Tuğba ÖZCAN
Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatının önemli kadın yazarlarından biri olan Safiye Erol, 2 ocak 1902’de Edirne’nin Uzunköprü ilçesinde dünyaya gelmiştir.
1917’de Türk_Alman derneğinin aracılığıyla gittiği Almanya’da Münih Üniversitesinde Felsefe ve Edebiyat eğitimi alan Safiye Erol, 1926’da Arapça’da çiçek adları isimli şarkiyat doktorasını tamamlayarak İstanbul’a döndü.
Yurda döndükten sonra Milli Mecmua ve Her Ay dergilerinde, kadınların sorunlarına değinen makaleler kaleme aldı. Safiye Sami ismi ile tercümeler yaptı, Dilara ismini kullanarak öyküler yazdı.
***
Eserin ilk sayfalarında, üslubuna,cesaretine,hizmetine hayran olduğum kadın, Sâmiha(Ayverdi) anne’nin yine su gibi akan üslubu ile yazarımız Safiye Erol’un annesi, Keşanlı İkbal Hanım’dan bahsederek, İkbal Hanım üzerinden Safiye Erol’a olan övgü ve beklentisi ile sonlandırdığı yazısı karşılıyor bizi.
“Ne iyi ki aşk meydanının bu muzaffer arslanı,dünya ile son hesâbını da görüp yeni bir sefere başlarken, arkasında bir arslan yavrusu bırakıyor. Belki de gün olacak, bu bergüzar, salınıp gezdiği ormandan kükreyerek fırlayacak ve o dişi arslanın efsânesini yüreğinin kanıyla yazacak.. Ah bu gafil, bu zavallı dünya, Keşanlı İkbal Hanımları tanımaya ne kadar muhtaç!”
***
Almanya’da mimar olduktan sonra Türkiye’ye dönen Turhan’ın, yurduna olan sevgisi, yurdu ile batı’yı karşılaştırması, Canzi(cangüzel) ye olan tutkulu aşkını anlattığı bölümler, Canzi’nin kaleme aldığı, 17.yüzyılda Ciğerdelen kalesi yakınlarında yaşayan Hersekoğullarının hayatlarının anlatıldığı iki hikâye ve bir efsane (sarı sipahiler,yedi peçeli,ciğerdelen efsanesi) ile iki ayrı zaman diliminin işlendigi.
Beşeri aşkla tutuşan, vatan aşkı ile yanan, ilahi aşkla kül olan kalplerin hikâyesidir, ismiyle müsemma Ciğerdelen..
Turhan’ın, yurdu ile batıyı karşılaştırması, memleketi keşan’a olan sevgisi ve bağlılığı
“Yurdumdur,taşına toprağına fedâyım. Bütün batı ülkelerini adım adım dolaştım, ne zenginlikler,mâmûreler gördüm,kasabam onların yanında saray önüne kurulmuş çerge(çadır) bile değildir. Fakat ben hiçbir yerde ayağımı burada bastığım gibi basamam. Yürüdükçe toprak altındaki köklerimin tabanıma doğru filiz saldığını duyuyorum.”
“Garbın zâhîri üstünlüğü için fazla söze lüzum yok. Fakat hakîkî insanlık kemâli aranırsa,îtiraf edeyim ki ben bu noktada garbın üstünlüğüne hiçbir zaman inanmadım. Milletimin yaratmış olduğu şarkkâri medeniyeti tahlil ederken noksan noksan! diye tenkit ettiğim gibi buğünün garb medeniyetini seyrederken de bağırıyorum: Büsbütün noksan!”
***
Hangi millet hangi insan vardır ki defterinde bir “Ciğerdelen” yazılı olmasın..
Sınır boylarında Ciğerdelen Kalesi için yapılan mücadeleler ve kalenin Türkler için anlamının anlatıldığı Ciğerdelen Efsanesi’nden
“Ciğerdelen’im, sen benim yüksek uçuşumun,en atılgan hamlemin,en yakıcı aşkımın timsâlisin. Sana kavuşmak için ne uzak ülkelerden kopup,ne çetin yollardan,kan yutturan iklimlerden geçtim de geldim. Cemşid’in, Keyhüsrev’in, İskender’in, Roma kayserlerinin mirâsını zor pazu ile kılıcıma râm ederek sınırımı aça aça sana vardım.”
“Sen ne kadar benden geçsen artık bir daha yabancı ellere geçemezsin. Yeryüzünde tek adâlet varsa o da şudur ki: Bir mânâya en yakın ulaşan, o mânâya en yüksek bedeli ödeyen kişidir”
“Senin uğrunda düşmanla kılıç söyleşmesi etmedik yiğitim mi kaldı? Budinli’si, Bosna serhatlisi, Kanijeli’si, Eğrili’si.. Bu pazara hep birden baş koydular, ovalarında hâlâ paşa mehterlerinin, kaleden kaleye okunan gülbankların,hû çeken cenkçi dervişlerin. Allah Allah’a kalkan serdengeçtilerin sesi kalmıştır. Hâlâ ufuklarında bir köşeden tozu dumana katarak kara bulut hâlinde Tatar Han kopar gelir. Kâh güneş olur; mızraklar,alemler,altın miğferler parıldar, kâh rüzgar olur sancaklar dalgalanır”
“Düşman Ciğerdelen altına gelip dört tarafından ateşe verdi. İçinde bulunan bir kaç bin kadın ve erkek feryat ve figan ederek yanıp gitti ve dumanı cevf-i havaya pervaz etti. Sene (1094=1683) Silâhtar Târihi”