15 Temmuz gecesinde, ilk dakikalarda anlam vermekte ve idrak etmekte zorlandığımız bir hadise ile karşı karşıya kaldık. İstanbul’da boğaz köprüsünün önüne yığılan asker görüntüsü, insanların ekseriyetinin ve elbette en azından 12 Eylül Darbesi’ni görmüşlerin zihninde bir ‘acaba’ sualinin ortaya çıkmasına neden oldu. Daha sonra tankların sokaklara inmesi, peşinden bombalamalar ve çatışma haberlerinin gelmesi ile birlikte ‘acaba’lar, bir ‘hakikat’ haline geldi. Bu saatten sonra, geçmiş darbeci ve cuntacı askerlerin sokaklarda gövde gösterisi yaptıkları günleri hatırlayanlar az çok olabilecekler üzerine benzer yorumları yapmaya başladılar.
Ancak bu darbe girişiminin ortaya çıkardığı iklim, geçmişteki benzerlerine kıyasla elbette bambaşka idi. Özellikle medyanın yayınını aksatmadan anı anına bu gelişmeleri kamuoyuna servis etmesi, zaten çok kuvvetli bir medya desteği olan hükümetin bu organları çok iyi kullanması; başbakanın, bakanların ve televizyonlarda pek rastlamadığımız türden iletişim yöntemi kullanarak telefon vasıtalı görüntülü konuşma yolu ile televizyonlara bağlanan cumhurbaşkanının taviz vermez tavırları ile hadise başka bir boyuta taşındı.
TRT’nin darbeci askerler tarafından ele geçirilmesi, hatta darbe bildirisinin okutulması, Genelkurmay Başkanı’nın rehin alınması, sokakların tutulması, tanklarla aşağılıkça insanların üzerinden geçilmesi, meclisin bombalanması vs.; ‘bu iş bitti’ nevinden bir karamsarlığı tetiklemedi.. Özellikle sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkı şehir meydanlarına davet etmesiyle beraber arabalarına atlayan, bayraklarını alan herkes şehir meydanlarına akın etmeye başladı.
Bizim de meydanlara inerek gözlem yapmaya fırsat bulduğumuz bu mahşeri kalabalıklar içerisinde yine bizim de dahil olduğumuz birçok faklı dünya görüşü, siyasi parti sempatizanı, yaşlısından gencine heterojen bir kitle söz konusuydu. Erzurum özelinde bahsetmek gerekirse, ki tüm Türkiye’de benzer görüntüler hakimdi, meydanlara toplanan halk bu iptidai, çağ dışı darbe harekatına karşı tavizsiz bir tavır sergiledi. Polisevi’nin hemen önünde toplanan kalabalık darbe girişimine karşı çeşitli sloganlar ve çağrılar ile karşı durdu. Burada tekrar ifade etmek gerekirse, sembollerden yola çıkarak birçok siyasi görüşe mensup insanın orada ‘bir’ olduğunu söylemek icap eder. Bozkurt yapanından Rabiacısına değin farklı fotoğraf kareleri ile karşı karşıya idik.
Bu tabii, çok önemli bir sosyolojik durumu tasvir ediyor. İnsanlar demokrasi dışında hiçbir muhalefet yoluna izin vermeyecekleri yönünde çok kararlı bir duruş sergilediler. Özellikle neredeyse bütün parti liderlerinin de bu darbe girişimine karşı ortak tavır içerisinde hareket etmesi, aynı minvalde beyanatlarda bulunmaları bu arzunun bir sağlaması niteliğinde idi.
Ancak, halk iradesi ile halkın yahut kalabalıkların aklı arasında ciddi farklar olduğu, yaşanan birkaç benimseyemeyeceğimiz ve yakışı kalmaz hadise ile realiteler arasındaki yerini aldı. Tek inisiyatifi kendine verilen emri uygulamak olan erlerin (daha sonra anlaşıldı ki bu eyleme erleri bir tatbikat adı altında sürüklemişler) büyük bir cahillik ve hınç ile linç edilmeye çalışılması ve özellikle teslim olanlara yönelik aşağılayıcı tavırlar; kemerle dövmeler, yerde tekme savurmalar, bu darbe teşebbüsünün en önemli önleyici aktörünün halk olmasına rağmen, yine bu kitlelerin kontrolünün ne kadar zor olduğu ve kitlenin belli bir aşamadan sonra güvence olmaktan öte tehdit haline geldiğinin ve bu durumlarda kesinlikle bir üst akla ve olgunluğa gerek duyulduğunun göstergesi.
Şimdi hükümetin ve özellikle, altını çize çize ifade etmekte beis yok, iktidarı destekleyenlerin o kalabalıkların içerisindeki fotoğraf karelerini iyi analiz etmeleri gerekiyor. Salt oy oranına güvenip, milleti oluşturan diğer seçmenleri dışlayarak, bir darbe girişimini bertaraf etme becerisini sırf hükümete oy veren seçmenin başarısı olarak kabul ederek, diğer seçmenleri ve muhalefet edenleri ötekileştirerek, kibrin ve hamasetin dehlizlerinde dolaşarak kahramanlık nidaları atmak, daha kötü durumlara davetiye çıkarmaktan başka bir şey olmaz. Bu saatten sonra, zirveye çıkan öteki algısı, yerini birlik ruhuna bırakmalıdır. Güç sarhoşluğu içerisindeki özellikle hükümete oy vermiş seçmenlerin daha itidalli ve aklıselim içerisinde hareket etmesi gerekir. Biraz olsun, öteki dedikleri seçmenin bu darbe girişimine destek vermiş olması ihtimalini göz önüne getirerek hem o seçmenlere demokrasi hassasiyetleri için saygı ve minnet ile yaklaşmalı hem de bundan sonra demokrasi ve adaletten zerre kadar taviz verilmemesi için mücadele etmeliler.
Hadisenin bir diğer boyutu olan cemaatler ve tarikatler bölümüne de kısaca değinmekte faide var. Devletin tüm organlarında kilit noktaları işgal eden bu cemaat artıklarının vakit zamanında tasfiye edil(e)memesinin sonuçları işte bugün yüzlerce ölü ve yaralı olarak karşımıza çıkmış bulunmakta. Artık hükümetin; adı, sanı, silsilesi, kaynağı ne olursa olsun tüm cemaat ve tarikatlere göz açtırmaması gerekir. Eğer milli irade söylemi içi boş bir kavramı ifade etmiyorsa, işte o iradeyi iki şeyh, iki hocanın eline bırakmamak elzemdir. Demokrasi, düşünen ve karar verme istidadı olan bireyleri talep eder. Şeyh mürid ilişkisinde ise bunun tam aksi bir durumun olduğunu görmemek için akıl melekelerinden yoksun olmak gerek.
Tekrar etmek gerekirse, şimdi yapılması gereken halk iradesine sahip çıkmak, saygı duymak ve tüm seçmenleri ama tüm seçmenleri Türk milletinin birer ferdi, bu darbe girişiminin gerçekleşmemesinde yegâne aktör olarak kabul edip ona göre hareket etmek. Yeni Türkiye, yeni milli irade gibi kavramlar üretmek yerine sağlıklı bir Türkiye hasreti ile hareket etmek bizi daha güzel ve ferah günlere taşıyacaktır. Bundan kimsenin şüphesi yoktur.