Cumhuriyet’in100. Yılından gün almaya başladık. Ama kutlamalarda ne bir heyecan ne de bir farkındalık görülüyor. İstanbul, Ankara gibi bazı Büyükşehir belediyelerinin kutlamaları dışında 29 Ekim sönük geçti. Milli bayramlarımız artık görünür olmaktan çıktı. Bu, bir bilinçli tercih gibi. Bazı düşünce insanlarına göre siyasi irade, adeta Türk Milliyetçiliğini, Ulus-devleti ve hatta cumhuriyetin işlevini kendi kurgulayacağı geleceğe hasım olarak görüyor. Nitekim, kimi zaman aleni şekilde itiraf edilmese de, bulunduğu yeri siyasi iradeye mutlak sadakate borçlu olan kimi bürokratların açıklamalarından bu kaygıyı daha berrak biçimde hissediyoruz.
Milli bayramlara duyarsızlık neden? Çünkü, bu bayramlar modern ulus-devletler açısından büyük bir önem taşıyor. Bu önem de milli bilinci inşa edenin seküler ritüeller olmasından kaynaklanıyor. Milli bayramlar toplumun bilinçlenmesinde ve dayanışmanın sağlamasında etkin rol oynar. “Millet” formunda bir toplum yapısına karşı iseniz, milli bayramlara da karşı olursunuz. Mesela toplum karşıtı bir liberal milli bayramlara karşıdır, çünkü bayramlar kolektivist bir bilinç ve kimlik verir. Dini esas alan ümmetçiler de “Millet”e karşıdır çünkü onlar için asıl olan Müslümanlıktır, Türklük değil. Andımız gibi Türk kimliğini günlük olarak yeniden üreten ritüellerin büyük bir heyecanla uygulamadan kaldırılmasının sebebi de budur.
100. Yılına girerken Cumhuriyeti seven, saygı duyan sahiplenen ve yüceltmek için uğraşanların her alanda iktidar olmaması, atıl kalması bu sönüklüğün başlıca nedenidir. Oysa Cumhuriyetin 75. Yılı ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. Yılının nasıl bir coşku ile kutlandığı hala hatırlardadır. Nice ansiklopediler, kitaplar, bu yıla özel logolarla çıktı. Yüzlerce birbirinden değerli farklı büyüklükte sempozyumlar, kongreler, paneller, konferanslar düzenlendi. Konserler, tiyatrolar sahne gördü. Sürekli gündemde yer alan ve toplumun da bölünmesinde önemli bir etken olarak görülebilecek olan Osmanlı-Cumhuriyet karşıtlığı bu etkinlikler sayesinde o yıllarda büyük ölçüde aşıldı. Özellikle Osmanlı ile barışmada ciddi bir ilerleme sağlanırken, maalesef Cumhuriyetle barışma ideolojik saplantıları kolay kolay aşamadı ve bugüne kadar süren varlığını korudu. En önemli beslenme kaynakları Cumhuriyet ve Atatürk’e düşmanlık olan bazı grupların Cumhuriyetle barışması mümkün değildi, çünkü en önemli beslenme kaynakları Cumhuriyet ve Atatürk’e olan düşmanlıktı. Onlar, ancak bu düşmanlıklarla ve kinle kendi varlıklarını koruyabiliyorlardı. Kimliklerinin olmazsa olmazı idi. Aynı şekilde Ermeni soykırımı iddiasının Ermeni kimliğinin inşasında oynadığı kurucu işlev gibi muhafazakâr İslamcı aydınlarda ve kitleler de Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı aynı işlevi görmektedir.
Türk Milliyetçilerinin tarih telakkisi ne sağın ne de solun dışlayıcılıktan ve düşmanlıktan beslenen tarih yaklaşımları ile örtüşür. İncelendiğinde modern bir toplumda olması gerektiği gibi tarihi sürekliliğin milli tarihin temelini teşkil ettiği görülür. Bu milli bilinci inşa edici telakki de aynen şudur: Osmanlı da Cumhuriyet de bizimdir.
Türk milliyetçilerine yüzyılın başında olduğu gibi bugün de büyük bir vazife düşüyor. Cumhuriyet, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi gibi varoluş kavgası sonucunda ilan edildi. Cumhuriyet ilan edilince her şey güllük gülistanlık olmadı. Atatürk’ün vefatı ile hem Türk kimliği hem de siyasi ve kültürel hayat kuruluş ilkelerinden sapan bir çizgiye kaydı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin modern bir ulus-devlet olarak kuruluşuna iki ana toplumsal ve ideolojik alandan saldırı geldi. Birincisi etnik ikincisi de dini karakterli saldırı. Birincisi Kürt etnisitesi üzerinden bir dizi ayaklanma ve en son da PKK terör örgütü ile başlayan ve halen devam saldırı. İkincisi de İslamî görünümlü tarikat, cemaat merkezli siyasal İslamcı saldırı. İkisi de bugün Türk devleti ve kimliğine karşıtlıkta mutabakat sağlamıştır. Millet olma sürecinde bu iki toplumsal ve siyasi “muhalefet” olumsuz etkide bulunmuştur. Bugün halen darbelerle, terörle, tarikatçı yapılarla, ekonomik krizlerle boğuşmamızın arka planında oturmamış bir sosyo-politik ve kültürel sistem vardır. Toplumsal ve ekonomik dönüşümler Türkiye Cumhuriyeti’ne radikal saldırılar olarak tezahür ederken toplum ahlaki ilke, değer ve normlarıyla ciddi bir çöküş yaşamakta.
Cumhuriyetimizin 100. Yılına girerken umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Varlık yokluk mücadelesinde, nasıl büyük bir diriliş ve yeniden inşa ile var olunurken, bugün dünden daha kötü değiliz. Evet, düşmanlar aynı, güçlü, ama özelde Türk milliyetçileri ve genelde Türk kimliğinin mensupları çok daha güçlü. Eskiye nazaran çok daha donanımlı bir entelektüel kadroya sahibiz. Toplumu, devleti ve kültür hayatını yeniden başlangıç ilkeleri doğrultusunda yapılandırabiliriz. Bütün sapmaları yeniden ana yoluna sokacak bir atılım gerçekleştirebiliriz.
Bu yüzyılı dolu dolu yaşamak için de devletten umudumuz olmasa da bütün sivil toplum örgütleri topluma da dahil olacak şekilde en güzel ve olması gerektiği biçimde kutlamalar gerçekleştirebiliriz.
Sayıları binleri bulan Türk milliyetçisi aydınlar kendi disiplinleri içerisinde ve çalışma sahasında Cumhuriyete adanmış kitap yayımlamak büyük atılımın ilk adımı olacaktır. Musiki sanatçılarımız bir türkü, şarkı, konser ortaya koyarken mimarlarımız özgün bir yapıt yaratabilirler. Sanatçılarımız bir roman, hikâye kitabı ile katkı sunarken tarihçilerimiz bugüne dokunan tarih eserleri ile katkı sunabilir. Siyaset bilimci, sosyolog, eğitimci, felsefeci, dilci, edebiyat tarihçileri, eleştirmenlerimiz mutlaka bir kitap ile katkı sunmalıdır. On binlerce Türk milliyetçisi aydının içinden edilgen, korkak, bir yerlere bağlı olanları çıkarsak dahi, en az bin akademisyen, sanatçı, yazarımız ile bin eser Cumhuriyete armağan edilebilir.
Bu bin eserin, Atatürk, Cumhuriyet, Türk kimliği ve milliyetçiliğe yapacağı vurgu çok önemli ve yararlı olacaktır. Bu eserlerle, hem Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan saldırıların önünde artık yıkılmaz bir set oluşturulabilir hem de yeni yüzyılın, Türk yüzyılının başarılacağı Cumhuriyet biçim ve işlev olarak yeniden tasarlanabilir.