Habîs bir virüsün esâretinde idrâk ettiğimiz 29 Mayıs 2020 Cuma günü, kutlu İstanbul Fethi’nin 567. yıldönümü idi. Büyük şâir Yahyâ Kemâl, “İstanbul’u Fetheden Yeniçeri’ye Gazel”adlı müstesnâ şiirinde, Sultan Mehemmed Hân’ın başbûğluğundaki Türk askerine:
“Ey leşker-i müfettihü’l-ebvâb vur bugün
Feth-i Mübîn’i zâmin o tebşîr aşkına”
diye sesleniyor.
Koca Şâir, iki mısrâ’ içine, muazzam bir bilgi sandığı koymuş. İstanbul’un kapalı kapılarını açacak olan Türk askeri, giriştiği işin pek kutlu olduğunu bilmektedir. İstanbul’un Türk eline geçmesi, kutlu bir fetih, yâni “Feth-i Mübîn” olacaktır. Bu yüksek irtifâ’lı kabûllenişin, hattâ îmânın ardında, değeri hiçbir şeyle ölçülmeyecek bir kefil vardır. “Zâmin”, bugünkü Türkçede “kefil”demektir. Peki, bu kefâleti yüklenen “tebşîr”, yâni müjde, muştu nedir? Hazret-i Peygamber’in:
“İstanbul, bir gün elbet fethedilecektir. Onu fethedecek Başbûğ, ne kutlu bir başbûğdur. O Başbûğ’un emri altındaki asker, ne kutlu askerdir!..”
tarzındaki hadîsleridir.
İstanbul surlarına tırmanan Mehmedciklerin her biri, böyle bir Peygamber kefâleti altında Tekbîr getire getire, bu azîz şehri, 567 sene evvel fetheylemişlerdir. İstanbul’u fetheylediği için kendisine “Fâtih”sıfatını verdiğimiz Sultan Mehemmed Hân, Türklük semâsının pek parlak bir yıldızıdır. Aynı şiirin devâmında, Yahyâ Kemâl, Fâtih Sultan Mehemmed Hân’ı şöyle anlatıyor:
“Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i Hilâl içün
Gelmiş bu Şehsüvâr-ı Cihângîr aşkına”
“Cihângîr”, Dünyâ’yı idâre etmeye tâlib olan hükümdâr veyâ kumandanlar, başbûğlar için sarf edilmiş pek yaygın bir tâbirdir. Târih sahîfelerinde yer tutmuş Cihângîrler, çok fazla değildir. İki elin parmak sayısını geçmez ve bunların ekseriyeti Türk başbûğlarıdır. Mete Hân, Alp Er Tunga, Kapağan Kağan, Sultan Alp Arslan, Yavuz Sultan Selîm Hân, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, Sultan Dördüncü Murâd Hân,ilk akla helen Türk Cihângîrleridir. Derinlemesine yapılacak bir araştırma, başka Türk Cihângîrlerini de bize tanıtır. Hepsi de azîz adları ile bizim gönül köşkümüzde oturmakta olan bu büyük insanların, Cihângîrlik bahsinde üstâdı, hocası, muallimi olacak isim, tektir ve onun rakîbi yoktur. Bu yüzden o, Cihângîrlerin Şehsüvârı’dır. Yahyâ Kemâl’in, pek mâhir bir tesbîtle ve “Şehsüvâr-ı Cihângîr” sıfatıyla tebcîl ettiği Fâtih Sultan Mehemmed Hân, kendi soyundan çıkmış ve yine kendisinden önce veyâ sonra yaşamış bütün Cihângîrlerin başbûğudur. Başta torunu Yavuz Sultan Selîm Hân ile onun oğlu Kaanûnî Sultan Süleyman olmak üzere, tekmîl Türk Cihângîrleri, İstanbul Fâtihi’nin, böyle bir yektâ Cihângîrlik makâmında duruşundan, en ufak bir rahatsızlık duymazlar. Çünkü, onlar bilirler ki, bu kutlu ve imrenilesi unvânın kefili, dînî hüccetlerle Hazret-i Peygamber, millî yönelişlerler de Oğuz Kağan’dır. Fâtih Sultan Mehemmed Hân’ın Şehsüvâr-ı Cihângîr bilinişi, hem İslâmi akîdenin, hem de Türk töresinin ortak kanaati olarak tecellî etmiştir. Kendi mübârek adında, Hâtemü’l- Enbiyâ ve İki Cihân Fahrı Hazret-i Muhammed’in kokusunu taşıyan Fâtih Hazretleri, bahtsız oğlu Cem’in, yine bahtsız şehzâdesine konan“Oğuz Hân”isminde, soy ağacının dayandığı kutlu kökü, Ötüken sarılışı ile ortaya koymuştur. Cem oğlu Oğuz Hân, “Söğüt’de Açan Ötüken Çiçeği”dir. Şehsüvâr-ı Cihângîr Fâtih Sultan Mehemmed Hân, İstanbul muhâsarası devâm ederken, bir ara hiddetinden altındaki saf kan Türkmen atını Marmara Denizi’ne sürmüştü. O ânda, esen rüzgârla savrulan at yelesinin bir yanında Hazret-i Muhammed, bir yanında da Oğuz Hân, Şehsüvâr-ı Cihângîr’e mihmândârlık ediyorlardı..