Palgrave burada gördüklerini ve bölgede yaptığı seyahatlerini iki ciltlik bir kitapta toplayacak ve eşsiz bir kaynak oluşturacaktı. Satır aralarında verdiği bazı bilgiler aslında kendi misyonuna da işaret etmektedir. Nitekim Faysal’ın oğulları Abdullah ve Suud arasında ciddi bir rekabetin olduğunu yazması görevini açık etmektedir. Zira Bedevi kültüründe kabile emirliği için kardeşler arasında rekabetin olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Ama Palgrave’in iddiasına göre bu rekabet, Suud’un kardeşi Abdullah’ı öldürmek için kendisinden zehir istemesine sebep olacak kadar büyüktür.
*****
Zekeriya KURŞUN
Cemal Kaşıkçı meselesinde sona yaklaşıldı. Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan konsolosluğundan buhar olup uçmadığının emareleri ortaya çıkmaya başladı. Hiç bir şekilde kabul edilmesi mümkün olmayan bu menfur hadisenin bölgede derin tesirler uyandıracağı muhakkaktır. Mesele sadece bir katl hadisesi olarak kalmayacak, siyasi, ekonomik ve zaman içinde sosyal tesirlerinin de ortaya çıkacağında kuşku yoktur. Maalesef dünyada egemen olan anlayış bu tür krizlerde, mağdurların daha fazla mağduriyetine sebep olmaktadır. Meseleye ilk günden beri vakıf olan ABD Başkanının açıklamaları. Batı’nın sessizliği bunun en açık delilidir.
Bu hadisede asıl mağdur, maktul Kaşıkçı’dır. Ancak Türkiye de mağdur edilmek istenmektedir. Diğer taraftan -son anda da olsa- Kral Selman’ın harekete geçip Türkiye ile işbirliği yapmak istemesi, Suudi Arabistan devletinin ve makul yönetici ailenin de bu olaydan zarar göreceğini anladığını göstermektedir.
Mesele görünenden büyüktür ve olaylar vuzuha kavuşuncaya kadar temkinli konuşmanın kimseye bir zararı yoktur.
Bu tür durumlarda gelecekten bahsetmek yerine, tarihten söz etmek ve benzeri hadiseleri irdelemek ufkumuzu açacaktır. Daha önce Suud Tarihi ve Türkiye-Suud ilişkileri konularına değinmiş ve aynı konulara devam edeceğimi yazmıştım. Tabii o zamanki niyetim bu konuları tarihi ve mezhebî perspektiften irdelemekti. Ama gündem bizi bambaşka bir yere taşıdı. Dolayısıyla şimdi anlatacaklarım masal değil, misaldir.
Türkler ile Suudilerin kaderi on yedinci yüzyıldan beri çeşitli noktalarda defalarca kesişmiştir. Bugün bu uzun sürecin hikâyesinden sarfı nazarla sadece bir kesitinden yardım alarak günümüze ışık tutmaya çalışacağım.
Osmanlı Devleti’nin Necid bölgesine (bugünkü Riyad civarı) kaymakam olarak atadığı Faysal bin Türki, bölgeyi ve Suud ailesini uzun yıllar idare etmiştir. Aile içinde İmam da olarak bilinen Faysal oldukça dirayetli bir yönetim oluşturduğu gibi Körfez’deki diğer şeyhlikler (Bahreyn, Katar, Umman) üzerinde de nüfuz sahibi olmuştur. Çölü aşmadığı müddetçe iktidarını zararsız gören İngilizler, gün geçtikçe nüfuzunun Körfez’de yayılmasından hoşlanmadılar. Zira onun güçlenmesi aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin nüfuzunun artması demek olacaktı. Oysa Faysal hakkında fazla bir şey bilmiyorlardı. Üstelik İngilizler ile de anlaşmak niyetinde olmaması onları çileden çıkarıyordu.
İngilizler, daha sonraki yıllarda çok ünlenecek olan Palgrave adındaki bir gezgini Suriyeli Hristiyan doktor kimliği ile bölgeye gönderdiler. Palgrave, 1864’te Riyad’a ulaştığında Faysal oldukça yaşlanmış, hatta gözleri görmez olmuştu. İdareyi kendi adına oğlu Abdullah yürütüyordu.
Palgrave burada gördüklerini ve bölgede yaptığı seyahatlerini iki ciltlik bir kitapta toplayacak ve eşsiz bir kaynak oluşturacaktı. Satır aralarında verdiği bazı bilgiler aslında kendi misyonuna da işaret etmektedir. Nitekim Faysal’ın oğulları Abdullah ve Suud arasında ciddi bir rekabetin olduğunu yazması görevini açık etmektedir. Zira Bedevi kültüründe kabile emirliği için kardeşler arasında rekabetin olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Ama Palgrave’in iddiasına göre bu rekabet, Suud’un kardeşi Abdullah’ı öldürmek için kendisinden zehir istemesine sebep olacak kadar büyüktür.
Eğer olaylar bu şekilde kalmış olsaydı bu iddia tartışılabilir tarihi bir kayıt olacaktı. Oysa kısa zamanda gelişen hadiseler, aslında Palgrave’in -zehir vermese de- İngilizlerin aile içinden Abdullah’a karşı kullanabilecekleri bir kukla aradıklarını gösteriyordu. Başka bir ifade ile Palgrave, Suud’a sıradan zehir yerine daha etkili olan nifak zehiri vermişti.
Palgrave istediğini bulmuş ve bölgeden ayrılmıştı. Suud, ölen babasının yerine geçen ve Osmanlı Devleti’nden kaymakam olarak atamasını bekleyen kardeşi Abdullah’a karşı isyan etti. Faysal’ın oğlu Suud İngilizlerden aldığı destek ile bazı kabileleri de tarafına çekerek uzun zamandır barış içinde olan bölgeyi altüst etti. Bazı bedevi kabilelerden aldığı destek ile hem kardeşini ve hem de Osmanlı Devleti’ni uğraştırdı.
MİDHAT PAŞA’NIN TEDBİRİ
Kısa bir süre önce Bağdat’a vali olarak atanan Midhat Paşa olayları takip etmektedir. İngilizlerin bu girişimlerinin Basra Körfezi’nde meydana getireceği tehdidin farkındadır. Nitekim Bahreyn adeta İngilizlerin avucunun içine girmiştir. Sıra Kuveyt ve Katar’dadır. Durumun farkında olan devlet, bölgede etkinliğini artırmak için Abdullah’ı babası gibi kaymakam olarak tayin ettiyse de Suud’un İngiliz destekli faaliyetlerini engelleyememiştir.
Durumun vahametini kavrayan Abdullah’ın, Midhat Paşa’ya müracaat edip kardeşine karşı yardım talep etmesi, Paşa’yı harekete geçirecektir. Önce İstanbul’a yazarak, bu meselenin sadece kardeşler arasındaki bir hanedan kavgası olmadığını bildirecektir. Meselenin büyük olduğunu bütün bölgeyi ilgilendirdiğini ve işin arkasındaki İngilizlerin bu bahane ile Körfez’e yerleşmek istediğini söyleyip, merkezden askeri harekât yapma izni isteyecektir.
Belgeleri Osmanlı ve İngiliz arşivlerinde bulunan bu hikâyenin detayları nerdeyse bir asır sonra ortaya çıkacaktır. Midhat Paşa uzun yazışmalar sonunda İstanbul’dan aldığı izin ve Kuveyt şeyhinin denizden sağladığı destekle 1871 yılında bölgede geniş bir askeri harekâta girişecektir. Böylece hem İngiliz destekli muhtemel bir Suud hanedanının kurulmasını öteleyecek ve hem de Katar’ın gelecekte bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlayacak alt yapıyı hazırlayacaktır.
Bugün yaşananları ve bölgedeki aktörleri tarihi şahsiyetlerin yerine koyarak yorumlamak mümkündür. Ancak bilin ki; Cemal Kaşıkçı sadece kendi fikirlerinden dolayı katledilmedi. Bilakis tarihin tortusundan korkarak, Türkiye’yi ebediyen bölgeden dışlamak isteyenlerin müşterek ihtirasları yüzünden öldürüldü. Bu yüzden Türkiye temkinli davranmalı ve bu oyuna gelmemelidir.
———————————–
Kaynak: https://www.yenisafak.com/yazarlar/zekeriyakursun/cemal-kasikci-olayina-tarihten-bakmak-2047746