Bir seçim evresi değil, üzülerek ifade etmek gerekir ki, öyle anlaşılıyor, kutuplaşmayı iliklerimize kadar hissedeceğimiz bir döneme giriyoruz, sevgili okurlar. Malum, ulus-devletin çimentosu, birleşik, bütünleşik olması, tüm halk katmanlarına kadar yayılmasıdır. Tıpkı İbn Haldûn’un toplum metafiziğine dair eseri ‘Mukaddime’de ortaya koyduğu ünlü ‘Asabiyet Kuramı’nda belirttiği gibi bunun nedeni apaçıktır. Anımsayalım. Ne diyor bu kuramda İbn Haldûn?
“Toplulukların devlet haline gelebilmeleri ancak asabiyetle mümkündür. Hiçbir toplum asabiyetini oluşturmadan devlet kuramaz, dahası yaşamını bile sürdüremez.” (1)
Açık seçik bir biçimde “Asabiyetin asıl amacı devleti kurmaktır.” Diyor, İbn Haldûn. Devlet kurarken, esas olan ayrımsallıkların kurumsallaşması değil, benzerliklerin kurumsallaşmasıdır. Ama ondan sonra da o acı gerçeği betimliyor, Büyük Düşünür:
“Devlet kurulduktan sonra ise asabiyetin bozulması kaçınılmaz bir sonuçtur.” (1)
Bir tarafta yüzüncü yılına girerken Türkiye Cumhuriyeti, diğer tarafta modüler kültürün sahaya yansıması olan ‘Yugoslavya’. Tito’nun ölümüyle paramparça olduğunu hep birlikte görmedik mi? İbn Haldun’a göre asabiyet er ya da geç bozulur ve hiçbir kuvvet buna engel olamaz. Acı olan da bu değil mi, sevgili okurlar. Bütün bunlardan sonra 21 Mayıs 2022 tarihinde CHP İstanbul mitingindeki “Her yer Kandil, her yer direniş” bağırtısını nasıl anlamalıyız, bir dönüp kendi kendinize sorar mısınız? Kuşkusuz bir köşeye sıkıştırılan Kandil’in sesi hâlâ miting meydanlarında vaveyla oluyorsa vay benim güzel ülkemin haline. Mitingin adı Millet ittifakından mülhem, ‘Milletin Sesi’ ama gelin görün ki her yerden ‘Kandil’ sesleri yükseliyor. Bu bir anlamda Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından beş ayrı suçtan verilen 9 yıl 8 ay 20 günlük hapis cezasının 4 yıl 11 ay 20 gün olan bölümünün onandığı CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun (2) arkasında gövde gösterisine dönüşen Maltepe mitinginde kendisinin tek bir kelime etmemesinin siyasi yasaklı olmasına mı bağlamak gerekir? Ya da CHP’yi Millî Mücadelede örgütleyen Ulu Önder Mustafa Kemal’in resminin bulunmaması nasıl ifade edilmelidir? Hadi alanın görünen bir yerine Mustafa Kemal’in bir resmini koyamadınız, konuşmalarla birlikte sürekli Mustafa Kemal Atatürk’ten atıf yapılan CHP’nin mitinginde mitinge katılanların elinde Atatürk posterlerinin yer almamasına ne buyrulur? Miting hazırlıkları sırasında CHP’nin alanları doldurmak için HDP ile işbirliği yaptığı söylentiler arasındaydı. Alandan yükselen bu sloganlar, durumun kanıtı değil de nedir? Partili görevliler, ‘Her yer Kandil, her yer direniş’ sloganını bastırmak için yüksek sesle müzik açmaya çalıştığı da kameralara yansıdığını belirtelim ve de kıvırtmayalım.
Çok derine inmeden söyleyelim, Bir kere “Komploların Efendisi” Kılıçdaroğlu’nun tek adamlığını, bu konuda onun pek mahir yamanlığına bırakmak gerekir. Evet CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partinin başına geldiği 2010 yılından beri 2 halk oylaması, 3 genel seçim, 2 yerel seçim ve bir cumhurbaşkanlığı seçimi kaybetmiştir ama parti içi bizantinistik oyunlarda hep açık ara birinci olmuştur. Kendisine üç defa bravo, bravo, bravo demek lazım. Mitingden belleklerde kalan Kılıçdaroğlu’nun vaatleri de şunlar: FETÖ ’cüleri hapisten çıkarmak, PeKaKa’lı akademisyenleri affetmek…Üç defa sağol, sağol, sağol. Öyle anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu yönetiminin oy için yakında Kandil’e ziyarete de gidebileceği düşünülmektedir. Atatürk’ün partisinin geldiği yere bir bakar mısınız? Benim bir türlü anlayamadığım, yıllarca bu bölücü örgüte karşı mücadele eden şimdilerde emekliliklerini sürdüren askerlerin, güvenlik görevlilerinin bu bölücü sloganı içlerine nasıl sindirdikleri. Hadi empati yapıp, olanları öyle algılayalım. Gezi sürecinde yitirilen gençlerin aileleri sahneye çıkmış, “Her yer Taksim; her yer direniş sloganı” atılıyor. Biz yanlış duyduk diyelim. Ama, masumane Gezi Olaylarında, aslında örgütlü kalkışmada Taksim’de, Kandil’den gelenlerle birleşerek el ele verip, belediyenin otobüsü, devletin polis arabası, ambulansı yakılıp kül olmadı mı? Bir hiç uğruna mankurtlaştırılan gençlerimiz yitirilmedi mi? Hiç kıvırmaca yok atılan bölücü sloganın sözcükleri “Her yer Kandil, her yer direniş”tir. Zaten bu konuda HDP’ye bir miting talimatı gitmiştir. Unutmayalım, kendisini eleştirenlerin “aktroll” olarak yaftalayan CHP ele geçirilmiş bir partidir, Kılıçdaroğlu da kasetle CHP ‘nin başına geçmiştir. Çok fazla ileri gitmeye gerek yok, İsveç’in PeKaKa destekçisi Dışişleri Bakanı Ann Linde tarafından CHP ‘bizim partimiz’ olarak adlandırılmaktadır. (3) Bir masumiyet karinesi olarak CHP ve Kürt BDP, PKK ile bir teslis, üçleme yapılmaktadır.
Şimdi yanıtlanması gereken şu? Aynen ‘Gezi Olayları’nda olduğu gibi, ABD provakatif bir biçimde neden CHP’nin tartışılan İstanbul Mitingini işaret etmiştir? Bu bir yeni sokak kalkışması hazırlığı ya da provası mıdır? Örneklerle ve benzeşimlerle açıklamaya çalışalım. Şimdi, bakışlarımızı İkinci Dünya Savaşı sonrasına odaklayalım. İkinci Dünya Savaşı yeni sona ermiştir. İktidarda tek partili sistemin değişmezi CHP bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte dünyada oluşan yeni politik ortam, Türkiye’de de “Milli Şef”in otoriter/baskıcı yönetiminde ister istemez bazı gevşemelerin meydana gelmesine neden olmuştur. “Milli Şef” iktidarından kurtulmak isteyenlerin oluşturduğu demokrasi cephesinin görüşleri, Tan Gazetesi ve Görüşler dergisi ile birlikte tartışılır hâle gelmiştir. Bu demokrasinin gereği olarak doğaldır, böyle görülmelidir.
Ancak tek parti dönemi, oluşan demokrasi atmosferine fazla ödün vermek niyetinde değildir. Aksine, demokrasi hareketini şiddetle ezmek niyetinde olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bu konuda yapılan ilk eylem, “Tan Matbaası Baskını” olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’nin demokratikleşme sorununun mihenk taşı olacak saldırı, bizzat Cumhuriyet Halk Partisi öncülüğünde hayata geçirilmiştir. Bu konunun kalemşörleri ABD tarafından parayla kiralanmış, maaşa bağlanmıştır. Bu konu her zaman kafamı kurcalamıştır. ABD’de Kongre Kütüphanesinden temin ettiğim belgeler bazı gazetecilerin kalemlerini ABD sattıkları görülmüştür. Tavsiye ederim, 30 yıl sonra ABD’de arşivler açılır. Merak edilen kişilerin akçal desteğinin belgelerini ABD’de de bulabilirsiniz. Öte yanda olay tam bir McCarthy’liktir. Wisconsin senatörü Joseph Mccarthy’den mülhem, McCarthycilik, ya da İkinci Kızıl Panik, 1940’lı yılların sonunda başlayıp 1950’li yılların sonuna değin ABD’de sürmüş antikomünist kuşkuculuğunu belirtmek için kullanılmıştır. 29 Haziran 1940 tarihinde ABD kongresi, ABD hükümetinin devrilmesini savunmayı ve bunun propagandasını yapmayı suç haline getiren bir yasayı kabul etmesiyle ileri bir trende girmiştir. Düşünce özgürlüğünü sınırlayan bu yasa ülkedeki komünist faaliyetleri araştırmak üzere kurulan “ABD Karşıtı Faaliyetler Komitesi” (HUAC), sendikacılardan yazarlara, müzisyenlerden eğitimcilere onlarca insanı sorgulamıştır. Bu bakış açısının Türkiye yansıması ‘Komünizmle Mücadele Dernekleri’ ve “Tan Matbaası Baskını” olayıdır.
3 Aralık 1945 günü, CHP’nin sesi olan Vatan Gazetesi’nde Hüseyin Cahit Yalçın imzasıyla, “Kalkın ey ehl-i vatan” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Yalçın, “memleketini sevenleri komünistlere karşı mücadeleye” çağırmıştır. Amaç ülkeyi bir kaos ortamına sokmaktır. Yalçın’ın hedef gösterdiği komünistler, Tan Gazetesi’nin sahibi olan Sabiha ve Zekeriya Sertel çiftidir. Yalçın’ın çağrısı üzerine hemen aynı gün İstanbul Üniversitesi’nde aynı çağrı yapılmış, sınıflarda “Kalkın ey ehl-i vatan” yazısı dağıtılmıştır.
Baskının kışkırtıcılarından olan savaş sırasında Hitler’i destekleyen Cumhuriyet Gazetesi, “vatandaş hassasiyeti”ni, TKP’nin çıkardığı ‘Görüşler’ adlı dergiye karşı yürüttüğü karalama kampanyası ile örgütlemekteydi. Cumhuriyet Gazetesi, saldırıdan bir gün önce, Görüşler Dergisi’nin komünistliğini ortaya koymak için akıllara ziyan analizler yapmıştır: “Görüşler kelimesinin ‘G’ harfi ters çevrildiğinde ve bir kısmı parmakla örtüldüğünde orağa benzediğini ileri sürmüştür. “Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar. ‘Yeni Dünya’ ve ‘Görüşler’ kızıl propaganda organlarıdır.”
Böylece 4 Aralık 1945 günü CHP İstanbul İl Başkanlığı tarafından örgütlenen faşistler, ellerinde demir çubuklar, baltalar ve kırmızı boyalar olduğu hâlde Tan Matbaası’na doğru yürüyüşe geçmişlerdir. Güruhun içinde Süleyman Demirel, bir dönem bakanlık da yapan Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Birgit, yine eski CHP’li bakanlardan Ali İhsan Göğüs ve Ergenekon davasında yargılanan Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi İlhan Selçuk da bulunmaktaydı. (4) Baskının nasıl gerçekleştiği, Zekeriya Sertel’in anılarında aşağıdaki şekilde anlatılmaktadır:
“4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle (Serteller nerede?) naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda (İşte kızıllar,) diye sergilemekti.”(5)
CHP’nin örgütleyip yönettiği bu güruh daha sonra Sabahattin Ali ve Cami Baykurt’un sahibi olduğu ‘La Turquie’ gazetesini de tarumar ettikten sonra Kadıköy’e geçip Serteller’in evini basmaya kalkışmıştır.
Evet sevgili okurlar, her zaman yapılageldiği gibi, Okyanus’un öte yakasından talimatlandırılan ve işaret edilen yeni bir sokak kalkışması ister istemez “Tan Matbaası Baskını”nı anımsatmaktadır. Ayrıca iktidara karşı “Rejim” ve “İstibdat” söylemleri ise seçilmiş iktidarın meşruiyetini tartışmalı hale getirmek içindir. Rejim ifadesi, tiranlık, otokrat, diktatör ve oligark yönetimleri çağrıştırmak için kullanılmaktadır. Batista, Hitler, Mussolini, Franko, Salazar, Putin, Esad rejimi ya da II. Abdülhamit istibdatı gibi baskıcı yönetimleri betimlemektedir. Unutmamak gerekir ki, Weberyen bakış açısı bakımından toplumsal katmanda bir dizi etki ile oluşan bir kitlesel talebin karşılığı olarak kendiliğinden meydana gelen meşruiyet alanını, “doğanın boşluk kabul etmezliği” içinde siyasal üstyapısını yaratması olarak görülmelidir. Bunun başka bir açıklaması ise Türkiye Cumhuriyet Tarihinde vesayetçiler ile iktidar olmayı bir seçenek olarak benimseyen muhalefet partileri bir siyasal iktidar seçeneği üretebilecek meşruiyet zeminini yaratamamış oldukları gerçeğidir. İşte bu nedenle demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi demek olan “Demokratik Konsolidasyon” bir başka ifade ile işleyen demokrasi ya da yerleşmiş demokrasinin oluşması kurumsallaşmanın tek başına çözüm/çözümler üretebilecek seviyeye gelmesiyle mümkündür, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Alaaddin Şahin, “İbn Haldûn’un Asabiyet Teorisi”, Marmara İlahiyat, 13 Aralık 2018; Http://Www.Marmarailahiyat.Com/İbn-Haldunun-Asabiyet-Teorisi/Erişim Tarihi 22.05.2022/
(2) Alican Uludağ, “Yargıtay Canan Kaftancıoğlu’nun hapis cezasını onadı” Deutsche Welle, 12 Mayıs 2022; https://www.dw.com/tr/yarg%C4%B1tay-canan-kaftanc%C4%B1o%C4%9Flunun-hapis-cezas%C4%B1n%C4%B1-onad%C4%B1/a-61775018/Erişim Tarihi 22.05.2022/
(3) Umarız Türkiye’de iki partimiz CHP ve Kürt BDP, PKK çıkışının bu konuda bir çatışmaya girmek yerine olumlu olduğu konusunda anlaşabilirler. https://twitter.com/mihrezhanzep/status/1527651640177790976?s=21&t=9k5f0Q5o7u47iuq0NePFGA/Erişim Tarihi 22.05.2022/
(4) marksist.org, 4 Aralık 1945: Tan Matbaası, CHP’nin kışkırtmasıyla yakılıp yıkıldı, 04.12.2015; https://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/3361/4-Aralik-1945-Tan-Matbaasi,-CHPnin-kiskirtmasiyla-yakilip-yikildi/Erişim Tarihi 22.05.2022/
(5) Zekeri