*****
Prof. Dr. Tuncay NEYİŞÇİ
Yaklaşık 100 m boyunda ve 1.500 kg ağırlığındaki ağaçlar bir yana, biz insanlar, fiziksel olarak, yeryüzündeki canlı türlerinin %90’ından daha büyüğüz. Bu önemli bir farklılık. Düşünme, zeka gibi, insana özgü niteliklerimizin çoğu büyüklüğümüzle yakından ilgili.
Daha mı güçlüyüz? Daha mı akıllıyız? Tartışmaya açık. Ancak, uzmanlar küçücük bir karınca ile, oransal olarak, karşılaştırıldığımızda, her birimizin, Seyit Onbaşı gibi 250 kg ağırlığındaki top mermisini rahatlıkla kaldırabilmemiz ve 8 km/s üzerinde bir hızla yürüyebilmemiz gerektiğini hesaplıyorlar.
Atom çekirdeğini parçalamış, yapay zeka üretimi aşamasına gelmiş dünyanın en büyük türlerinden birinin mikroskobik bir yarı canlı Covid-19 ya da karınca karşısında düştüğü durum ortada. Kibirlenmeye gerek yok! Haddimizi bilip kırıcı olduğumuz kadar kırılgan olduğumuzu da kabullenebilmeliyiz.
Doğayı ve doğal süreçleri anlamanın yolu ne?
Covid-19’dan bağımsız olarak, ölçeği ne olursa olsun, evden küresel dünyaya sürekli ve hızla değişen ortamlarda yaşıyoruz. Her değişim kendi dışındaki sınırsız bileşenden oluşan bütünü değiştiriyor, dönüştürüyor. Ama kesinlikle, ne tahrip edip, yakıp yıkıyor ve ne de onarıp geliştiriyor, sadece ve sadece değiştiriyor.
Karşılıklı bağımlılık ve etkileşimleri inceleyen ekoloji de işte bu temel üzerine oturur. Değişimin yönü (iyi ya da kötü) değişimden etkilenen her bileşene göre değişir. Doğada iyi-kötü, faydalı-zararlı, kırmızı-yeşil gibi kavramların anlamı yoktur; bunlar insana özgü kavramlardır. Doğayı bu insan-merkezli kavramlar üzerinden algılarız. Ancak bizim dışımızdaki bileşenler için bu değerlerimizin geçerli olmayabileceğini kabul etmek zorundayız. Örneğin, bir baykuş bizim yeşil olarak gördüğümüz yaprağı kırmızı görür, bizim için zararlı olan akrep tavuklar için hiç de öyle olmayabilir.
Bu nedenle, insan-merkezli kavramlarla doğal işlevleri anlamamız olası değildir ve anlayamadığımız süreçleri yönetebilmemiz söz konusu olamaz. Doğal süreçler ancak, insan tanım ve değerlerinden, mümkün olan en yüksek seviyede soyutlanarak anlaşılabilir. İnsan-merkezli yönetsel kararlar ancak bu doğa-merkezli anlayış üzerine oturtulduklarında derde derman olabilirler. Yaşadığımız ekolojik sorunların kökeninde bu anlama/yönetme paradoksu yatar. Ekoloji canlı/cansız, somut/soyut ayrımı yapmadan karşılıklı bağımlılık ve etkileşimleri ekosfer ölçeğinde inceleyen bir alandır. Zarar veriyor diye kurtların sistem dışına çıkarıldığı Yellowstone Milli Parkı’nda yaşanan ekolojik sorunlar çarpıcı bir örnek olarak gösterilebilir. Covid-19 da, insanın doğanın bir parçası olduğu söyleminin bu bağlam ve ölçekte ele alındığında bir anlam ifade edebileceğini anlamamıza yardımcı oldu.
Covid-19 pandemisi bize ne öğretti?
Pandemilerin şiddeti yaşamını yitirenlerin sayısı ile değil, neden oldukları toplam değişim ile ölçülür. Örneğin Atina vebası (MÖ 430) yaşamını yitirenlerin sayısından çok demokrasi ve inanç sistemi üzerinde yarattığı etkilerle hatırlanıyor. “Kara Ölüm” diye bilinen 14. Yüzyıl veba salgını feodalizmin, 20. yüzyıl başındaki “İspanyol Gribi” I. Dünya Savaşı’nın sona ermesine yol açmıştı. Farklılığına karşın, Çernobil kazasının Sovyetler Birliği’nin dağılmasına yol açan adım olarak değerlendirildiği de hatırlardadır. Amerika kıtasının keşfinden sonraki 100 yıl içinde (16. YY), yerel halkın alışık olmadığı Avrasya kökenli mikropların neden olduğu salgınlar nedeniyle, nüfus 60 milyondan 6 milyona düştü (%90). İşlenemeyen tarım alanlarını yeniden ele geçiren ormanlar atmosferden daha fazla CO2 çekip, daha uzun süre bünyelerinde depoladıklarından, bugün yaşananın aksine, CO2 konsantrasyonun ve dolayısıyla sera etkisinin düşmesine yol açtı. Bilim insanları “Küçük Buzul Çağı” olarak bilinen dönemin arka planını böyle açıklıyorlar.
Ev (konut) bilimi anlamına ekoloji alanında çalışan bir akademisyen olarak, Covid-19’un, yaşamımızın neredeyse tamamını geçirdiğimiz ev ve kentlerimize eleştirel bir gözle bakmamızı bir zorunluluk haline getirdiğini ve bunun son derecede önemli olduğunu düşünüyorum. Evet, “Evde Kal” günlerinde doğa bir nefes aldı, toparlanma şansı bulabildi belki ama bizim nefesimiz kesildi. Kısa serbest kalışlarımızda doğaya, çevreye attığımız tokatların, verdiğimiz nefes molasının olumlu izlerini silip süpürdüğünü gördük hep birlikte. Doğayla, çevreyle nasıl ilişki kurabileceğimizi bilmediğimiz, bir başka ifade ile doğaya, çevreye yabancı kaldığımız ortaya çıktı.
Evlerimizin, odalarımızın da, tıpkı kentlerimiz gibi beton kaplı, yeşil yoksunu olduğunu gördük ve bunun ne denli sıkıntı verici bir şey olduğunu anladık (umut ediyorum). Şikayet etsek, bahçeli müstakil evler hayallerimizi süslese de kentlerin ortak yaşama alanlarımız olduğu gerçeğini kavradık (umut ediyorum). Nüfusumuzun yüzde 92’si il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor ve kırsal, doğal alanlara ulaşmak giderek güçleşiyor. Ve Covid-19 gibi pandemiler de kentleri seviyor.
Kentlerimizin imar planları gibi ağaçlandırma planlarının da olması, yerel yönetimlerin, amorf yeşil alan ve cadde ağaçlandırması anlayışından işlevsel, eğitici, tedavi edici yeşil alan üretimine geçmesi, doğayı kentin, konutun içine monte etme uygulamalarına ağırlık vermeleri gibi dönüşümlere acilen gerek duyulduğu belirginleşti. Sorunların da çözümlerin de kentlerde olduğunu, çevre anlayış ve politikalarımızın tekil ve indirgemeci değil, karşılıklı bağımlılıklara odaklı, çoğul ve bütüncül yaklaşımlarla oluşturulması gereği gözle görülür hale geldi.
Ekolojik sorunların çözümü için ilham verici gelişme
Artan insan hareketliliğinin “ev” kavramımızı dünya ile eş anlamlı kıldığını bu pandemi ile çok daha net gördük ve kendimizi küresel dünyanın da bir parçası (sorumlusu da diyebilirsiniz) olarak hissetmeye başladık. Dayanışma içinde, sözle değil eylemle, yerel ve küresel ölçekte fark yaratılabileceğine tanıklık ettik. Bu, ekolojik sorunların çözümü için çok değerli, ilham verici bir gelişme olarak değerlendirilebilir. “Evde Kal” süresi içinde, nedeni ne olursa olsun, CO2 emisyonundaki düşüş, hava kalitesindeki yükseliş, kaynakların verimli kullanımındaki iyileşmeler, vb. kronikleşmiş bazı ekolojik sorunlarımızın çözülebilir, sonuç alınabilir sorunlar olduğunu keşfettik.
Derinlemesine irdelenip dersler çıkarıldığında bu keşfediş ve yarattığı “umut” atmosferi”, kaçınılmaz olarak, yeni ve yaratıcı stratejilerin, yaklaşımların geliştirilmesine de yol açacaktır. İçinden geçmekte olduğumuz değişim sürecinin, yürüyüş ve bisiklet kullanımındaki artış eğilimi gibi, davranış değişimi stratejileri geliştirip uygulamak için de en uygun zaman olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Toplantıların dijital ortamlarda telekonferans aracılığıyla gerçekleştirilmeye başlanması, küresel ölçekte seyahatlerin azalması gibi önemli değişimleri tetikleyecek bir dönüşümdür. Bu yıl İngiltere’de yapılması planlanan BM İklim Değişimi Konferansı’nın Covid-19 nedeniyle 2021 Kasım ayına ertelenmesi ve 30.000 kişinin katılması beklenen toplantının genç iklim aktivisti Greta Thunbeg tarafından telekonferans aracılığıyla yapılması önerisi köklü değişimlerin ilk işareti olarak okunabilir.
İlgi filizini dallandırmak, bilinç kültürü yaratmak
Bu süreç aslında bizlere küçük dünyalarımızın, evlerimizin, sokağımızın, yakın çevremizdeki doğanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Belki de değişime küçük adımlarla buradan başlamak lazım.
Bu amaçla da, tüm eğitici, tazeleyici ve tedavi edici nitelikleri ile doğanın ağaçtan kuşa, rüzgârdan renk ve kokusuyla odalarımıza, dört duvarlarımızın arasına, sokaklarımıza ve bütünüyle kentlerimize yerleştirilmesi, nüfuz etmesi sağlanmalıdır. Bazılarımız zaten çoktan beri odalarını, evlerini bitkilerle, evcil hayvanlarla paylaşıyor. Yapılacak iş, bu ilgi filizini dallandırıp budaklandırıp kök salmasını sağlamak, bilinç ve kültürünü yaratmaktır. Evde beslediğimiz ve sokaklarda sahip çıktığımız hayvanlar konusunda, her iki tarafın sağlığı açısından, eskisine oranla çok daha dikkatli ve bilinçli olmamız gerektiğini de anladık.
Dünyanın ünlü üniversitelerinin ünlü bilim insanları bitkilerin, iyi ağaçlandırılmış sokakların, parkta yapılan bir yürüyüşün insanların stresini nasıl azalttığı, kan basınçlarını nasıl normalleştirdiği, polisiye olayları nasıl en aza indirdiği, trafik sorunlarına nasıl çözüm ürettiği ve insanları her türden sağlık sorununa karşı nasıl dirençli kıldığı konusunda yüzlerce bilimsel makaleler yayınlıyorlar. Örneğin, yeşillik ve ağaçlık yerleşim yerlerinde yaşayanların 3 kat daha aktif oldukları ve fazla kilolu (obez) olma olasılıklarının %40 daha düşük olduğu araştırmalarla ortaya kondu. Japonlar 40 yıldan beri orman banyosunu (Shinrin Yoku) bağışıklık sistemini geliştiren, stresi azaltan bir tedavi bir aracı olarak yaygın biçimde kullanıyorlar. Üstelik bu tedaviler reçetesiz ve ücretsiz.
Başkanlığını yaptığım Türkiye Ormancılar Derneği Batı Akdeniz Şubesinde, dört yıldan beri ağaçlarla kucaklaşma, orman terapisi etkinlikleri düzenliyor, doğanın dilini öğrenme, doğa ile sohbet eğitimleri veriyoruz. Bu konuları Akdeniz Üniversitesi’nin en yaratıcı projesi olan 60+ Tazelenme Üniversitesi öğrencileri ile paylaşıyoruz. Katılımcılar bulutlarla, çakıl taşlarıyla vb. nasıl sohbet edeceklerini öğreniyor, yaprak, tohum, çiçek vb. koleksiyonu yapmak gibi yeni beceriler kazanıyor, kendi yetiştirdikleri fidanları hediyelik eşyalara dönüştürebiliyor, balkonlarında organik tarım deneyimlerine girişiyorlar. Bu projeler bireyin yaşama bakışı ve davranış kalıplarını değiştirmeye odaklı. Birey değişmeden hiçbir şeyin değişmeyeceğini de gösterdi bize Covid-19.
Değişime bireyden, yerelden, yakından başlamak
Kendini çevreci ya da ekolojist olarak tanımlayan kişi ve kurumların (dernek, oda, yerel yönetim, merkezi yönetim, vb.), sloganlaşmış ve sözel etkinliklerine, ek olarak, özne, birey odaklı, yerele öncelik veren basit projelerle ilgilenmeleri, 2050 yılına karbon nötr girebilmek gibi çevre ve ekolojik değerlere olduğu kadar bireylerin sosyal ve psikolojik gelişmesine de katkı sağlayabilecek, toplum bilincinin gelişmesine katkı sağlayacaktır.
Son söz olarak; politikacısından esnafına, akademisyeninden iş insanına, bu salgın hepimize, canımızı yakan, bedelini doğrudan ödediğimiz ya da ödeme olasılığımızın yüksek olduğu konuları (yaşamı yitirmek, eve hapsolmak, hastalanmak, işsiz kalmak, vb.) çok daha kısa sürede ve çok daha derinlemesine algılayabildiğimizi ve çözümü için sorumluluk almaya hazır olduğumuzu gösterdi, daha da ötesi öğretti.
Belki şimdi elbette önlemleri göz ardı etmeden, bilinç ve davranış değişikliğine yönelik içten çabaların küresel ısınma, yağmur ormanlarının korunması, deniz kaplumbağaları, erozyon, kuzey ormanları gibi uzun soluklu konuların yanı sıra her an karşı karşıya, temas içinde olduğumuz, bedelini ödediğimiz ya da ödülünden yararlandığımız konular üzerinde de yoğunlaştırmayı düşünmeliyiz.
“Sınıfta kalma” notunu bu konularda, birey, dernek başkanı ya da akademisyen olarak, defalarca yaşadığım kendi başarısızlıklarımı dikkate alarak verdim. İtiraz hakkınız baki…
———————————————–
Kaynak:
https://fikirturu.com/cevre/covid-19-evde-mi-kaldik-sinifta-mi/