka uyum sağlayacağından emin olunacak şekilde genetik özellikler seçilir ve sonra aksansız yerli dili konuşabileceği biçimde eğitilir. Kendisi o insanmış gibi eğitim görür yıllarca, önceki kimliğini yalnızca görev bilinci için tutması istenir. Ancak pek iyi yetişmemiş ajanlar kendilerini belli edebilirler. Hele bir de sonradan devşirilmiş ajanlar ise genelde kendilerini çarçabuk belli ederler, hatta kimileri ellerine güç geçtiğinde bağlı oldukları ülkenin direktiflerini reddedip kendi liderliklerini bile güçlendirmek isteyebilirler. Yani zor zanaattır, ajanlık ya da köstebeklik. İkinci Dünya Savaşında İngiliz Büyükelçisinin uşağı ‘İlyas Bazna’ böyledir, aynı yıllarda Almanya’ya gönderilmiş olan ‘Emine Adalet Pee’ böyledir, Yunan işgallerine karşı İzmir ve çevresinde örgütlenen Türk İstihbarat Teşkilatında görev alan ve önemli faaliyetlerde buluna ‘Mustafa Mümin’ namı diğer ‘Gavur Mümin’ böyledir, iyi bir boksör ve kumarbaz aynı zamanda iyi bir yan kesici İngiltere’ye kaçıp gittiği için İngilizceyi aksanlı konuşabilen ‘İngiliz Kemal’ de böyledir.
4 Mayıs 2024 tarihinde bu videonun yayınlanmasından kısa bir süre sonra ‘9. Yargı Paketi’nin detaylarında ‘yeni tip bir casusluk’ tanımlamasının Türk Ceza Kanuna ve diğer bazı kanunlara ekleneceği gündeme gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere yabancı istihbarat örgütlerinin Türkiye’deki casusluk faaliyetlerinin önlenmesiyle ilgili yasal düzenlemeler dikkatli bir biçimde ele alınmıştır. 9. Yargı Paketi Taslağının 22’inci maddesinde yer alan “etki ajanlığı” lafzı gündemdeki tartışmaların odak noktası haline gelmiştir. Kamuoyunda ”etki ajanlığı” olarak tanımlanan düzenleme taslakta “diğer faaliyetler” başlığı altında yer almaktadır.
Bu maddede zikredilen “Etki Ajanlığı”; bir ülkenin, bir başka ülkedeki insanların, görüş, tavır, duygu ve davranışlarını etkilemek için savaşa başvurmaksızın propaganda yöntemleriyle, planlı bir görüş ve bilgi iletiminde bulunma faaliyetidir. Özellikle bu tarifte açık kaynakların bile etkili ülke tarafından hedef ülkeye karşı planlı, güdümlü yönlendirici bir şekilde kullanılabileceği varsayım olarak ortaya konulmaktadır. Buna göre, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar hapis cezası ile cezalandırılması bağıtlanmıştır. Maddenin düzenlenme gerekçesinde 5237 Sayılı Kanun’da “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” suçlarının düzenlendiği, ancak bu düzenlemenin ”Belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine olacak şekilde gerçekleştirilen diğer faaliyetler bakımından herhangi bir yaptırım öngörülmemiştir” denilerek mevcut müktesebatın yetersiz olduğu ifade edilmektedir.
Maddenin birinci fıkrasıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;
– Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranların,
– Türkiye’de suç işleyenlerin, cezalandırılacağı düzenlenmektedir. (4)
“Devletin güvenliği” ya da yaygın kullanım biçimiyle “Beka” kavramı, Devletin varlığının korunmasını ve tehlikeyle karşı karşıya bırakılmamasını ifade etmektedir. Devletin varlığını tehlikeye düşürebilecek nitelikteki eylemler, Devletin güvenliğini ihlal etmektedir. Devletin iç ve dış siyasal yararları ile güvenliği arasında sıkı bir ilişki bulunduğu noktasından hareketle yararlarını koruyamayan Devletin, güvenliği de tehlikeye düşebilecektir.
Söz konusu maddeyle, Devletin iç veya dış siyasal yararına yönelik olarak gerçekleştirilen bazı faaliyetlerin cezalandırılması kabul edilmektedir. Bu kapsamda iktisadî, malî, askerî, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da Devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecektir. Dolayısıyla bu gibi yararlar aleyhine gerçekleştirilen faaliyetler de suçun konusunu oluşturabilecektir.
Suçun oluşması için failin, yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir.
Yabancı organizasyonlar bir bütün olarak, Türk hukuk mevzuatına göre kurulmamış ya da oluşturulmamış örgütler olarak değerlendirilmektedir. Doğal olarak yabancı bir örgütlenme sistematiği, yabancı bir devlet uyruğunda olabileceği gibi hiçbir devletin tâbiiyetinde de bulunmayabilir.
Hakkında araştırma yapılan veya yaptırılan Türk vatandaşları ile kurum ve kuruluşların Türkiye’de bulunması zorunlu olmayıp, yabancı bir devlette bulunan Türk vatandaşları ile kurum ve kuruluşlar hakkında gerçekleştirilecek fiiller de bu suçu oluşturabilecektir.(4)
Şimdi sorulması gereken İsrail ile ticaret haberi yapan bir kimse etki ajanı olarak nitelendirilebilir mi? Türkiye’deki herhangi bir gelişmeye ilişkin akademisyenlerin, iş insanlarının, bürokratların, sivil toplumun, alanında uzman kişilerin iktidarın hoşuna gitmeyecek demeçler vermesi kolaylıkla ‘etki ajanlığı’ kapsama alınabilir, endişe ve kaygısı topluma devamlı enjekte edilmektedir. Yine sosyal medya üzerinden ‘devletin iç veya dış siyasal tercihlerine kararlarına yönelik yorumda bulunmak’ da rahatlıkla etki ajanlığı olarak nitelendirilebileceği topluma yayılmaktadır. Burada en önemli kriter başka ulusların ulusal hedefleriyle kendi kişisel hedefini bütünleştirmemek ve olguları millilik vasfı parametresinden geçirmektir.
Maddenin ikinci fıkrasıyla, fiilin savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış olması halinde faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verileceği kabul edilmektedir. Anayasanın 92’nci maddesi uyarınca savaş halinin ilanına Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) karar verebilmektedir. Fiilin savaş sırasında işlenip işlenmediğinin tespiti bakımından TBMM tarafından verilen karar dikkate alınacaktır.
Bütün bunlar ortaya konulduğunda Ankara merkezli politikalar ile sürekli gerginlik dönemini bihakkın yöneten Türkiye Cumhuriyeti Devletine isnat edilen fiillerden belki de en önde gideni daha fazla baskıyla, daha sessiz toplum yaratılma keyfiyetidir. Cumhur ittifakının bu yasayı getirmesindeki amacın toplumu korkutmak, daha fazla sindirmek ve sesini kesmek olabileceği görüşünde birleşilmektedir. İşte burada millilik parametresinin önemi ortaya çıkmaktadır.
“Devletin savaş etkinliği”, Devletin savaş bakımından bütün güç, kudret ve yetenekleri ile olanaklarını ifade etmektedir. Devletin savaş hazırlıklarının veya savaş etkinliğinin veya askerî hareketlerinin tehlikeyle karşı karşıya bırakılıp bırakılmadığı ise somut olayın özelliklerine göre yargı mercileri tarafından belirlenecektir. (4)
Maddenin üçüncü fıkrasıyla suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek cezanın bir kat artırılacağı hüküm altına alınmaktadır. Suçtan dolayı kovuşturma yapılabilmesi için Adalet Bakanının izin vermesi gerekmektedir.” (4)
Sonuç olarak Devlet-ebed-müddet şiarını kendine düstur edinmiş olan Türk Milleti, subjektif bir unsur olarak ortak geleceğin inşasını anayasal vatandaşlığın bütün veçheleri çerçevesinde ulus devlet tabanlı birleşik bütünleşik kültürde görmektedir. Ayrıştırma temelli modüler ayrımsal kültür ise etki ajanlarının birincil görevidir. SOROS, TESEV vakfı, vakfın faaliyetleri, başlangıçtan itibaren Osman Kavala davası ise bunun klasik ama imbiklenmiş güzel bir örneğidir, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) https://onedio.com/haber/politika-nedir-ne-demek-politika-ve-siyaset-farki-nedir-1151814/ Erişim Tarihi 19.05.2024/
(2) Mesut Ölmez, “Eski Türkçeden Bugüne “Çaşıt” ‘Casus, Müfteri’ Sözü Hakkında”, Geçmişten Günümüze Uluslararası Öğrenci Türk Dili Öğrenci Çalıştayı, İstanbul Üniversitesi, 2021 Mart 22, Bildiriler, Kesit Yayınevi, İstanbul, 2021, ss 209-210.
(3) Mim Kemal Öke, Mithat Baydur, Orhan Koloğlu, M. Lütfullah Karaman, Emir Turam, “Kutsal Topraklarda Casuslar Savaşı”, İstanbul, Mayıs 1995, ss 11-12.
(4) https://www.aydinlik.com.tr/haber/etki-ajanligi-tasarisini-sordukuzman-avukatlar-etki-ajanligini-anlattietki-ajanligi-ne-demek-471785/ Erişim Tarihi 19.05.2024/