Turgut GÜLER
“Fetih”ve “İnşirâh”kelimeleri, aynı bahçenin gülleri. İkisi de ferahlığın; huzûra, sükûna ulaşmanın anahtarı mevkiinde tebessüm ediyorlar.
“Miftah”sözünün “fetih”menşe’li ışıklar saçmasında da “inşirâh”bukleleri var. Açmak, açılmak, kötülük ve kirliliklerden arınmak, fethe, inşirâha sırt dayamakla mümkün.
Fethin de inşirâhın da, daha telâffuzu ânından başlayarak, insanı rahatlatan, sertliklerini yumuşatan bir asâlet tavrı bulunuyor.
Mi’râc öncesinde vücûdunu ve zihnini saran sıkıntılardan daralan Hz. Peygamber’in, ilâhî operasyonla inşirâha taşınması, aynı adı taşıyan sûrede, okuyanlara da gönül genişlikleri getirmeye devam ediyor.
Mekke’den başlayarak, içlerine İstanbul’un dâhil olmasıyla daha bir mânâ kazanan nice revnaklı şehir, “fetih”muştusuyla “beyaz”lara büründü. Hep “feth-i mübîn”hedefine kilitlenen Türk târîhi, o kutlu hâdiseyi milâd bildi.
“Fetih’den Önce”ve “Fetih’den Sonra”diye atılan paragraf kalıpları, ciltler dolusu gönül serinliği getirdi.
İstanbul’un Fâtihi, Belgrad’ın, Budin’in, Bağdad’ın, Kâhire’nin fetihlerini de parantezi içine aldığını bildiği hâlde, kibirlenmedi…
Medeniyet, îzâfî değeri en çok değişen mefhûmların başında geliyor. Çünkü her şahsın ve cemiyetin farklı bir medeniyet kavrayışı, anlayışı var. Böylesine muazzam bir değişme hacmi, her türlü standart teşebbüsünü akîm bırakır.
Bâzılarına göre medeniyet, teknolojik refâhın şâha kalkmasıdır. Kimi çevreler içinse, etrâfımızda görüp gözetlediğimiz fizikî dokunun inceliği, kalınlığı mes’elesidir. Ama en rağbet gören medeniyet etiketi, Müslümanı ve tabiî ki, Türk’ü yok sayma cehdidir.
Ne garîbdir, bizi Dünyâ arenasında boğazlanırken seyretmek isteyenlere, en büyük destek, bizim içimizden geliyor.
Mitoloji başta olmak üzere, sözde medeniyet timsâli sayılan epeyi bilgi demeti, yalana, kasta ve şarlatanlığa kurbân ediliyor. Zâten, bahsi geçen lâf kalabalıklarının erâtı da lejyoner mevkiinde görünüyorlar.
“Benim medeniyetim, seninkini döver.”
mantığı ile mukaddes topraklarda âh u figân sütûnları yükseltiliyor. Kimin kimi döveceğini bilemeyiz, ama medeniyetin imhâsı şeksiz duruyor…
Çabanın hebâ oluşunu kaçıncı def’adır çilekeş locasından seyrediyoruz. Anlıyor ve idrâke çalışıyoruz ki, mâziden ders çıkarma hassamız, küt bıçak hükmünde bile değil.
Gayretin şuûrdan nasîbsiz olanı, sâhibini serseri mayın târifesine abone yapar. Türk Devleti’nin son iki asırdır başına gelenler, hep bu şuûr eksikliğinden havâleli. İpin ucunu gevşek tutanlar, tam son hamleye niyet ettiklerinde, ellerindeki nesnenin, parmak uçlarından kayıp gittiğini, şaşkınlıkla temâşâ ederler.