Bu gidişat şöyle; kurumsal müesses yapısı itibari ile din göçüyor gibi görünüyor şu anda. Ve işin daha kötüsü dinin bizatihi kendisinin vaat ettiği iyiliklerin, güzelliklerin de artık bu yıkımla, bu çöküşle birlikte o değerlerinin de maalesef gömüleceği korkusu taşıyorum. Yani giderken siz kendi ürettiğiniz çirkinliğinizle gitmeyeceksiniz, dine refere etmenizden dolayı söyledikleriniz, dini de beraberinizde götüreceksiniz.
*****
Deizme Eğilim Artıyor[i]
“6 yaşında bir çocukla evlenilebilir.”
“Asansörde bir kadınla bir erkeğin yalnız kalması halvet ortamı oluşturur.”
“Yatak, yorgan cinsel dürtüleri gıdıklayan, rahatsız eden yapıda olmamalı.”
“Kocasından dayak yiyen kadınların sabaha kadar şükretmesi gerekir.”
“Kızlarını pantolonla üniversiteye yollayan babalar kızlarını cehennem ateşine atıyorlar.”
Pek çoğumuzu hayretlere düşüren, kızdıran bu açıklamalar nasıl yapılabiliyor, bunun kaynağı nedir? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle İslam’ın güncellenmeye mi ihtiyacı var? Güncellenmeden kasıt nedir? Bu tartışmalarla ilgili olarak, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Öztürk, düşüncelerini Elif Ilgaz’ın hazırlayıp sunduğu ‘Aklıma Takılan’ programında açıkladı.
*****
Bu açıklamalar nereden çıkıyor? Kadınları bu kadar dışlayan, aşağılayan ve içinde şiddet de barındıran bu açıklamalar neden ve nasıl yapılıyor?
Bu açıklamaları maalesef Orta Çağ’ın klasik fıkıh müktesebatının içerisinde bütün detaylarıyla mevcut olan açıklamalar yani bu açıklamaların sahibi olan insanların kendi başlarına, kendi zihinlerinde kurguladıkları izahlar değil bunlar. Öncelikle onun altını çizelim. Yani gelenekte, dini literatürde, referansları ve karşılıkları var.
Sorun dini literatürün veya bundan asırlar önce yazılmış İslam hukuku kitaplarının, fetva kitaplarının içerisindeki yorumların, kanaatlerin, görüşlerin, fetvaların tarih üstü metinler gibi algılanması. Daha da kritik olanı; bunların din olduğu zannedilip, bunlara dini değer yükleyerek bugüne taşınması. Dolayısıyla bu metinlerin okunma tarzında sıkıntı var. İslami düşünce de dinin kurucu metinlerinin genellikle tarih üstü olduğu kabul edilir yani Kuran’ın hükümlerinin, Hazreti Peygamber’in sözlerinin… Ama geldiğimiz evre onu gösteriyor ki sadece bu metinlerin değil, sözgelimi binli yıllarda, beş yüzlü yıllarda yazılmış İslam hukukuna, İslam fıkıhına dair kitapların içerisindeki içtihatların, o çağın ihtiyaçlarını karşılamak için üretilmiş fetvaların da tarih üstü normlar gibi algılandığı ve bugün olduğu gibi uygulandığı, dini bilgi gibi sunulduğu bir durumla karşı karşıyayız. Vahim olan budur.
Dolayısıyla burada evvel emirde bu İslami ilimler literatürüne dair okuma biçimimizin, anlama biçimimizin, açıklama biçimimizin yeniden baştan tepeden tırnağa gözden geçilmesi gerekiyor. Kimse bu adamların yaptığını sapkınlık falan diye suçlamasın. Bu biraz ucuz bir eleştiri olur. Bu insanlar bu fetvaları kendi ceplerinden çıkarmıyorlar. Bu fetvalar sizin bütün dini geleneğinizin içerisinde duruyor.
Bunların tek suçu orada duranı ifşa etmeleri. Şimdi feveranlar infial konusu oluyor. Oysa ki bu kitaplarla bir hesaplaşmak gerekir dediğimizde İslâmi geleneğe saldırı, dini geleneğe saygısızlık gibi telakki ediliyordu. Ama şimdi bu pislik düzeyinde ortaya çıktığında, artık bununla baş edilemeyince bu sefer ucuz bir yolla bu açıklamaları yapanları sapkın olmakla itham ediyorlar. Ama o metinler orada asırlardır duruyordu. Şimdi bunlar sadece dile getirmiş oldular. O zaman hem bunu dile getirenlerin dine bakış açısını, zihniyetini hem de okuma biçimimizi masaya yatırmamız gerekiyor.
Son zamanlarda giderek artan ama yıllardır devam eden bu açıklamalarla ilgili olarak sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan da tepkisini ifade etti ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde de bu açıklamaları yapanları eleştirerek “Anlamak mümkün değil. Yani bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar çok farklı bir dünyada, zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesi gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp bütün de uygulayamazsınız” dedi. Cumhurbaşkanının bu ifadesini ilk duyduğunuz da şaşırdınız mı, ne düşündünüz?
Ben ilk duyduğumda şaşırdım, hakikaten şaşırdım. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanının dini düşünce biçimine dair önceden bir kanaatim vardı. Fakat bu söylem biçimi benim için gerçekten sürpriz oldu. Yani siz İslam’ın 14 asır, 15 asır hükümlerini bugün ayni ile uygulayamazsınız ifadesi çok çarpıcı bir ifade. 14 asır, 15 asır öncesi hüküm demek Kuran’daki bazı hükümler demek. Çünkü tarihsel olarak oraya denk düşüyor. Sünnetteki hükümler de.
Bu şu demek bugün günümüzde tarihselcilik falan diye tartışılan son derece netameli, tehlikeli sayılan dini düşünce söylemine yakın bir düşünceyi dile getirmiş görünüyor. Ama muhtemelen benim gibi sayısız insan için, dindar camiada sürpriz oldu ki, cumhurbaşkanının sözünü birçokları tevil etmeye çalıştılar. Dediler ki “Yok o temel kurucu dini metinlerdeki hükümler değil, İslam âlimlerinin ürettikleri görüşler, içtihatlar onlar güncellenmelidir”, yani “Dini metinlere ilişkin yorumlar, metinler, bakış açıları güncellenmelidir” dediler. Ama nihayetinde sonuç aynı yere çıkıyor.
Hadise şu, Kuran-ı Kerim’de dönemin reel, olgusal bir sorunu olarak diyelim ki, bir savaş hukuku var, o dönemin bütün İslam devletlerinde olduğu gibi Roma devletinde de mevcut olan savaş hukukunun bir parçası sayılan ganimet hukuku var, esir alma hukuku var, cariyelik hukuku var, kölelik hukuku var. Bunlar Kuran-ı Kerim’in ayetlerinde de var. Şimdi bu ayetleri 2018’in dünyasında savaş hukuku bağlamında, aynıyla uygulamaya kalktığınızda ortaya çıkacak sonuçlardan birisi DAİŞ’in veya cihatçı selefi örgütlerin kuran-ı okuma, anlama ve uygulama biçimine doğru gider.
Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir algılamanın, böyle bir algılayışın, böyle bir Kuran-ın yorumunun bugün olamayacağını, dolayısıyla bu gibi konularla ilgili ayetlerin yeniden yorumlanması ve çağın gerçeklerine uygun, uygulanabilir, olması gereken şekilde bir yoruma kavuşturulmasını söylüyor. Sen de ki, “Efendim bu reform değil, şu değil, bu değil” ben orada bir kelime oyunu seziyorum reform desen ne olur, demesen ne olur. Reform demek…
Reform kelimesi ürkütüyor mu?
Evet ürkütüyor yani bizim İslamcı entelektüel kesimin kelime takıntılarını ve kelimelere bir takım kişilikler, kimlikler, künyeler, tarihsel aidiyetler yükleyerek böyle alerjiler oluşturmasını da bugüne kadar pek anlayamadım. Peki reform demiyelim de tecdid diyelim. Ne değişti. Tecdid daha tehlikeli bir kelime, yenileme. Reform deme, renovasyon de, restorasyon de. Ne dersen de bence en iyisi, reformdur; yeniden bir şekil, biçim kazandırmak. Tecdid daha iddialı bir kelime yenileme. Ama tecdid bizden çıktığı için tercih ediliyor. Reform dediğinizde de batıdaki aydınlanma, kiliseyle hesaplaşma, orayla bir aidiyet kurduğu için oradan tarihsel bir alerji gelişmiş, kelimeyi böyle şeytanlaştırmışlar.
İlk açıklamanın ertesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz dinde reform aramıyoruz. Böyle bir derdimiz de yok. Haddimize mi? Asla” dedi ve herkesin dinle ilgili konuşmaması gerektiğini, bunun İslam’a zarar verdiğini söyledi. Bu açıklamasını geri adım olarak değerlendirenler oldu. Siz nasıl değerlendirdiniz? Bu bir geri adım mı?
Dinde reform aramıyoruz cümlesi şu, Sayın Cumhurbaşkanı, islam dediğimiz din bu haliyle kabul edilemez, bunun üzerine bir çarpı atalım, yeni bir din üretelim gibi bir maksadımız, öyle bir amacımız, öyle bir söylemimiz, öyle bir muradımız yoktu demeye getirdi. Dolayısıyla burada öyle bir saptırmanın, bir yanlış yorumlamanın önüne geçmeye çalıştı. Yani demek istiyor ki, eğer benim söylediğim sözün maksadını aştığı algısı varsa, öyle algılamayın. Buradaki reform kelimesindeki amacı şu, “İslam’ı lağvedelim, yeniden bir alternatif İslam üretelim gibi bir iddianın peşinde değiliz” demeye getirdi. Ve oradan içtihatların güncellenmesi, yorumların güncellenmesine geldi. Bu her halükarda tecdid demektir, islah demektir. 19. yüzyıl, 20. yüzyılın başlarından itibaren İslam dünyasında böyle bir hareket de güçlü bir damar olarak hep varlığını sürdürmüştür.
Ben geri adım olarak değil de belki ilk gün söylediği cümlenin biraz daha üzerinde tasarlanmış, düşünülmüş, toplumsal algıdaki marjları yeniden gözden geçirilerek, yeniden organize edilmiş versiyon olarak düşünüyorum. Yani ilk günkü sözü toplumsal algıda biraz sarsıntı yarattı. Onu biraz daha konsantre ve biraz daha organize edilmiş hale getirdi.
Peki bu fıkıh kitapları fetvalar neden hep kadın, cinsellik ve cinsel hayatın düzenlenmesi içerikli?
Bakın biraz Freudçu gibi görebilirsiniz ama birkaç şey söyleyeceğim sami gelenekteki dini yapılar ve kalıplar ataerkildir. Bu Yahudilik’te de böyledir, Hristiyanlık’ta da. Orta Çağ’da batıda kadınların insan olup olmadığı, ruhunun olup olmadığının uzun yıllar kiliselerde tartışıldığını biliyoruz. Bizim gelenekte de bu böyledir.
İkincisi erkek dediğimiz varlığın kendi iktidarını, daimi nüfuzunu koruma refleksidir, iktidarını paylaşmak istememe halidir. Eşi de olsa, hayat arkadaşı da olsa ona karşı siyaset yapıyor, din cihazını kullanarak, onu sürekli olarak hegomanyası altında tutmanın başlıca yollarından biridir bu. Dini söylem üzerinden kadını ötekileştirmek, kategori dışında bırakmak…
Üçüncüsü peki niçin ahlak, ahlaksızlık toplumdaki dini erozyon, sürekli ticarette rüşvetten, şuradan buradan değil de alış verişten, komşuluk ilişkisinden, toplumsal adab-ı muaşeretten değil de, hep kadın bedeni üzerinden yapılıyor. Dini kitaplarda, fıkıh kitaplarında biraz tasavvufun da etkisi var herhalde. Tasavvuf biliyorsunuz dünyaya karşı perhizi öneren bir dini düşünce tarzıdır. Perhiz nedir? Dünyanın lezzetli şeylerine, zevk veren, insanı eğlendiren, mutlu eden, nimetlerine karşı perhiz geliştirmek ve kendini daha uhrevi hale getirmek ve insanın kendi hamlıklarını yontması, insanın kendini ehlileştirmesi.
Bunun da başında evlenmeme kadına karşı mesafeli olma işte cinsel ihtiyaçlarını erteleme fakat insanın fıtri, doğal bir yapısı var. Bu normalde bir ihtiyaç yemek gibi, içmek gibi. Siz bunu haram, haram, haram, yasak, yasak, yasak üzerinden, sürekli bastır, bastır, bastır ama bastırırken de çok ilginç paradoksal da bir durum var hem bastırıyorsunuz hem de sürekli hatırlatıyorsunuz. Yani o yasaktır diyorsunuz ama yasağı da bütün kışkırtıcılığıyla nasıl yasak olduğunu anlatırken ballandırarak anlatıyorsunuz. Aklında olmayanın aklına düşüyorsunuz, ondan sonra kendini zapt et diyorsunuz. Burada patolojik bir durum ortaya çıkıyor. Bir hanımefendinin belediye otobüsünde oturduğu koltuğa siz oturur da, onun koltukta bıraktığı sıcaklığı hissederseniz zina etmiş olursunuz diye bir fetva ürettiğinizde, belki yorgunluktan ayaklarına kara sular inmiş bir adam, bir hanımefendinin kalktığı yere otururken “Oh şükürler olsun, bir yer buldum” diyecekken, “Acaba ben zina ettim mi?” moduna geçiyor ve kendini hakikaten psikolojik, patolojik bir halin içine düşüyor. Yani demek istediğim şu; bastırılmış cinsel duyguların negatif dürtülenme yoluyla insanların aklına düşürülmesi, o açlıklarının dillerini de vurması da var bunda.
İlahiyatçıların bu tür açıklamalarının insanları dinden soğuttuğunu düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum, son zamanlarda deizmin yaygın bir trend haline geldiği yönündeki tespit ve gözlemlerin bununla ilgisi olduğu görüşündeyim. İnsanlar belli ki bu tür çirkinlikler karşısında eğer kurumsal din buysa, ben öyle bir yapının içerisinde yokum diyerek, tepkisini sessizden ve derinden dip dalga gibi koyuyor.
Kendini böyle kurumsal olmayan daha insani, daha vicdani bir dini tasavvufi düşüncenin içine atarak selamette olmayı bir hal çaresi gibi düşünüyor. Yani o gittiği yerin Deizim olduğunu tasarlayarak, planlayarak, okuyarak, “Deizmi teizmle karşılaştırdım, bunun daha makul, daha tutarlı olduğuna karar verdim” diyerek gitmiyor. Bu yaşananlara, bu çirkinliklere tepki koymasının sessiz, derinden işleyişinin sonucu vardığı yer oluyor. Ateizme de sıçrayamıyor çünkü ona da cesaret edemiyor. Kültürel aidiyetleri, mahalle ortamları, baskıları vesaire o kadar radikal bir sıçrama yapmaya izin vermiyor. Bir ara durak olarak deizme savruluyor gibi görünüyor. Ben bu yaşananların etkili olduğu kanaati taşıyorum.
Siz de şahit oluyor musunuz bu deizme kayışlara?
Ben şahit oluyorum bu kayışa, çok da mail de alıyorum bu konuda. “Hocam beni ifşa etmeyin, ismimi kimseye vermeyin ama böyle bir hal içindeyim” diye paylaşanlar var.
Bu gidişat şöyle; kurumsal müesses yapısı itibari ile din göçüyor gibi görünüyor şu anda. Ve işin daha kötüsü dinin bizatihi kendisinin vaat ettiği iyiliklerin, güzelliklerin de artık bu yıkımla, bu çöküşle birlikte o değerlerinin de maalesef gömüleceği korkusu taşıyorum. Yani giderken siz kendi ürettiğiniz çirkinliğinizle gitmeyeceksiniz, dine refere etmenizden dolayı söyledikleriniz, dini de beraberinizde götüreceksiniz.
Oysa din bu toprakların kimyasıdır, mayasıdır, çimento unsurlarından, asli unsurlarından birisidir. Din dediğiniz şey, iyiliğin çoğaltılması, huzur ve dinginliğin arttırılmasına yönelik temel fayda sağlamaya çalışır. Oysa şimdi bir kavganın, dövüşün, çekişmenin, kuru gürültünün, birbirini dışlamanın, yaftalamanın, kamplaşmanın ve aynı zamanda dünyevi nüfuz arayışlarının veyahut kariyer basamaklarını tırmanmanın akreditasyon belgesi gibi kullanılıyor.
Cemaat kimlikleri var, grup kimlikleri var. Biliyorsunuz FETÖ vakasında yaşadık. Din bir dizi kötülüğün manipülasyon aracı haline dönüşmüş durumda. Dolayısıyla dinle ilişkileri gayet masum, sıradan, informal bir çok insanın bu olan bitenden rahatsızlık duyduğunu ve bu rahatsızlıktan dolayı da bu kurumsal dini yapılara ve dini gruplara, cemaatlere karşı ciddi bir tepki duyduğunu biliyoruz. Hatta tiksinti düzeyinde tepki koyuyorlar. Şu anda sessizden yürüse de toplumdaki ciddi bir kesimin dinden soğuduğunu, dinle arasına mesafe koymaya başladığını çıplak gözle bile gözlem yapsanız fark edebilirsiniz diye düşünüyorum. Bunun maliyeti, bunun günahı, bedeli az çok hepimize yazar. Bunun içinde ben de dahilim. Bunun sorumluluğu hepimizin üstündedir.
——————————————
[i] Kaynak:
Deizme Eğilim Artıyor | Elif Ilgaz’la Aklıma Takılan / RS FM
http://mustafaozturkarsivi.blogspot.com.tr/2018/03/deizme-egilim-artyor-elif-ilgazla-aklma.html