Cumhuriyetimizin Yüzüncü Yılı

Tam boy görmek için tıklayın.

Ancak Cumhuriyet bize fırsat eşitliği sağlamıştı. Köyün karnımızı doyurmayacağını gördükçe okumaktan başka çaremizin olmadığını fark ediyorduk. Var gücümüzle çabaladık. Kendi köyümde dört yıllık fakülteye ilk ben gitmiştim. Sonrasında arkası adeta bir sel gibi geldi. Devletin okullarında okuduk, devletin yurtlarında kaldık. Sonra Devletin verdiği imkânla Cumhuriyet savcısı olduk. Yargının çeşitli kademelerinde görev aldık. Şuanda da her yargı mensubunun adeta mesleki anlamda kariyer hedefi olan Yargıtay’da görev yapıyoruz.

Görev yaptığım mevkiye ulaşmamda yüzde otuzu kendi çabam ise kalanı Cumhuriyetin sunduğu imkân ve fırsat eşitliğidir.

*****

Necip TOPUZ

Bu yıl Cumhuriyetimizin ilanının yüzüncü yılını idrak ediyoruz. Dileğimiz nice yüzyıllar boyu Cumhuriyetimizin payidar olmasıdır.

Dünyamız özellikle de ülkemiz jeopilitiği etrafında büyük buhranlardan geçiyor. Ukrayna Rusya Savaşı, Can Azerbaycan’ın Ermenistan’la girdiği ve büyük bir zaferle sonuçlandırdığı Kafkaslardaki savaş, Irak, Suriye’deki sorunlar ve nihayet İsrail Filistin savaşı. Aziz Vatanımız adeta bir ateş çemberinin ortasında. Bu ateş çemberinden evrensel ve insani değerleri göz ardı etmeden ve zarar görmeden akılcı bir şekilde çıkmak lazım.

Cumhuriyetin tamamını görmüş nesille birlikte yaşayan son kuşak biziz sanırım. Zira büyükbabam rahmetli Seferberlik şehidinin yetimi idi ve 1900’lü yılların başında doğmuştu. Babam rahmetli ise Atatürk Türkiye’sine doğmuştu. Bizler ise yüz yıllık Cumhuriyetin az çok elli yılına aklımız erer.

Yüz yıl önce Cumhuriyeti kuranların nasıl sağlam bir temel attığını her geçen gün, her yeni ulaştığımız bilgiyle daha çok görüyor ve hayranlığımız daha da artıyor.

Konargöçerlikten yerleşik hayata geçen son büyük Türkmen topluluğuna mensup biri olarak Tahtalı ve Binboğa Dağlarının 1500 ilâ 2000 rakımlı kuş uçmaz kervan geçmez köylerinden yetiştik. Köklü ailelerin çocukları olmakla övünüyor ama sonuç itibarıyla bir sürünün peşinde -şairin dediği gibi kuzular bize yılların geçtiğini söylüyordu- yaşayıp gidiyorduk. Medeniyet ise uzakta gökten bir zembille asılı gibi duran Erciyes dağının eteğindeki Kayseri’de idi.

Bizim o medeniyete ulaşmamız ise bir mucize kadar uzaktı. Küçük köyümüzdeki dünyamızda yaşayıp gidiyorduk.

Büyükbabam rahmetlinin annesine genç Cumhuriyet vefa gösterip Sarıkamış şehidinin eşi olması hasebiyle maaş bağlamıştı. Sanırım devletle ilk tanışıklığımız o olsa gerek. Çocukluğumda binlerce yıldır süregelen geleneksel tarım yöntemleri kullanılıyor, kara sabanla çift sürülüyor, ekinler orakla-tırpanla biçiliyor, hayvancılık yapılıyordu. Köylünün para ile işi olmazdı. İşi olacak olsa da parası olmazdı.

Sonraları yakınımızdaki nahiyeye (Pazarören) genç Cumhuriyet olağanüstü fedakârlıklarla ilk köy enstitülerinden birini kurdu. Ve o eğitim kurumuna ayağı çarıklı köy çocukları birer birer gittiler. Aldıkları eğitimle gelip bizlere medeniyetin ne güzel bir şey olduğunu ve aslında o göğe zembille asılı Erciyes dağının eteğindeki şehre ulaşmanın pek de zor olmadığını anlatmaya başladılar.

Cumhuriyetin içine doğan Babacığım da köyde karın tokluğuna çalışmanın faydasızlığını görüyordu. Önce bir ilçeye sonra da Kayseri’ye gittik. Gidip de bir gecekondu kiralamış, yaz önü koşa koşa yine köye dönüyorduk.

Ancak Cumhuriyet bize fırsat eşitliği sağlamıştı. Köyün karnımızı doyurmayacağını gördükçe okumaktan başka çaremizin olmadığını fark ediyorduk. Var gücümüzle çabaladık. Kendi köyümde dört yıllık fakülteye ilk ben gitmiştim. Sonrasında arkası adeta bir sel gibi geldi. Devletin okullarında okuduk, devletin yurtlarında kaldık. Sonra Devletin verdiği imkânla Cumhuriyet savcısı olduk. Yargının çeşitli kademelerinde görev aldık. Şuanda da her yargı mensubunun adeta mesleki anlamda kariyer hedefi olan Yargıtay’da görev yapıyoruz.

Görev yaptığım mevkiye ulaşmamda yüzde otuzu kendi çabam ise kalanı Cumhuriyetin sunduğu imkân ve fırsat eşitliğidir.

Bir imparatorluk bakiyesinden kalan, savaştan yeni çıkmış genç bir Devletin başardıklarını anlamak için sadece savaşın ne demek olduğunu anlamak yeterlidir.

Başka bir yazının konusu olacak Azerbaycan’ın işgalden yeni kurtarılan Dağlık Karabağ bölgesini geçen hafta ziyaret etme imkânım oldu. Azerbaycan Milli Marşının ve Çırpınırdı Karadeniz şarkısının bestekârı Üzeyir Hacıbeyli’nin memleketi Harı Bülbül diyarı güzeller güzeli Şuşa’da kaldık. Her adımda savaşın ne kadar ağır sonuçları olduğunu müşahede ettik. Sadece şunu söylemekle yetineyim. İşgal sırasında altmış binden fazla nüfusu olduğu belirtilen Fuzuli şehrinden geçerken maalesef şehir diyecek hiçbir şeyin kalmadığını adeta atom bombası atılmış gibi olduğunu gördük.

Büyük bir yıkıntının içindeki başkenti(İstanbul) işgal edilmiş İç Anadolu’da üç beş şehir dışındaki her yerin işgal edildiği bir Vatanı kurtarıp eli ayağı düzgün bir yönetim sistemi getirmek bir mucizenin başarılmasıdır. Ve bizler de o başarının eserleriyiz.

Bu vesile ile Cumhuriyeti bize emanet eden başta -rahmetli Ganire Paşayeva’nı deyimiyle- Büyük Gazi ile silah ve çalışma arkadaşlarını rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Ruhları şad olsun.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen