Denilebilir ki, bütün yaşamımız boyunca icrâ ettiğimiz en uzun süreli meslek anne-babalıktır. Üstelik de bu konuda yetenekli olup olmadığımız ölçülmeden, hiçbir sınava tabi tutulmadan, çocuklarımızı şekillendirme yetkisine sahip oluyoruz. Doğduğunda bir melek kadar mâsum ve bîgünah olan yavrularımızı –hırslarımız ve zaaflarımız sebebiyle- çoğu zaman “olması gerektiği gibi” değil “olmasını istediğimiz gibi” yetiştirmeye çalışıyoruz. Yavrularımızın -ileride değişmesi pek kolay olmayacak- karakterleri, alışkanlıkları vs. umûmîyetle bu şekilde şekilleniyor. Oysa, anne-baba olarak, geleceğimizin teminatı olan ciğerparelerimizi yetiştirme hususunda üzerimize düşen pek çok vazife var. Anne-baba olmak; çocuğu beslemek, giydirmek, okula göndermek vb. yükümlülüklerden ibaret değildir.
Keza, okulu tamamlayıcı olarak, evde, çocuğun kişiliğinin gelişebileceği uygun ortamı sağlamak ve O’nu dinlemek de, çocuk eğitiminin önemli bir parçasıdır. Büyükleri tarafından dinlenen; onlardan sevgi, yakınlık ve ilgi gören; fikirlerine değer verilen; güven duyulan ve sorumluluk verilen; hak ettiği takdirde övülen, gurur duyulan; yeri geldiğinde yaptığı hatâlara müsamaha gösterilen ve olduğu gibi kabul edilen çocuğun kendini ifâde etme yeteneği ve özgüveni gelişir.
Bu itibarlâ, ebeveyn ve çocuk arasında sağlıklı bir “iletişim” kurulması, sağlıklı bir toplum hayâtı inşâ etmenin en temel gereklerindendir. Nitekim “çocuğunu dinleyebilmek” çağdaş anne-baba eğitiminde yeni -ancak giderek önem kazanan- bir yaklaşımdır.
Yine, ebeveynler, günlük yaşamlarında “çocuklarına model olmak istediği şekilde” davranarak, onların hayatında olumlu bir etki oluşturabilirler. Hayat felsefelerini, gâye ve temel değerlerini –çocuklarına- davranışlarıyla çok kolayca iletebilirler. Unutulmamalıdır ki -söylenen sözlerden ziyâde- davranışlar, çocuklar üzerinde daha etkili olmaktadır.
“Dinlenildiğini”, “anlaşıldığını” ve “kendisine değer verildiğini” hissetmek öyle güzel bir duygudur ki, bu harikulâde duyguyu yudumlayarak yetişen çocuklar, ileriki yaşlarda, muhtemelen -başta aileleri olmak üzere- çevreleri ile daha sağlıklı bir iletişim kurabilecekler, kendilerine ve başka insanlara karşı daha anlayışlı ve sevecen olacaklar, kendilerine olan yüksek özgüvenlerinin de katkısı ile “problem çözme” becerileri gelişecektir.
Hâl böyle olmakla birlikte, pek çok ebeveynin çocuklarıyla sağlıklı bir iletişim kurabildiğini söyleyebilmek –ne yazık ki- mümkün değildir.
Kendilerini günlük hayatın hızlı akışına kaptıran pek çok anne-baba, çocuklarını –maalesef- televizyonla, bilgisayarla veya başka lüzumsuz meşgâlelerle baş başa bırakmaktadır. Böyle yaparak, her geçen gün çocuklarından biraz daha uzaklaştıklarının farkına bile varamamaktadırlar. Bu şekilde –anne ve baba sevgisinden, şefkatinden ve ilgisinden mahrum olarak- yetişen çocuklar, zamanla mensup oldukları toplumun değerlerinden uzaklaşmakta ve her türlü iletişim vasıtasıyla –bilhassa gençlere yönelik olarak- sunulmakta olan ve onları “yalnızca tüketen biçâre yaratıklar” hâline getirmeyi amaçlayan sanal / sahte / yapmacık bir kültürün ( popüler kültür ) pençesine düşmektedirler.
Üstelik, vaktini sanal âlemde iletişimsiz, konuşmadan geçiren çocukların “kendini ifâde etme”, “beşerî ilişkiler kurma” ve “muhakeme yapma” gibi kabiliyetleri de gelişmiyor.
Özetle, çocuklarımızın zihnen ve ruhen sağlıklı, topluma faydalı, kendine güvenen, sorun çözme yeteneği yüksek fertler olarak yetişmelerini istiyorsak, onlarla sağlıklı iletişim kurmalıyız; onları dinlemeli ve anlamaya çalışmalıyız; en önemlisi de, davranışlarımızla model olmaya çalışmalıyız.