Ali Alper ÇETİN
Çok okunan büyük yazarımız, Anadolu’yu şehirleri ve insanlarıyla çok iyi tanıyordu. 1936 yılında “Anadolu Notları” adıyla büyük bir eser yazdı. Yazarın bu eserinde Doğu Anadolu’daki en iyi otellerden birini anlatan bir bölümünü okuyalım:
“…Kız gibi donanmış asrî otel bizim bildiğimiz eski zincirli hanlardan biri.. Yan yana bir araba geçecek kadar genişlikte kemerli bir kapı.. Birinci kat dükkân, kahve, depo, ahır gibi bir şeyler… Bunlardan bazılarının yüzü sokağa, bazıların ki içerikli toprak avluya çevrilmiş..
Kapının yanındaki iki tahta merdivenden hangisini beğenirseniz ondan ikinci kata yani asıl otel dairesine çıkıyorsunuz. Burada uzun ve karanlık bir koridor… Koridorun ön tarafına gelen kısmı penceresiz bir kahve duvarı, sokak kısmında sıra sıra oda kapıları…
Bana bu odaların lüksünü açtılar. Güzel bir gardrop ve lavabo.. Bir daire koltuğu.. Üstünde kristal bir hokka takımı bulunan bir şık masa..
Pencerenin iki tarafında iki karyola.. Odaya başkasını koymamaları için bunların ikisini de tuttum. Otel garsonu misafirlerden bazılarının böyle boş yere iki yatak parası vermelerindeki hikmeti bir türlü anlayamıyor, şirin şirin gülümseyerek:
Varsın ötekinde de başkası yatsın.. Adam adamı yiyecek değil ya.. İki lâkırdı eder, diyordu. İki karyolam var, ikisi de aynı biçimde. Birincisinin ortası, eski coğrafyada (hatt-ı taksim-i meyah) dediğimiz şekilde yüksek kenarları alçak. Öteki onun tamamıyla tersine çevrilmiş şekli, yani ortası çökük, kenarı yüksek.
Otel hizmetçisi, “Hangisinin çarşaflarını değiştireyim” diye soruyor. Parasını vereceğim için ikisinin de temizlenmesini istemeye hakkım olduğu hâlde bunu akıl edemeyerek, derin derin düşünüyorum. Birincide yatmak, tam tepesinde yatmak gibi bir şey, ikincisi Çukurova girmiş gibi olacağım. Herhâlde bunlardan hangisinin rahat olacağını bir gecelik tecrübeden evvel kestirmek mümkün değil..”
Okuduğumuz bu satırlar, çağdaş Türk romancısı Reşat Nuri Güntekin’e ait.. Buram buram Anadolu tüten bu büyük yazarın adı, hemen her Türk gencinin severek okuduğu, dünyanın birçok dillerine çevrilmiş bulunan Çalıkuşu romanıyla birlikte gelir. Çalıkuşu “taze üslubu, ülkücü ve iyimser bir dünya görüşü, diri ve sevimli kahramanlarıyla, Kurtuluş yılları ve ilk Cumhuriyet gençlerinin rüyası, ideali olmuş”, yazarına büyük bir şöhret kazandırmıştır.
Reşat Nuri Güntekin’i, edebiyat tarihçileri, kuşkusuz, türlü yönleriyle incelemiş ve hizmetlerini değerlendirmişlerdir. Aslolan Reşat Nuri’nin eserlerinde, Anadolu, rengi ve kokusuyla, töreleriyle, duyguları ile gelir. Yurdunu, milletini bu denli seven bir yazarın, pırıl Türkçesiyle yazdığı romanlar: Çalıkuşu, Damga, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi, Yeşil Gece, Acımak, Miskinler Tekkesi, Yaprak Dökümü, Kavak Yelleri dahil 19 roman. Bir tomar hikâye ve çevrilerden sonra 15 kadar tiyatro eseri…
Roman, hikâye, oyun, gezi, deneme türlerinde –çevirilerle birlikte- yüze yakın esere imzasını atan Reşat Nuri Güntekin Cumhuriyet döneminin en üretken ve tanınmış edebiyatçıları arasında yer aldı.
Eserlerinde çoğunlukla toplumsal ve duygusal konuları işleyen Reşat Nuri Güntekin, bu özelliklere hikâyelerinde mizah unsurunu da katar. Ruh çözümlemelerinde son derece başarılıdır, güçlü gözlemlerini gerçekçi bir biçimde dile getirir. Son derce lirik, akıcı, doğal ve canlı bir anlatım vardır. Ayrıca benzetme ve mecazlarla, sıfatlarla zenginleştirilmiş sağlam bir hikâye üslubuna sahiptir.
Tüm eserleri ise;
Romanları
Gizli El (1922)
Çalıkuşu (1922)
Damga (1924)
Dudaktan Kalbe (1925)
Akşam Güneşi (1926)
Bir Kadın Düşmanı (1927)
Yeşil Gece (1928)
Acımak (1928)
Yaprak Dökümü (1930)
Kızılcık Dalları (1932)
Gökyüzü (1935)
Eski Hastalık (1938)
Ateş Gecesi (1942)
Değirmen (1944)
Miskinler Tekkesi (1946)
Harabelerin Çiçeği (1953)
Kavak Yelleri (1961)
Son Sığınak (1961)
Kan Davası (1961)
Hikâyeleri
Roçild Bey (1919)
Eski Ahbap (1919)
Sönmüş Yıldızlar (1923)
Tanrı Misafiri (1927)
Leyla ile Mecnun (1928)
Olağan İşler (1930)
Aşk Mektupları
“Boyunduruk”
Oyunları
Hançer (1920)
Eski Rüya (1922)
Ümidin Güneşi (1924)
Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri (1925, üç oyun)
Taş Parçası (1927)
Yeşil gece (1928)
İstiklâl (1933)
Hülleci (1933)
Yaprak Dökümü (1971)
Eski Şarkı(1971)
Balıkesir Muhasebecisi (1953)
Tanrıdağı Ziyafeti (1954)
Bir Köy Öğretmeni
Çalıkuşu 2
Kavak Yelleri
Gezi Yazısı
Anadolu Notları
Eğitim
Dil ve Edebiyat: Türk Kıraati (1930)
Fransızca-Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuzu (1935)
Romancılığının sırlarını açıklarken şöyle diyecektir: “Konu, pek ilkel şekilde aklıma gelir. Hiçbir zaman, hemen derhal bu konunun planını yapıp da yazmaya başladığım vaki değildir. Bulduğum konuyu, zihnimde bir kenara atarım. Onu francala hamuru gibi kendi kendine kabarması için uzun müddet bırakırım. Çok defa aradan birçok senenin geçtiği de olur. Bu müddet zarfında konuda bazı ilaveler yaparım. Bazı kısımlarını atarım, çıkarırım.”
Romancı yönünün gölgesinde kalsa da Reşat Nuri Güntekin yazarlığının göründüğü önemli bir alan da tiyatrodur. Türk tiyatro hayatının gelişme çabalarının yakından bilerek izleyen Reşat Nuri Güntekin çoğu sahnelenmiş eserlerinde yine Anadolu’yu konuşturmuş, Anadolu tiplerini, yine bir ressam gibi, kelimelerle çizmiş, bu alanda da başarısını göstermiştir.
Adalar Reşat Nuri Evi
Anadolu’yu Aydınlatan Türk yazarları arasında Reşat Nuri Güntekin anıtlaşmış bir ad olarak her zaman anılacaktır. Yazımızı Çalıkuşu romanından rastgele aldığımız romanın kahramanı Feride’yi konuşturan şu cümlelerle tamamlıyoruz:
“… Benim babam Nizamettin isminde bir süvari binbaşısı idi. Annemle evlendiği sene Diyarbakır’a göndermişler, gidiş o gidiş… Artık İstanbul’a bir daha dönmemiş, Diyarbakır’dan Musul’a, Musul’dan Hanıkın’a, oradan Bağdat’a, Kerbelâ’ya geçmiş… Bir yerde üst üste bir sene kalmamış.
Annemi bana benzetirler. Hele babamla evlendiği senelerden kalma bir resmi vardır ki, benim modelim gibidir. Fakat zavallı kadın, sıhhatçe hiç bana benzememiş, çok zayıflamış. Bitip tükenmez yolculuklara, dağların sert havasına, çöllerin ateşine dayanacak bir vücutta değilmiş. Sonra, galiba bir hastalığı da varmış. Fakat zavallının bütün evlilik hayatı, bu hastalığı saklamakla geçmiş. Ne yapsın, babamı çok seviyormuş. Kendini zorla ayırırlar diye korkuyormuş..
Gittikçe İstanbul’dan uzaklaşan babam, her yeni yolcukta ona: (—Senin hiç olmazsa bir mevsim için, iki ay için annene göndereyim. O biçare de ihtiyar.. Seni kim bilir ne kadar göreceği gelmiştir) dermiş. Fakat annem: ( — Şartımızda bu var mıydı? İstanbul’a beraber dönmeyecek miydik? “ diye âdeta çıkışırmış.
Hastalığı için de (–Benim hiçbir şeyim yok. Biraz yorgunluk. İki gün evvel hava biraz değişti ve ondan oldum, geçer..) gibi şeyler söylermiş. Sonra, İstanbul’u göreceği geldiğini, babamdan saklarmış. Fakat mümkün mü?
Daha uykuya dalalı iki dakika olmadan uyandırır ve Kalender’deki yalımızda, civardaki koruda veyahut Boğaz’ın sularında geçmiş bir uzun rüya anlatırmış. Birkaç uyku dakikasına bu kadar uzun rüyaları sağdırmak için insanın o yerleri herhâlde çok çok göreceği gelmiş olması lâzım gelmez mi?
Nihayet annemin hastalığı artınca babam, hiç olmazsa onu İstanbul’a götürmek için bir ay izin istemiş ve cevap beklemeden yola çıkmış. Mahfeler içinde çölü geçişimiz bugünkü gibi hatıramdadır.”
Reşat Nuri Güntekin kabri- Karacaahmet Mezarlığı/ İstanbul
Ali Alper ÇETİN
Araştırmacı
Kaynakça:
https://www.turkedebiyatı.org
Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara