Davayı Anlamlandırmak

Dava kelimesine TDK sözlüğünde 4 farklı anlam yüklenmiş:

  1. İsim, hukuk Korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma.
  2. İsim Sav:
  3. İsim, mecaz Sorun:
  4. İsim, mecaz Ülkü:
  5. İsim, argo Sevgili.

Türkçeye sevdalıyım. Dilci olmasam da dil üzerine kafa yorarım. Buna rağmen bana “Hiçbir kaynağa bakmadan dava kelimesinin beş farklı anlamını yaz. Yirmi dört saat de süre…” deselerdi TDK Sözlüğündeki beş anlamı yazabilir miydim? Sanmıyorum. Sevdayı, sevgiliyi düşünecek yaşı geçirdiğimden midir, “ülkü” anlamındaki dava peşinden sürüklendiğim yılların, sevgi ve sevgili kavramlarını “davaya ihanet” olarak algılayan bilinçaltı oluşturmasından mıdır bilmem ama dava kelimesinin argo anlamı hiç aklıma gelmezdi. Sav ve ülkü anlamı arasındaki ince çizginin ayırdına varabilir miydim? Bilmiyorum. Sorun anlamındaki “dava”yı da pek kullandığımı hatırlamıyorum. Sonuçta dava deyince bu kelimeye öncelikle iki anlam yüklerim: Ülkü ve yargı organında takip edilen dosya… Belki Kafka’yı sevdiğim için Kafka’nın meşhur romanı Dava’yı ilave edebilirim başka bir şık olarak…

TDK Sözlüğünün dava kelimesine hukuki kullanımını tanımlaması da sorunlu. “Korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma.” diye tanımlamış dil bilginlerimiz. Bu tanımda yalnızca dava açanlar kastediliyor. Dava açabildiğiniz gibi hakkınızda dava da açılabilir. Sözlükteki tanım, hakkımızda açılan davayı açıklamaktan çok uzak.

Sokak röportajları belki biraz yanlıdır ama televizyonlardaki resmî, soğuk hatta don röportajlara göre daha gerçekçidir, daha sıcaktır. Soru sormaktan da korkmaz, alacağı cevaptan da çekinmez… Oysa televizyon muhabiri sorduğu her soruyu “Kanalımızın yayın politikasına uygun mu? Patronun çıkarlarıyla çelişir mi?” gibi süzgeçlerden geçirdikten sonra sorar. Yaklaşımı içten olmadığı için alacağı cevaplar da içten değildir. Soruyu cevaplayan da “Vereceğim cevaplar kanalın yayın politikasına uygun olmazsa yayınlanır mı?” süzgecinden geçirerek cevaplandırır. Geçtiğimiz yıllarda, farklı siyasi çizgideki iki kanala röportaj veren bir esnafın, televizyonların siyasi çizgilerini gözeterek farklı cevaplar verdiğini görmüştük… Ama sokak röportajında iki taraf da Doğrucu Davut’tur. Bir sokak röportajcısı halka “dava” kelimesinden ne anladıklarını sorması için görevlendirilse muhtemelen verilen cevaplar içinde birinci sırayı “Davamız ekmek davası.” anlamındaki cümleler alırdı. Gerçekten halkın gerçek davası “ekmek davası” yani hayat mücadelesi… Benim anlamlandırmalarım arasında yer almıyor ama insanımızın davaya yüklediği temel anlam: Sorun… Ekmek davası veya başka bir adlandırma ile Ekmek Kavgası edebiyatımızın ilgi sahası içinde yer alır. Mesela Orhan Kemal’in Ekmek Kavgası isimli hikâyesi ekmek davasını konu alan önemli bir hikâyedir. Sennur Sezer de hikâyelerini “Ekmek Kavgası” ismi ile kitaplaştıran başka bir yazardır.

Ekmek davası, ekmek kavgası şiirlere de konu olmuştur…

Hayatı pahasına ekmek davasını “dava” bellemiş kömür işçilerini ne güzel anlatır Turgut Uyar:

Yüz karası değil, kömür karası

Böyle kazanılır ekmek parası

Ekmek davası öyle bir şeydir ki Kemal Tahir’e Mickey Spillane imzasıyla Mayk Hammer romanları yazdırır. Hikâye ilginçtir: Kemal Tahir Amerikalı yazar Mickey Spillane imzasını taşıyan ilk Mayk Hammer romanını çevirince kitap satış rekorları kırar. Ardından Mickey Spillane’nin kaleme aldığı beş Mayk Hammer kitabını daha çevirir. Onlar da büyük ilgi görür. Ama halkın talebi devam etmektedir. Yayınevinin teklifi ile serinin tercümanı Kemal Tahir ekmek davası uğruna kahramanları Mayk Hammer ve güzel sekreteri Velda olan dört yeni roman yazar. Bu romanlar gerçek Mayk Hammer romanlarından daha çok satış yapar.

Yine usta romancımız Peyami Safa da ekmek davası için Server Bedii imzasıyla roman makinesi gibi piyasa romanları üretir. Cingöz Recai ismiyle bir polisiye roman kahramanı yaratır.

Önemli çevirmenlerimizden Nihal Yeğinobalı 1940’lı yıllarda henüz yirmi yaşında “Genç Kızlar” isimli bir roman yazar. Roman erotik unsurlar da içermektedir. Bir genç kızın “Bu kitabı ben yazdım.” demesinin tepkiyle karşılanacağını üstelik hiçbir yayınevinin yayımlamayacağını düşünen Yeğinobalı, ekmek parası için kitabı Vincent Ewing isimli ABD’li bir erkek yazardan çevirdiğini söyler. Ve kitap basılır. 2003 yılına kadar kitap Vincent Ewing imzasıyla onlarca baskı yapar. Hatta beyaz perdeye de aktarılır. Genç Kızlar’ın başrollerinde Hülya Koçyiğit ve Ediz Hun’un oynarlar. Kitap ilk kez 2003 yılında Nihal Yeğinobalı imzasıyla yayımlanır.

Ama davanın anlamca en bilineni bizleri mahkeme kapılarında süründüren davadır. Adalet Bakanlığı en son 2021 yılı adalet istatistiklerini yayımladı. Buna göre 2021 yılında Cumhuriyet Savcıları tarafından toplam 10.903.331 kişi hakkında soruşturmaya başlanmış. Ayrıca şikâyetçi ve müdahilleri de dikkate alındığında ceza mahkemelerinde davası olanların sayısının yirmi milyonun çok üzerinde olduğu ortaya çıkar. Hukuk davaları ile idari davaların sayısı da ürkütücüdür: Adalet Bakanlığı istatistikleri 2021 sonu itibariyle hukuk mahkemelerinde görülen dava sayısının 4.331.658 İdare Mahkemelerinde takip edilen dosya sayısının 975.576 olduğunu açıklıyor. Hukuk davalarının bir özelliği de çok taraflı davalar olmalarıdır. Hatta mülkiyete ilişkin davalarda taraf sayısı 300-400 gibi uçuk rakamlara ulaşmaktadır. Tüm bu rakamlara baktığımızda ülkemizde yetişkin nüfusunun tamamına yakını davaların tarafıdır… Anlaşılan o ki “Benim davam var.” diyenler arasında “ekmek davası” peşinde olanlarla mahkeme kapılarında dava takip edenler yarışmaktadır. Anlaşılan o ki ekmek davası peşinden koşanların küçümsenmeyecek bir bölümü, mahkeme salonlarında davalarını takip etmektedirler.

Metin Eloğlu:

Adalet, müsavat, hürriyet demeye

Sadece yürek ister.

derken ne kadar haklıdır.

Davaların sayısının çok olmasından daha büyük bir problem vardır. Davaların uzun sürmesi… “Adalet Mülkün Temelidir” sözünü mahkeme salonlarına asan ülkemizde, ne acıdır ki hukuk çok yavaş işliyor. Adalet gecikiyor. Davalar sonuçlandığı zaman da vicdanlar yeterince tatmin olmuyor. Mülkün temeli su alıyor.

Abdurrahim Karakoç Hâkim Beğ şiirinde bu durumu çok güzel anlatır.

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git;

Bini buldu burda yediğim zılgıt.

Eğer diyeceksen: ‘bana ne, öl git!’

Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.

Hayatını “dava” bildiği görüşler için harcamış insanın aklına dava deyince yalnızca ideolojileri ve ideolojileri için yaptıkları mücadeleler gelir.

Nazım Hikmet şu mısralarda davaya adanmış hayatları anlatır:

“seninle biz

          birbirimizi

ve insanların en büyük dâvasını sevebildik

                – dövüştük onun uğruna-,

‘yaşadık’

                Diyebiliriz”

Atsız da Yolların Sonu’nda gerçek dava adamlarını bekleyen kaderi dillendirir:

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;

Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına.

Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin

Değişilir topu da bir sokak kaltağına.

Necip Fazıl da Utansın şiirinde davada sürekliliğin ve kararlılığım önemine dikkat çeker:

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Özellikle gençliğini 1969-1980 arasında yaşayanlar için dava yaşama amacıydı… Emine Işınsu’nun TUTSAK isimli romanındaki bir cümle o gençler için davanın anlamını çok güzel özetler: “Hakkım yoktu ki âşık olmaya. Kafamı, yüreğimi, bütün benliğimi davaya adamam lazım geldiği öğretildi bana… Tek aşk bildim, öğrendim… Başkasına hiç kaymadım, iyi yaptım. Zaten vaktim yoktu ki…” O kuşağın trajedisi belki de bu cümlelerde gizli. Bazıları kurşunlara hedef oldu, bazıları darağacına yürüdü, bazıları demir parmaklıklar arasında yıllarını geçirdi, bazıları dışarda korkuyla yaşadı veya kendi dava adamlığını sorguladı. Ama hiçbirisi aşkı da gençliğini de yaşayamadı…

O kuşak, idealist bir kuşaktı, sağcısıyla solcusuyla… Kuru ekmeği de ceplerindeki harçlığın son kuruşunu da birbirleriyle paylaşırdı. Rahmetli Alparslan Gümüş “Vatanım, ha ekmeğini yemişim ha uğruna kurşun” mısraıyla sanki kuşağının tüm mensuplarının düşüncelerine tercüman olmuştu… Hiçbiri arkadaşlarını korumak için kurşunlara karşı vücudunu siper etmekten çekinmezdi… Ama yıllar, hele 1980 sonrasının “apolitik, benmerkezci” yılları, hepsinden çok şeyler götürdü… Dün arkadaşları için vücudunu siper edenler, üç beş kuruşluk çıkarlar için arkadaşlarını sattılar… Dönekler, sağda da solda da itibar gördü… Davalar sulandırıldı… Ne antiemperyalizmden eser kaldı, ne milliyetçilikten… Yabancılara vatan toprakları satılırken, bankalar tek tek elden çıkarılırken; Türk Telekom gibi, Tüpraş gibi nesillerin alın teri ile kurulmuş milli değerler peşkeş çekilirken, İkiz Yasalar, Tahkim, Vakıflar vb. sonuçları malum yasalar çıkarılırken, AB komiserlerinin talepleri emir telakki edip yerine getirilirken o dava adamlarından bazıları o yasaların lehinde el kaldırıyorlardı TBMM’de… Bazıları da medyada sahip oldukları köşelerden “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli ülkedir.” diye ahkâm kesiyor, emperyalizmin Türkiye temsilciliğine soyunuyorlardı… Kanla girdikleri sınavı kazanan dava adamlarının küçümsenemeyecek bir bölümü parayla, makamla girdikleri kavgayı kaybetmişti.

Ve gençliklerinde “Dava”yı yaşamanın gayesi olarak gören insanların çoğu bugün: Ezgin, bezgin ve de şaşkın bir halde köşelerine çekilmiş kendi kendileriyle hesaplaşıyorlar.

Hırsızlar, zalimler, ahlaksızlar, yalancılar, çıkarcılar, korkaklar ve özü sözü bir olmayanların dava adamı geçindiği, Dersim katliamından dem vuran Atatürkçülerin, Fesli Deli Kadir’in tarih tezlerini (!) savunan milliyetçilerin; hırsızlığı, yolsuzluğu, haksızlığı alkışlayan İslamcıların, mertliğin kitabını yazan dava adamlarını kahpece katlettirenlerin “Dava Adamıyım” diye ortada gezindiği bir yerde, dosdoğru kalmaya çalışan eski dava adamlarına kırgın, küskün ve bezgin bir şekilde köşelerine çekilmekten başka bir seçenek kalıyor mu?

TDK Sözlüğünde “Dava”nın anlamlarından birisi belirtilmemiş. Yunus Emre “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için” derken davayı “benlik” ve de “iddia” anlamında kullanıyor… Ve galiba davanın en gerçekçi tanımını da Yunus yapıyor…

“Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için

Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.”

diyebilen gerçek dava adamlarına ne mutlu…

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen