Turgut GÜLER
Eski evlerde sürmeli kilitli kapılar vardı. Bugün yerini, bilmem kaç yerinden emniyet kancası geçmeli çelik kapılara bıraktı. Teknolojinin ilerlemesi, kapı sektörüne de çağ atlatıyor. Nedense, insanlar kötü niyetli hemcinslerinden korunmak için “sağlam kapı” arayışına giriyorlar. Hâlbuki kalb sağlamlığı temin edilmedikçe; hırsıza, soyguncuya geçit vermeyecek mükemmel kapıyı yapma, buna ulaşma imkânı muhâl. Çünkü çürük kalbin gücü, her zaman çelik kapıları eritecek harârete sâhip.
“Mânevî değerleri korumak” başlığı atılır atılmaz mangalda kül bırakmayanlar, ortada korunacak mânevî değer olup olmadığına bakmıyorlar bile. Nicedir, nâ-mevcûd mâneviyâtımıza önce don, sonra da ahkâm biçiyoruz. Bütün ahvâlimize musallat olmuş sünepelik, cesâretini bu mânevî değer korazyonundan alıyor. Don Kişot misâli, hayâlî muhâtaplara kılıç sallıyoruz.
Bir hayli zaman önce, Sinop’un Gerze kazâ merkezinde çekilmiş bir televizyon programı yayınlanmıştı. Gerze’deki hapishânenin kapısı, kullanılmadığından paslanmış, personeli de işsiz-güçsüz oturmaktan bıktıkları için vazîfeden ayrılmışlar. Çünkü hapishâneye konacak suçlu çıkmamış. Yine o programda verilen bilgilere göre, Gerze çarşısındaki dükkânlar, akşam kapanma vakti geldiğinde sokak veya caddeye koydukları, teşhîrdeki eşyâ ve malları içeriye almıyorlar, kapılarını da kapatmıyorlar, tabiî ki, kilitlemiyorlar. Bu, Gerzeliler için Güneş’in doğuşu, batışı kadar normâl bir hayat tarzı. Kasabada, şimdiye kadar hırsızlık vak’asına rastlanmamış. Darısı, bütün güzel diyarların başına.
Ne var ki, ikinci bir Gerze bulmak, neredeyse imkânsız. Hele orta ve büyük ölçekli şehirlerde, insanın insana ettiğini, inanın akrep etmiyor. Mal, mülk, eşyâ ve de can, ırz, nâmus muhâfazasına harcanan paralarla, Türkiye’deki mevcut fabrikalar ona katlanır. Fakat mes’ele ne tasarrufa, ne de en geniş mânâda iktisâdî hayâta âit endîşelerdir. Bir daha geri gelmeyecek şekilde kaybettiğimiz mânevî değerlerin yokluğu, bizi keskin bıçakların sırtına yatırmıştır.
Önceleri, cinâyet haberleri hem daha seyrek duyulur, hem de cânîlerin profilinde okuldan uzak şahsiyet kalıpları dolaşırdı. Şimdi, akademik hayâtın en üst basamaklarında, film sahnelerini hayrete düşürecek mertebede kıtal tedris ediliyor.
Türkçe’nin başına örülen çıfıt sepetleri, hâl-i pür-melâlimizin en mühim sebeplerindendir. Çünkü Türk’ün mâneviyâtını besleyen aort damarı, bu dil hareketi ile baypas edilmiştir. Verilen narkozun uyuşukluğu, millî bünyeyi felce uğratmıştır. Teşhîste gösterilecek savsaklık, hastanın kaybına yol açabilir…