Corona Virus salgınıyla uğraştığımız, günde 1000 den fazla yurttaşımızın bu hastalığa yakalandığı zamanımızda, bazı vurdumduymazlar, herkesin uyması gereken önlemlere uymaya gerek görmüyorlar! Güvenlik güçleri, düğünlerde hâlâ belirli mesâfe tavsiyesine, emrine uymayanları uyarmak zorunda kalıyorlar. Medenî insanın en basît tariflerinden biri; “kaidelere istekle uyan kişi” olsa gerek, yontulmamış, görgüsüz kişi kaidelere zorla uyar. Milletimizin adında da bu medenilik olgusu vardır: Türük/Türk, töre (yazılı olmayan kanun) sâhibi olup, töre’ye uyan, medenî insan demektir. Yâni, eskiden böyleydik, ne olduysa, bu hâle getirildik. İçten çürümenin açığa çıkmağa başladığı 18. yüzyılda bile, seviyemizden fazla bir şey kaybetmemiştik. Seyyahların anlattığına göre, bir Osmanlı kahvehânesinde, gözlerini yuman bir kişi, sessizlikten dolayı, orasının boş olduğunu zannedermiş, gözlerini açınca, çevresinde sükûnetle oturan insanları görürmüş. Bilindiği gibi, medeniyetle gürültü, ters orantılıdır. Cehennem’in gürültülü, bunaltıcı, Cennet’in ise, “boş söz ve yalan işitilmeyen” sâkin mekân olduğu Yüce Kur’ân’da bildirilmektedir.
***
Neymiş, askere giden arkadaşlarını yolcu etmek için gençler toplanmışlar, mâlûm, bu çeşit toplantılar artık çığırından çıkmış, ne dertleri varsa, zavallıların taşkınlık yaparak gerginlikten kurtulma çabalarının ortaya döküldüğü sahneler hâline gelmiştir. Polis geliyor, bekçiler geliyor, taşkınlıktan vazgeçmiyorlar. Halbuki, başlarına bir şey gelse, koşup gidecekleri, yardım isteyecekleri kişiler, güvenlik güçleri. Üstelik, içlerinde polise direnen kahramanlar (!) da çıkıyor!
Güç hâl ile güvenlik güçleri o birkaç kahramanı gözaltına alıyor da kargaşa sona eriyor.
Daha önce de, marifetmiş gibi, tünelde otoyolu kapatıp gürültü yaparak sözümona asker uğurlaması yapanlar vardı.
Gözaltına alınanlar, herhâlde salıverilmişlerdir, çok zayıf bir ihtimâlle de para cezası almışlardır.
Bir an için, kendinizin, güvenlik güçlerinde bir görevli olduğunu düşünün! Sürekli olarak böyle kendini bilmezlerle uğraşmak zorunda kaldığınızı tasavvur edin!
Trafikte çeşitli maskaralıklar yapan, insan şeklinde yaratılmış mahlûklar da var; mârifetlerini bir de utanmadan yayınlayan bu zavallıların acınacak hâllerini, tv kanalları da hiçbir sorumluluk duymadan, sözde tenkid ederek, yaymaktadır; o hasta kişilerin de istediği zâten budur: ilgi çekmek!
***
Milletin huzurunu kaçıran böyle kişileri gözaltına alıp salıvermek, onlara para cezası vermek, onları bu eylemlerinden vazgeçirmeğe yeter mi dersiniz? Bu soruya “evet” diyecek kimse herhâlde yoktur. O hâlde: ne yapılmalıdır?
1.En nâzik tutum, onları belli bir müddet psikolojik tedavi altında tutmak, çok iyi yetişmiş uzmanlarca eğitmek, kendilerine gelmelerini sağlamaktır.
2.Cezâ verilecekse, cezâ kesinlikle caydırıcı olmalıdır. Baba parasıyla alınmış arabada caka satan, içinin boşluğu dışarıya gürültülü müzik olarak akseden görgüsüze verilecek birkaç yüz liralık ceza, onun için sâdece eğlence konusu olur. Aynı şekilde, şu veya bu şekilde para kazanmış, cüzdanı şişkin, kafası ve gönlü boş hödüğe, arabasını insan gibi kullanmadığı için -veya alkollü olarak araba kullanan iz’ân yoksulu sorumsuza- kesilecek birkaç yüz liralık cezâ, cezâ değil, eğlence konusudur. Hatırlıyorum: birkaç yıl önce, Taksim’den Dolmabahçe stadına inen yolda, trafiğe aykırı davranan bir gence, o zaman hayli düşük bir mikdar olan cezâ kesilmişti. Genç, yaptığı hatanın cezâsının bu kadar az olduğunu görünce, arabasına binip aynı işi birkaç defa daha yapmıştı, eğlence gibi gelen mikdarı da gülerek ödemişti.
Cezâ, caydırıcı olacaksa, cezâyı hakkedeni etkilemeli.
İçki alışkanlığından kurtulamayan bir Genel Müdür şöyle diyordu :
“İlk defa içki içtiğimde, beni falakaya yatırıp tabanlarıma birkaç defa vursalardı, utancımdan dolayı ağzıma bir daha içki koymazdım. Şimdi kurtulamıyorum”.
Singapur “hacimce cüce, mâlî bakımdan dev” diye anılır. Geçen yüzyılın son çeyreğinde, orada bir Amerikalı veled, birisinin arabasını mı çizmişti, öyle bir şey yapmıştı da 4 rotan cezasına çarptırılmıştı. Anladığım kadarıyla, içi boşaltılmamış, dolu bambu sopası ile 4 defa vurulma yâni kırbaç cezâsı idi. Amerikan yetkilileri araya girdiler, cezâyı değiştirmek için uğraştılar… nâfile! Singapur’lu yetkililer cezâyı uyguladılar.
Anlatıldığına göre, Osmanlı’lar çağında, pazarı teftiş eden İhtisâb Ağası (iyi yetişmiş, âile problemi falan olmayan, titizlikle seçilmiş hâkim) bir reçel tenekesinin içine düşmüş fâre görür. Bunun ne olduğunu sorar. Satıcı, oracıkta falakaya yatırılmamak için; “ha, bu mu, reçel biraz şekerlenmiş efendim” diyerek kuyruğundan tuttuğu ölü fareyi yutuverir.
Aaaa bu çağda falaka mı olur?
Şimdi olmaz tabiî. İki yüz küsûr yıldanberi zihinlere yerleştirilmiş öğretilmiş çâresizlik buna engeldir. Ne zaman Avrupa’da kırbaç cezâsı uygulanmağa başlar, o zaman biz de “haa, zâten eskiden buna benzer uygulama bizde de vardı” diye alırız.
Trafikte, ehliyeti olmadığı hâlde araç kullanıp kaza yapan veya alkollü olarak sürdüğü araçla insan öldüren sorumsuz, suçu sâbit olduğu için, -vakit geçirilmeden- oracıkta aynı işleme uğratılsa, bu çeşit kazalar, bu kadar sıklıkla meydana gelir mi dersiniz?
Boşandığı, artık ilgisinin kalmadığı kadını sokak ortasında –idam cezâsı kalktığı için- pervâsızca öldürene, aynı işlem yapılsa idi kadın cinâyetleri bu kadar yayılır mıydı?
31 Ağustos 2020