Ersegün Eyüp KAHRAMAN
Post truth çağ veya hakikat sonrası çağ terimi 90lı yıllarda kullanılmış olsa da 2016 yılında Oxford sözlüğünün yılın kelimesi olarak seçmesi ile birlikte dünya gündeminde yavaş yavaş yer etmeye başlamış, İngiltere’de Brexit uygulaması ve Amerikan Başkanlık seçimleri terimin yerleşmesinde kolaylaştırıcı faktörler olmuştur.
Tüm dünyayı etkileyerek mevcut sistemler ile ilgili zihinlerde yeni soru işaretleri yaratan Covid-19 salgını ile ilişkisine değinmeden evvel post-truth teriminin kendisinden bahsetmekte fayda var.
Önce sözlük karşılığına bakacak olursak -nesnel olguların, kamuoyunu şekillendirmede daha az etkili olduğu, duygu ve kişisel inanca hitap ettiği durumlara işaret eden şartlar – şeklinde tanımlanmıştır.
Yani bilgi, hakikat, gerçek gibi kavramların yerini duygu, ben, gibi kavramların almasıdır. İnsanoğlunun macerasını düşünecek olursak, kişinin başladığı yere tekrar dönmesine benzetebiliriz.
Nasıl mı?
Platon zamanından bu yana insan bilgiyi, doğru olanı veya hikmeti arama gayesinden bir an olsun ayrılmamış bunu yaparken de en güvenilir olan aklı kullanmıştır. Platon da bunu bir mağara metaforu ile açıklamaya çalışmıştı. Bu mağarada elleri zincirli bir şekilde hapis olan üç kişi, önlerine arkalarındaki ışıktan-ateşten- bazı nesnelerin gölgelerini görürler. Bu gölgeler onlar için ‘‘gerçekti’’; ancak aralarından biri merak duygusuyla aklını kullanma girişiminde bulunup gölgenin ötesini yani hakikati bulma peşine düşer.
Bu aslında insanoğlunun zaman değişse dahi değişmeyen koşusunun başlangıç örneğidir.
Kişi, topluluk derken medeniyetler hep aklı kullanarak doğruya, hikmete ulaşmaktaydı, özellikle Endülüs eserlerinin çevirisiyle birlikte batıda başlayan Rönesans, reform hareketleri ve en nihayetinde Aydınlanma Çağı daha önceki Antik Yunan, İslam medeniyetlerinin birikimleri zirveye ulaşmıştı.
Bu dönemden sonra akılla hareket eden birey merkezli liberalizm ve dini otoriteyi reddeden salt bilgiyi kabûl eden pozitivist düşünce batı merkezli başlayarak yavaş yavaş dünyaya hâkim oldu.
Zaman ilerledikçe modernite, postmoderniteye evrildi, bilgi ulaştıkça daha da artan, daha da detaylanan bir şekilde insanoğlunun karşısına çıktı. Bunu sonsuza doğru giden bir limit grafiğine benzetebiliriz. Özellikle internetin bulunması grafiği daha da hızlandırdı.
İnternet bilim insanları için her ne kadar bilgiye ulaşımın kolaylaşmasını sağlamışsa ki bu sebeple bu çağ ‘‘bilgi çağı’’ olarak adlansa da aynı zaman da bilim insanı olmayanlar için doğrunun, gerçeğin cevabını bulamadıkları bir platformdu.
Ki bu kişinin gördüğünü, düşünmeden kabul etmesine yol açmaya başlamıştı; kişi düşünse dahi bir diğer tarafta bunun zıddına yönelik düşünceleri de görüyordu. Bu karışıklıktan çıkmak için ilk gördüğüne tutunması gerekirdi ki bu onun bilgi sahibi değil malûmat sahibi yapar.
Doğrunun veya yanlışın alenen ortada olduğu bir platformda doğru olanı yakalamak insanlar için kaynağa ulaşarak teyit etme zorunluluğu yaratırken durumun daha da dipsizleşmesi kaynağı da teyit etme gibi zorunluluklar doğurdu. Nitekim öğrenmek istediğiniz şeyi internet ortamında arattığınızda karşınıza doğru olan değil popüler olan önce gelir. Böyle bir belirsizliğin olduğu anda da ana kaynak insanın ‘‘duygularıdır’’. Yani ‘‘hakikat’’ insanın ideolojisine, inanmak istediği veya duygularına uygun olan olmuştur.
Daha farklı bir şekilde açıklayacak olursak mağaradan çıkmak için asırlar harcayan insanoğlunun işin sonunda kendi mağarasını[1]yaratarak o mağaraya girip, kendi doğrusunu yaratıp buna inanmasıdır.
Yani her insan kendi yalan dünyasında yaşamayı seçiyor.
Bu durumu Keyes şöyle açıklıyor;
“Yalancılar her zaman var olmuş olsa da, yalanlar genellikle tereddüt ederek, bol miktarda kaygıyla, bir parça suçlulukla, biraz utançla, en azından az biraz mahcubiyetle söylenirdi. Şimdiyse, zeki insanlar olarak, suçluluk duymadan paçayı kurtarabilmek için gerçeği örtbas etmeye gerekçeler buluyoruz. Ben buna hakikat sonrası diyorum” [2]
Herkes kendi mağarasında iletişimsiz olsa belki sorun olmazdı ancak, sosyal medya gibi saniyeden daha hızlı fikir alışverişinin olduğu bir dönemde hakikatin yokluğu, bilim karşıtlığı yalan temelli bir kaos yaratmaktadır.
Bunun en iyi örneklerinden birini ülkemizde hem aşı karşıtlığının hem de eradike edilmiş vakaların hızla artmasında görüyoruz. İnternette yayılan ‘‘yanlış’’ bir bilgi hızla yayılıyor, hatta bu yanlış bilgi temelli insanların kaynak olarak gösterdiği kitaplar basılıyor, bazı çevreler tarafından da destekleniyor.
Buna benzer en yeni örneği de kısa zaman içinde Covid-19 salgınında görmekteyiz.
Sosyal medya üzerinde yapılan bir çalışma salgın hakkında yanlış bilginin doğru olandan çok daha hızlı olarak yayıldığını göstermişti. Bu ülkemizde de paralellik göstermekte.
Mesela salgın Çin de başladıktan sonra dünyayı hızlıca etkilemeye başlarken ülkemizde sadece sosyal medya da değil büyük televizyon kanallarında da ‘‘nasıl başa çıkarız?’’ sorusuna cevap verecek insanlar ‘‘gerçek kaynak’’tan ziyade popüler olan kişilerden seçilmişti. Ülkede uzun bir süre paça içilerek virüsten kaçınılacağı veya genetiğimize etki etmeyeceğine olan inanç artmıştı.
Pandemi ile mücadelede insanların hâlâ gerçek olanı kabûl etmemesi aşı meselesinde de olduğu gibi toplumun zararına olacak sonuçları yaratmaktadır.
Başka bir örnek verecek olursak, sağlık bakanlığı her gün yapılan testler, yeni vakalar hakkında bilgi açıklasa da insanların buna inanmadığı alenen ortadadır. İnternette ortamında en çok tıklanan ‘‘sözlüklere’’ baktığımızda da insanların kaynak olarak gösterdiği yanlış verilere rastlarken, bunların takipçisinin de ciddi sayıda olduğunu da görüyoruz.
Salgın gibi tüm ülkeyi etkileyen bir durumda insanların zihninde oluşan güvensizlik, belirsizlik gibi en ufak şüphe top yekûn bir mücadeleyi nasıl sağlar, daha büyük sorunlara sebep olur mu veya daha büyük bir olay da oluşabilecek bir kaos tüm toplumu faciaya sürükler mi?
Bu sorunun neoliberalizmin yarattığı bencilliğe dönüşen bir bireycilik anlayışı çerçevesinde kişilerin kendi bilgilerini doğru olduğuna dogmatikmiş gibi inanmaları büyümesine sebep olduğunu düşünecek olursak; kriz anlarında belki tek belki az sayıda otoritenin varlığının olması, bilginin tek kaynaktan çıkmasının sağlanması, devlet otoritesinin büyümesi, bireye yönelik kısıtlamaların sadece salgında değil ilerleyen zamanlarda da, hakikat sonrası çağda büyük sorunların doğmadan önlenmesini sağlayacak mı?
Bunu sanırım yaşayarak göreceğiz.
[1]Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş, Milay Köktürk
[2]Hakikat Sonrası Çağ, Ralph Keyes