Çukurova ve Torosların ünlü kadın kahramanı Namık Kemal ve Atatürk’ün ilham kaynağı bir Türkmen kadının efsaneleşen hayat hikâyesi… Bu hikâye, gerçeğe çok yakın bir öyküdür…
***
Ali Alper ÇETİN
O yiğit insanlar o beyaz atlara bindiler ve gittiler. Dolu dizgin, dört nala… Ceyhan nehri kıyıları ve Anavarza kalesi eteklerine yerleşen Cerit Aşiretinin çadırları uzaktan bakıldığında ipil ipil parlıyor. Aşiret beyinin çadırı biraz daha görkemli, süslemeli. Kerimoğlu Hacı Osman Bey derler adına, aşiret beyinin. Yüzyıllar önce aşireti Yörük diyarından Aydın elinden binlerce çadırı, yılkıları, davar sürüleri ile gelmişler Çukurova’ya… Tarsus ovası, Adana, Ceyhan, Osmaniye, Karaisalı, Karataş yöresinde çadır kurmuş, bir zaman sonra Anavarza sahrası olarak bilinen Anavarza eteklerindeki sazlık bataklık, büklük, çalıların bulunduğu yere yerleşmişler. Bahsi geçen yerler, kış mevsiminin sonralına doğru elvan çeşit çiçeklerin açtığı, her tarafın gür otlarla kaplandığı cennet misali yer olur. Hayvanlar, koyunlar keçiler burada otlatılır. Bir zaman sonra sıcaklar bastırdığında aşiret develeri hazırlanır. Yaylaya göç başlar…
Develerin çan sesleri, davarların ayaklarından çıkan sesler, tozlar, bir birine karışır. Çobanların “Ho ha” sesleri, köpeklerin uluması ile birlikte binlerce çadır, sayıları on bini nerede ise bulan insan bir sel misali yayla yoluna düşer. Kars (Kadirli) şehrinin kıyısından Akarca yolunu izleyerek, Nürpet, Çokak yakınlarından geçip, Savrun vadisine Mazgaç beline ulaşılır. Önce aşiret beyi için 40 direkli çadır kurulur. Beraberinde “alayçık” adı verilen ottan, çalıdan, daldan yapılan yayla evleri yapılır. Cerit aşiretlerinin Dulkadirli Beyliğinde; Rakka’dan sonra ilk iskân yerleri Maraş olup, Çukurova’ya kışlak olarak yurt tutarlar. Çukurova’ya ilk yerleşen Cerit aşiretleridir.
Hacı Osman Beyin kızı Asiye, Cerit kızı Asiye Hatun, daha 20 yaşını bile bulmamıştı ki, karakaşlı, ceylan bakışlı, mor belikli güzel mi güzel… Arzı endamı böyle olsa da bakışları ile düşmanına ok atan kavgacı bir savaşçıyı andırır. Boş bulunduğu zamanlarda ata biner, ok kullanır. Kendi yaşıtları ile güreş bile yapar. Onu görenler “anasından dişi doğdu, erkek gibi” derler. Asiye’nin kavgacılığına bakanlar onun için “Gara Fatma” lakabını takarlar.
Bir de beyi vardır, ol havalinin, Köse Kalender Paşa derler adına. Maraş’ın tekmil Göksün, Andırın, Pazarcık, Geben yöresinin de beyidir. Osmanlı’nın Maraş’a hâkim olduğu zamandan beridir Beyazıtoğulları ailesi bölgede nüfuz sahibidir. Osmanlı, Bayazıtlı beylerine sadece “devlete bağlılık göstersinler, algıyı vergiyi bir düzene koysunlar” istemektedir. Kalender hem akıllı, hem de cesur bir beydir. Osmanlı’nın düşmanla savaşlarına Maraş yöresinden katılır. Kargısı, pala bıçağı, tüfenkleri ile Maraşlı’nın düşman üzerine “Allah Allah” nidaları ile saldırmaları bir başkadır. Osmanlı Kalender’i beylikten “Paşalığa” terfi ettirir. Kalender Paşa’nın, Maraş askeri ile Filistin topraklarında Napolyon ile savaşı dillere destan olmuştur. O dünyayı titreten, Avrupa’yı ihtilal ateşleriyle karıştıran Napolyon’un mağrur ordusu Kudüs yakınlarındaki Akka kalesinde yenilgiye uğratılırken, Kalender Paşa’da Maraşlı askerleriyle ile birlikte mevzilerini ölümüne savunmuştur. Arkasından Osmanlı’nın Rusya ile savaşında da görev alır Kalender Paşa. Ne var ki talihi yaver gitmez. Kutuzof kumandasındaki Rus askerlerinin eline esir düşer. Bir müddet sonra serbest bırakılır…
1810’lu yıllar… Osmanlı Kalender Paşa’yı Maraş Valisi yapar. Halep’ten Adana’ya kadar, Maraş’ı çevreleyen geniş bir bölgenin idaresini eline alır Kalender Paşa. Aşar vergilerinin toplanması, Osmanlı’nın sefer-i hümayunu vaki olanda kendi kumandasında cepheye askeri ile gitmesi, Toros dağlarının kuytu bir köşesinde yaşayan Zeytun Ermenileri’nin isyanlarını bastırması öncelikli görevleri arasındadır. Yaşı da bir hayli ilerlemiştir. Ömrünü beyliğin paşalığın cengi-cidali ile geçiren, rahat yüzü görmeyen Kalender Paşa için bir hayat arkadaşının olması gerekir. Cesur mu cesur, bir Türkmen kadını, aynı zamanda vefakâr bir ana, bir hayat yoldaşı…
Kerimoğlu Hacı Osman Bey’in kızı Asiye Hatun’u görenler bilenler anlatır Kalender Paşa’ya… Çok geçmez düğürcüler araya girer. Asiye Hatun istenir. Görkemli bir düğün yapılır, Maraş’ta. Reyhanlı’nın, Kılıçlı’nın, tekmil Çukurova’nın, Maraş’ın beyleri gelir düğüne. Dillere destan bir törenden sonra Kalender ile Asiye’nin yazgısı birleşir, karı koca olarak… Olayı hatırlayanlar anlatırlar ” Asiye Hatun, bir gece evli kalır. Kadınlığın bu kadar kötü olduğunu bilseydim evlenmezdim” der.
1817 yılı gelende kara bulutlar dolaşır Maraş ve Adana diyarında. Osmanlı baş edemez bölgedeki ayanlarla, aşiret beyleriyle, kısacası derebeyiler ile… Padişahın fermanıyla devlete asi durumdaki beylerin kelleleri istenmektedir. Tecirli’nin Cerit’in, Reyhanlı’nın, Fettahlı’nın beyleri hakkında fermanın gelmesi, yakalama ve infaz işinin de Kalender Paşa’ya verilmesi olacak iş değildir. Osmanlı “kanı kan ile yıkamak” düşüncesindedir. Her tarafta isyan vardır. İstanbul’da bile. Kalender Paşa, Maraş’ın Valisi olarak Fettahlı beylerinin idamına yanaşmaz, Padişahın fermanında istenilenleri de yerine getirmez. İşi ağırdan alır. Osmanlı, Kalender Paşa’ı görevinden alır, önce Sivas’a, daha sonra Girit Muhafızlığı görevine tayin eder. Kandiye kalesine gidecektir. Kısacası hakkında verilen karar “devlet emirlerini dinlememek, ağırdan almak” dolayısıyla padişaha karşı gelmektir. Ve Kalender Paşa, Maraş’tan ayrı kalmanın hasretine dayanamaz. Kuşadası’nda iken 1820 yılında vefat eder. Ege Denizi’ne bakar, bir tepe üzerine mezarını yaparlar. Orada ebedi uykusunda yatar, Kalender Paşa… Bir sessizlik âleminde. Maraş’ kendi haline bırakır.
Kargı Elinde Kılıç Belinde Bir Kadın İstanbul’a Geliyor…
Cerit kızı Asiye Hatun kocasının ölümü üzerine Maraş’a döner. Bayazıtoğulları’nın, cümle aşiret beylerinin işlerine karışır. Dirlik ve düzenlik kalmamıştır Maraş yöresinde. Dağlarda eşkıyalar, köylerde hırsızlar kol gezer. Maraş Valisinin fazladan vergi ve rüşvet istekleri bir türlü bitmez. Devlet memurları da kendi havasındadır…
Asiye Hatun (Gara Fatma), Cerit aşiretinin göç yolu üzerindeki Kadirli’yi Andırın’dan ayıran Keşiş suyu kıyısındaki Kesim köyüne gelir. Kendisi için bey konağı yaptırır. Ve kendisini “bey ilan eder”… Yasalar, yasaklar koyar kendi başına. Hırsızlar, haramiler, her türlü kötü işler yapanlar amansızca cezalandırılacaktır. Kırbaçlama, dövme belki de kazığa oturtma cezasına çarptırılacaktır insanlar. Maraş Valisi, Asiye Hatunu “asi” ilan eder. Üzerine askerler gönderir. Andırın dağlarında askeri takibatlar, çatışmalar başlar. Asiye Hatun ismi kavgacı ve mücadeleci olmasından dolayı Kara Fatma (Gara Fatma)’ya dönüşür. Yöre köylüleri, “Gara Hatun” demeyi tercih ederler. Bir ara yakalanır, elleri zincirli bir halde Maraş’a getirilir. Cezaevine konulur. Yargılanır, biraz ceza alır, ama kısa sürede dışarı çıkar. Ve yıllar geçer…
Osmanlı Padişahı Abdülmecit, yenilikçi bir padişahtır ama kendi devrinde devleti de zor durumdadır. Ruslar, “hasta adam” olarak gördükleri Osmanlı topraklarını paylaşmak için savaş hazırlığı yapmaktadırlar. Beklenen olur, Balkanlar ve Kafkaslardan iki koldan Osmanlı topraklarına saldırır. Avrupalı Devletler, Fransa, İngiltere, Sardunya Krallığı, Rusya’nın eline düşen zayıf bir Osmanlı’nın parçalanmasını istemezler, Osmanlı’ya yardımcı olmak, topraklarını korumak amacıyla askerlerini yardıma gönderirler. Osmanlı ve müttefik askerler Kırım Yarımadasında Rus ordusu ile zorlu bir savaşa girer.
Maraş yöresinde Andırın ovasında Beylik köyünde yaşayan Gara Hatun, padişahın Ruslar karşısında zor durumda kaldığına dayanamaz. Yıllar öncesi kocası Kalender Paşa’nın mücadelesini hatırlar. Dini için, devleti için, milletinin geleceği için emrindeki adamlarıyla birlikte savaş meydanına gitmek ister. Yaşı da bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen sayıları 300’ü bulan askerleri ile birlikte İstanbul’un yolunu tutar. Onun İstanbul’a gelişi kargı elinde, kılıç belinde bir savaşçı Türkmen kadını olarak devletin imdadına koşması en fazla padişah Abdülmeciti duygulandırır. İstanbul halkı Maraşlı Gara Hatun veya Kara Fatma‘yı görmek için peşine düşer. Boğazdan askerleri ile birlikte geçişini padişah saray penceresinden izler. Avrupalı gazeteciler, ressamlar da Kara Fatma’yı görüntülemek hakkında bilgi vermek için onun İstanbul’a gelişi ve savaşçı görüntüsünü izlerler. İngiltere’nin Resimli haberler (The İllustrated News) Dergisi 22 Nisan 1854 tarihli sayısında Kara Fatma’nın askerleri ile birlikte İstanbul’a gelişinin resmi ile birlikte şu açıklamayı yapar: “Çok sayıda katır ve develerle İstanbul sokaklarında görülen Kara Fatma, göründüğü her köşede başta kadınlar olmak üzere önemli sayıda kalabalığın dikkatini üzerine çekti. Fatma’nın kıyafeti geniş kollu çok kirli bir palto, beyaz bir pantolon var. Sarı çizmeler, belinde uzun namlulu tabancalar ve bir de elinde yatağan (uzun ve iki yanı keskin pala), ucunda koyu renkli bir bez parçası ile sancak havası veren mızrak var. Başörtüsü kafasına sarılı ve boynu etrafında dolandırılmış fakat yüzünü tamamen açıkta bırakan uzun bir bez parçasıdır.”
Kara Fatma ve Maraşlı askerler halkın sevgi gösterilerine tebessümle karşılık verir. Türk kadınının yiğitliği, cesareti, gururu yansımaktadır. Davutpaşa kışlasına kadar geldiler. Osmanlı ordusunun savaşçı kuvvetleri arasında sefere katıldılar. Tuna nehri aşıldı. Romanya’nın kuzeyindeki Babadağı cephesinde Rus ordusu ile karşı karşıya geldiler.
Bombalar atıldı. Kılıçlar çekildi. Yüzlerce, binlerce asker karşılıklı savaşmaya başladı. Bomba, gülle ve kurşun sesleri arasında Kara Fatma Hatun ve askerleri “Allah Allah” sesleri ile hücuma katıldılar. Gözü pek bu yiğit askerler, vatanlarını düşman saldırısından korumak için ölümü göze alarak ilerlediler. Yürekleri bir volkan ateşi gibi kaynıyor “ya vatan, ya ölüm” sesleri ile yeri göğü inletiyorlardı. Önlerine, yanlarına daha sonra da üzerlerine doğru bombalar gelmeye başladı. Çok yakınlarına düşen bir bomba parçalara ayrıldı. Kara Fatma “vuruldum” dedi. Hemen yanı başında iki askeri sessizce yatıyordu. Onlarda vurulmuştu. Kara Fatma’nın ağzından kanlar gelmeye başladı. Dişlerinin kırıldığı belli idi. Onu kolundan tuttular. Geri çektiler. Sıhhiyeciler geldi. Sedye ile götürdüler. Savaş olanca şiddetiyle devam ediyordu. Osmanlı-Rus sınırında… Balkanlarda, Kırım ‘da, Kafkaslar ‘ da…
Kara Fatma yaralandı. Kumandanların da isteği üzerine cephe gerisine alındı. Tedavisi için İstanbul’a gönderildi. Yanında askerleri de vardı. Bir gün padişahın kapısına geldi. Hazırlamış olduğu arzuhali verdi. “Allah aşkına, peygamber isteğine uyarak, din için devlet için cihat yaptığını, bu uğurda yaralandığını açıklıyor… Padişahtan gazilik madalyası ile birlikte memleketine döndüğünde vergiden muaf tutularak kendisine maaş bağlanmasını” istiyordu. Padişah, Kara Fatma’nın dilekçesini inceledi. Bu cesur Türkmen savaşçısına “gazilik madalyası” verildi. Maaş bağlanması için de Adana Mal müdürlüğüne haber verildi. Kara Fatma’nın dilekçesini yazan memur dilekçenin sonuna “Üzeyir Sancağı, Cerit Aşiretinden Asiye Hatun” yazmıştır. Onun ilgili olarak “Kerimoğlu kızı” olarak belge bulunduğu iddiası da bilinmektedir… Oysa Cerit Kızı Asiye Hatun, Kerimoğlu Hacı Osman Bey’in kızıdır.
Çukurovalı Kara Fatma, gazilik madalyası ile birlikte Çukurova’ya geldi. Ömrünün son yıllarını Beylik köyünde geçirdi. Namık Kemal, onun hayatı ve mücadelesini, Kırım harbine katılması ve yiğitliğinden etkilenerek “Vatan yahut Silistre” piyesini yazdı. Hacı Osman Kızı Asiye Hatun namı diğer Kara Fatma veya köylülerin dilinde Gara Hatun Beylik köyündeki konağında öldü. Onu böğürtlen dikenlerinin, karaçalıların bol bulunduğu yol kıyısındaki bir mezara koydular. Murt çalıları, kepir taşları ile süslenen mezarındaki hece taşına ismi yazılmadı. Türk ve dünya tarihinin bu efsanevi kadın kahramanının mezarı kayboldu. Ama onu hatırlayan Andırın köylüleri yaptıklarını dilden dile anlattılar…
Bu Kadın kahramanımıza rahmet diliyor, hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz. Ruhu şad olsun!..
Ali Alper ÇETİN
Araştırmacı
- Çukurova Lobisi Dergisi Ocak 2012, sayı:31’den faydalanılmıştır