Oğuz Han’ın çocuklarından birisinin adı Dağ idi. Diğerleri de Gün, Ay, Yıldız, Gök ve Deniz.
Günde de, gecede de, yerde de, gökte de biz vardık
Issık Göl’ün yakınından Aladağ’dan bir haber aşardı.
Göğsü kaba dağlar bizim de göğsümüzü kabartırdı. Dumanlı dağın kurdu da bizimdi. Atalarımız kurdun peşinden gider, kaybolduğunda da orada konaklarlarmış.
Ardı sıra varmak gerek,
Durduğunda durmak gerek,
Baktığında görmek gerek,
Mübarektir kurt yüzü hey!
Göğüslüce kara dağlarımız yaylaklı, kuytuluca dağlarımız kışlaklıydı. Gök sümbüllü dağlardı onlar. Karşı yatan kara dağın yükseği bizdendi. “Karlı kara dağlarımız yıkılmasın” diyen aminli avuçlarımız vardı.
Dağlarımız kışın bir başka, yazın bir başka güzeldi. “Şu dağlarda kar olurduk” bembeyaz. Bazen de asi bir rüzgâr olur eserdik. “Dağlar kış imiş” derlerdi türkü türkü.”
Duman duman olurdu karşıki dağlar. Bir “of” çeksek yıkılırdı bazen.
Yüzüğün üstünde taş olurdu onlar. Ali Akbaş Ağabey demişti ya;
“Bin yılda yoğurduk her mısraını,
Yüzüğe kaş ettik Ağrı Dağı’nı,
Dünyaya değişmem bir aksağını,
Gönlüme göredir bizim türküler.”
Yüce dağdan bir yol inerdi dolanı dolanı, gelir gönlümüze girerdi.
Dağ ardına sakladığımız sevdalar vardı. Elele halaya dururdu onlar. “Yörü bre Çiçek Dağı” diye boşuna mı söylerdik? O yürümeliydi ki bize de yol açılsın. Yoksa dağımızın dumanı gitmezdi.
“Dağları duman aldı,
Bülbülü figan aldı,
Azrail’e can vermezdim,
Bir canım var yâr aldı.” diye hayıflanır, iç çekerdik.
Yavuklumuzu “Yüce dağdan al al indirirlerdi.” Al bizimdi. Ala gözlümüzdü, al bayrağımızdı.
Atalarımızın arasında Kambar Ata da vardı.
Baba Kamtar Hz. Ali’nin hizmetçisi ve seyisi olarak bilinirdi. Dudar’ı yapan kişiydi ve musikicilerin koruyucusu ve pîriydi.
O yüzden “Kambar’sız düğün olmaz”dı.
Dağ, hayatla ölümün birleştiği yerdeydi. Güneş orada doğar ve orada ölürdü.
Dağlarımızın ruhu vardı. Dağ ruhunu şereflendirmek için taş yığını oluşturmak ve onlara “oba” adını vermek bizim görevimizdi.
Uğur da yol koruyucumuzun adı idi. “Uğurlar olsun” derdik, derlerdi gidenlerimizin ardından.
“Tutam yâr elinden tutam,
Çıkam dağlara dağlara” derken uğurlanırdık.
“Suyu kesilmeyen pınar dağının başında kar eksilmeyen”di.
Türk yaratılış mitinde insan sudan türemişti.
Can ağızdan veya burundan kuş şeklinde uçarak çıktığına inanır, cennete “uçmak” derdik.
İnsan doğunca da, ölünce de yıkardık. Gidenlerin ardından uğurlar olsun diye su dökerdik. Su, ab-ı hayattı. Mezara su dökmek başlangıcın ve sonun sınırını belirlemekti.
Su Baba ve Sucaaddin adıyla bilinen su koruyucularımız vardı.
Gelin, kocasının evine geldiği ilk gün diğer kızlarla beraber su getirmeye gider, suya metal para atarlardı.
Dünya gelimli gidimliydi.
Ama dünya ehli servet, şöhret ve kudretin peşindeydi. Birilerinin bunları ikaz etmesi gerekiyordu. O yüzden Aşık Murat Çobanoğlu şöyle söylemişti;
“Neyine güvenem yalan dünyanın,
Kerem’i yandırıp kül etmedi mi?
On bir ay bülbülü ettirdi feryat,
Gül için bülbülü lâl etmedi mi?”
İl Tutmuş, devlet idare etmiş kişiydi.
Gök kubbesi devletin, çadır da ailenin örtüsüydü. Birinin altında devlet, birinin altında aile kurulmuştu. Aile devletin çekirdeğiydi.
Bir Türkmen atasözünde “Devletliler devlet arar, devletsizler vatan arar” diyordu.
“Devletliler devlet arar,
Devletsizler vatan arar,
Vatan uğruna can arar,
Vermeyince almak olmaz.” dı.
Yer ve sular sahipsiz kalmasın diye Tanrı Türkleri görevlendirmiş, sonra da onları korumuştu.
“Yer ve sular sahipliydi bilirdim,
Al şafaktan gün batıya gelirdim,
Kubbe kubbe sevda olur kalırdım,
Yaprak yaprak güz döktüğüm yerdeyim.”
Dağlar bizimdi. Biz dağlarındık. Dağ türküleri yüreğimizi dağlardı. Dağlar yeryüzünün tuğlarıydı. O yüzden “Sarı Zeybek bu dağlara yaslanır”dı.
Hani Oğuz Han’ın altı çocuğu vardı, yazımızın başında belirtmiştik; Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz. Biz bu isimlere “han” ekledik. Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han deyip çocuklarımıza isim olarak verdik.
“Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz,
Nakış nakış Oğuz’dan iz,
Biz aslında hâlâ biziz,
Dünyaya gülüşüm ondan.”
Dağlar da bizimdi. Biz de dağlarındık. Dağ türküleri yüreğimizi dağlardı. Dağlar yeryüzünün tuğlarıydı. O yüzden “Sarı Zeybek bu dağlara yaslanır”dı.