Demokrasi Ekonomik Kalkınmanın On Koşulu Mudur?[i]
Miray ÖZDEN[ii]
Doç.Dr. E. Recep ERBAY[iii]
Yönetim şekillerinin ekonomik göstergeler üzerinde etkili olup olmadığı tarihsel süreç içerisinde birçok iktisatçı, siyaset bilimci ve sosyolog tarafından incelenmiş; bu konuda bazı çıkarımlar ortaya konmak istenmiştir. Bunların önemli bir ayağını demokratik yönetimlerin ekonomik kalkınmada daha etkili olduğu görüşü oluştururken, karşıt görüşlerin de otoriter rejimleri destekleyici açıklamaları konunun daha geniş çapta ve dikkatlice araştırılması gereğini ortaya çıkarmıştır. Yönetim şekillerinin kalkınma aşamasındaki toplumlarda ne denli etkili olduğunu öğrenmek ve bu konu ile ilgili yol gösterici bilgiler sunmak 1950’li yıllar ile birlikte gündemdeki yerini almıştır. Lipset’in çalışmaların önderliğini yaptığı ekonomik kalkınmanın demokrasinin bir ön koşulu olduğu fikri ile aralarındaki ilişkinin boyutları da detaylı incelemelere tabi tutulmuştur. Çeşitli veri setleri ve analizlerle desteklenen çalışmalar, demokratik endekslerin de varlığının oluşmasına kaynaklık etmektedirler. Demokrasinin tanımı içerisinde yer alan özgürlük, adalet, eşitlik gibi ilkeler ekonomik kalkınmanın ilkelerinin de içeriğini oluşturması bakımından önem arz etmektedir. Demokrasinin kavram olarak uzlaşılan bir tanımının olmaması ya da avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı oluşunun hala araştırıla gelmesi ekonomik kalkınma ile olan ilişkisinde zaman zaman aksaklıkların oluşmasına neden olmaktadır. Çeşitli yönlerden ele alınan bu ilişkinin çok yönlü ve detaylı uluslararası araştırmaları kapsaması konuya ilgi duyanların çalışmalarını geniş bir açıdan değerlendirmesi gerekliliğini de ortaya çıkarmaktadır. Bu sebeple çalışmada, ilgili onu ile ilgili literatür araştırması yapılacaktır. Böylelikle, karşıt görüşlerden de yararlanarak demokrasinin, ekonomik kalkınma ile arasında ilişki değerlendirilerek; ekonomik kalkınma sürecinde bir ön koşul olup olmadığı tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: demokrasi, ekonomik kalkınma, adalet, azgelişmişlik, gelişmişlik.
Is the Existence of Democracy a Precondition for the Economic Development?
Whether or not the patterns of influence on economic indicators have been examined by many economists, political scientists and sociologists in the historical process. While an important pillar of them constituted the idea that democratic governments were more effective in economic development, opposing views also revealed that authoritarian regimes were effective too. It has taken its place on the agenda since the 1950s to find out how effective management styles are in the developmental societies and to provide guidance on this topic. In his study of the relationship between economic development and democracy, Lipset emphasized that democracy is a precondition for the economic development. The principles such as freedom, justice and equality which are included in the definition of democracy are important in terms of forming the contents of the principles of economic development. The lack of a conceptually comprehended definition of democracy, or the fact that advantages or disadvantages forms are still being investigated, sometimes leads to disruptions in relation to economic development. This multi-faceted and detailed international study of various aspects also reveals the necessity of evaluating the work of those interested in the topic from a broad perspective. For this reason, in the study, a related literature search will be done; the issue of Freedom House democracy displays will be examined. Thus, by taking advantage of the opposing views, the relationship between democracy and economic development is evaluated; it will be debated whether it is a prerequisite in the economic development process.
Key words: democracy, economic development, equity, underdevelopment, development.
Giriş
Ülkelerin hem sosyo-kültürel hem de ekonomik anlamda birbirleri ile olan ilişkilerinin artması, uluslararası boyutta üstlendikleri rollerin de rekabet edilebilir düzeyde olması gerekliliğini arttırmaktadır. Salt ekonomik göstergelerin yetmediği süreçte, kurumsal yapıların bütünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin başarı ile uygulanabilirliği, toplumsal yapıyı iyileştirmeyi hedefleyen çalışmaların varlığı, gibi kriterlerin, değerlendirmelere dâhil edilmesi sağlıklı sonuçların elde edilmesi açısından önem arz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonu ile birlikte, politika yapıcılar ile ekonomi araştırmacılarının; ülke yapısına ait uygun düzenlemeleri içeren kalkınma hedeflerine odaklı çalışmaları, İktisadi Kalkınma alanına olan ilgiyi arttırmıştır. Bu aşamada yeni bağımsızlık elde eden ülkelerin hem sanayi hem de kurumsal yapı anlamında iyileştirmelere gitme çabaları araştırmaların da boyutlarını değiştirmiştir. Yönetim şekillerinin kalkınma aşamasındaki toplumlarda ne denli etkili olduğunu öğrenmek ve bu konu ile ilgili yol gösterici bilgiler sunmak 1950’li yıllar ile birlikte gündemdeki yerini almıştır. Lipset’in çalışmaların önderliğini yaptığı ekonomik kalkınmanın demokrasinin bir ön koşulu olduğu fikri ile aralarındaki ilişkinin boyutları da detaylı incelemelere tabi tutulmuştur. Çeşitli veri setleri ve analizlerle desteklenen çalışmalar, demokratik endekslerin de varlığının oluşmasına kaynaklık etmektedirler.
Ekonomik kalkınmanın tarihsel süreçteki yerine almasından sonra, toplumsal yapının varlığının öneminin kabulü, ülkeleri kurumsal yapılardaki iyileşmenin ekonomik faktörler üzerine olumlu katkı yapacağı görüşüne yöneltmiş ve demokrasiye olan ilginin boyutlarını genişletmiştir. Demokrasi kavramının 1980’li yıllar ile tekrar gündeme gelmesi ile demokrasinin ekonomik kalkınma için bir ön koşul olup olmadığı sorusu, önemli bir sorunsal olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Bu çalışmada, demokrasinin ekonomik kalkınmanın bir ön koşulu olup olmadığı karşıt düşünceler ve savlar ile birlikte açıklanacaktır. Bunun için demokrasinin iktisadi büyüme, yatırım ve tüketim olanaklarını arttırması gibi iktisadi kalkınmaya zemin oluşturması değerlendirilecek; bu katkı kurumsal yapı, temel hak ve özgürlükler ve yerel yönetimler açısından incelenecektir.
Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma İlişkisi Üzerine Yapılan Çalışmalar
Demokrasi konusunun uzun yıllar boyunca tartışılması ve kavramın boyutunun derinliği, birçok konu ile ilişkilendirilmesine yol açmıştır. Sosyolojiden tarihe, felsefeden ekonometriye kadar çeşitli alanlarda tartışılan demokrasi konusunun belki de uygulanabilirliğinin test edileceği en güzel alan iktisat olmuştur. Büyüme rakamlarının ülke yönetiminin şeklinden mi yoksa toplumsal yapının düzenlenebilir olduğundan mı kaynaklandığı soruları, bu konudaki araştırmalarının sayısındaki artışın temelini oluşturmaktadır.
Bunlardan biri olan kalkınma kavramının demokrasiyi etkileyip etkilemediği ya da demokrasinin ülke kalkınmasında ne derece öneme sahip olduğu ortaya atılan fikirlerin bu çerçevede şekillenmesine sebep olmuştur.
Demokrasi ve kalkınma üzerine çok ülke açısından yapılan ilk çalışma Lipset (1959)’e aittir. Lipset 48 ülke üzerinde yaptığı çalışmasında demokrasi ile gelir seviyesi arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Lipset’e göre bir ulus ne kadar zenginse demokrasiyi yaşatma konusunda o kadar şanslı olmaktadır. Gelir düzeyi arttıkça ülkelerin demokrasileri daha da güçlenmektedir (Başar, Yıldız, 2012: 13).
Lipset’e göre demokrasi, politik kültür ve sosyal yapının etkisi ile şekillenmektedir. Eğitim, vatandaşlık kültürü, politik olaylara karşı bakış açısı ve orta sınıfın tutumları demokrasi ve kalkınma arasındaki ilişkiyi etkileyen faktörlerdir. Çalışmasında kullandığı bu değişkenlerden eğitim, insanların anlama ve kavrama gücünü arttırmaktadır. Eğitim seviyesi yükselen insanların sosyal ve politik olaylara karşı bakış açıları genişlerken, politikaya yönelimleri artmakta bu da demokrasinin işlerlik kazanmasında etkili olmaktadır. Eğitilmiş bir orta sınıf diğer uç gruplar arasında köprü oluştururken, demokrasinin gelişimi için de uygun zemini hazırlamaktadır. Oluşabilecek olumsuzlukların ve uçurumların önüne geçmektedir. Ayrıca Lipset demokratik yapıların varlığının, zenginlik, sanayileşme, eğitim ve kentleşme gibi olgulara bağlı olduğunu vurgulamış, çalışmasını da bu kavramlar üzerinden yürütmüştür (Lipset, 1959: 69-100).
Lipset gibi eğitimin bu süreçte önemli olacağını söyleyen Huntington (1991) da demokrasi ve kalkınma arasındaki korelâsyonu açıklamaktadır. Ona göre de eğitimli nüfusun çok olması, güçlü sınıfın zayıf sınıfı ezdiği ve yaşam standartlarının düşük olduğu ülkelerde, demokrasinin gelişmesinde etkili olmaktadır.
Coleman (1960), yaptığı çalışmalar ve elde ettiği bulgular ile Lipset’in öne sürdüğü fikri destekler niteliktedir. Ona göre, iktisadi kalkınma demokrasiyi pozitif yönde etkilemektedir. Ayrıca Coleman çalışmasını geniş bir alanda yürüterek 75 ülke üzerinde demokratik siyasal performansı ölçmüştür. Bu açıdan da elde ettiği sonuçlar önemli bir veri olarak değerlendirilmektedir.
Neubauer (1967)’e göre ise ulus devletlerde demokrasinin ekonomik ve sosyal kalkınmaya bağlı olup olmadığı uzun yıllardır tartışıla gelmektedir. Neubauer çalışmasında diğer yazarların görüşlerinden yararlanarak analiz yapma yolunu tercih etmiştir. Lipset ve Cutright gibi bazı yazarların demokrasinin korunması ve kurumsallaştırılması için sosyal ve ekonomik kalkınmanın gerekli olduğunu, Lerner ve Pye gibi diğer yazarlara göre ise ulusal politik kalkınmanın geleneksel toplum yapısının, cemaat sisteminin üstesinden gelmek için yeterince gelişmiş düzeye ulaşamaya dayalı olduğunu ve bunun için de kalkınmanın demokrasi için bir koşul oluşturduğunu söylemektedir. Almond ve Verba gibi diğer yazarlar ise eğitim gibi ehemmiyetli faktörlerin demokratik politikalarda aktif seçmen davranışını arttırdığını ve bunun da kalkınma ilkeleri açısından uygun bir ortam oluşturacağını ileri sürmektedir.
Bollen (1979), “Siyasi Demokrasi ve Kalkınmanın Zamanı” adlı makalesinde; siyasi demokrasi ve kalkınma zamanı arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Bu çalışmasında çeşitli sosyal bilimcilerin görüşlerinden de yararlanarak, demokratik koşulların değiştiğini, bu yüzden erken demokratikleşen ülkelerin, daha geç demokratikleşen ülkelere göre daha şanslı olduğunu söylemektedir.
Bollen, ekonomik kalkınmada yüksek seviyelerde yer alan birçok ülkenin aynı zamanda en erken dönemde kalkınmaya başlayan uluslar olduklarını söylemektedir. Bu da iki sorunun karşımıza çıkmasına sebep olmaktadır. Bunlardan ilki; demokraside zamanlama mı etkilidir, yoksa kalkınmışlık seviyesi mi? Eğer kalkınmanın tarihsel süreci baskın bir etken ise, demokrasi için ortaya çıkan avantajlar sosyo-ekonomik açıdan çok fazla ilerleme şansına sahip olamayacaktır. Fakat ‘zaman’ faktörüm dikkate alınacak olursa da politik sistemleri onarıcı etkisinin olduğu görülmektedir. Kalkınma periyotlarının daha önemli olması halinde demokrasinin gelişimi fazla olamayacaktır; buna karşılık, sosyo-ekonomik değişiklikleri etkileme oranı daha yüksek oranda gerçekleşecektir. Bu yüzden Bollen çalışmasında, birkaç ana hipotez kurmuş ve demokraside kalkınmanın zamanının ve kalkınma seviyesinin etkisinin ölçülmesini test etmiştir. Hipotezlerden ilki, bir ülke ne kadar erken kalkınmaya başlarsa demokrasi seviyesi o kadar yüksek olur. Erken kalkınan ülkeler sadece ekonomik anlamda değil, aynı zamanda siyasi anlamda da gelişmeyi sağlarlar. İkinci hipoteze göre, demokratik ideallerin zamanla yayılması kalkınmanın ilerleyen süreçlerinde demokratik hükümetlerin kurulmasına yönelik baskıyı da arttırmaktadır. Bunun dolayı demokrasi üzerindeki baskıların yoğunlaşmaması için kalkınma ve demokratikleşme bir arada olmalıdır. Diğer bir hipoteze göre, Protestan kültürüne sahip ülkelerde demokrasinin gelişim seviyesi daha yüksektir. Bunun nedenini de Protestan kültürü temelli ülkelerin bireyselliğe, özgür düşünceye ve eleştirel yaklaşıma daha açık olduğu şeklinde açıklamaktadır.
Bollen’in oluşturduğu son hipoteze göre ise, devletlerin ekonomik sisteme müdahalesi ne kadar yüksekse, siyasal sistemde demokrasinin gelişim seviyesi o kadar azalmaktadır. Bollen ayrıca, çalışmasında Protestan kültüre sahip ülkelerdeki demokratik gelişmeyi de ele almış, ekonomik kalkınma, ekonomik sistemlerdeki devlet kontrolü ve siyasal demokrasi başlıkları ile de konuyu destekler nitelikte açıklamalarda bulunmuştur.
Landman, Foweraker (1999) ile yürüttüğü çalışmasında doğrusal bir model oluşturmakta ve demokrasi ile kalkınma arasındaki ilişkiyi bu modelle açıklamaya çalışmaktadır. Oluşturulan bu veri seti dünya ölçeğinde kalkınmanın farklı seviyelerini kapsamakta ve ayrı örneklere ait bölgesel kalkınma ve demokrasi arasındaki iki değişkenli ilişkiyi açıklamaktadır. Bu araştırma zaman serilerinde birimlerin ve zaman faktörlerinin toplanmış ilişkisini tahlil etmektedir. Bunun için özgürlük dereceleri ve demokratik ölçütler de incelenmektedir. Yaptığı bu bağımsız çalışmasında Landmann, çok az sapma ve kuşku uyandırsa da demokrasinin kalkınmanın doğrusal bir fonksiyonu olduğunu söylemektedir. Ancak bölgesel faktörleri de dikkate almadan bir hipotez kurmanın yanıltıcı olacağını da eklemektedir.
Landmann, gelişmiş ülke demokrasilerinin kriterlerden[2] çoğunu yerine getirmede başarılı performanslar sergilediğini söylerken, geri kalmış ülkelerin bu kriterlerin birazını ya da birkaçını yerine getirebildiğini anlatmaktadır. Demokrasinin kalkınmanın doğrusal bir fonksiyonu olmasına rağmen gelişmiş ülkelerin bu konuda diğer ülkelere göre daha farklı bir çizgide ilerlediklerini vurgulamaktadır. Genelde bu ayrımda, geleneksel ölçütlerden çok hakların kullanımı daha ön plana çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde; politik ve sivil hakların, özgürlüklerin kullanımı ve korunması geri kalmış ülkelerden daha yüksek bir orana sahiptir.
Geçiş aşamasındaki toplumları incelediği çalışmasında Lerner(1964), yapıların demokratik hayata katılımdaki etkisini anlatmaktadır. Bunun için Batı ülkelerini örnek göstererek, kentleşmenin okuryazarlığı artırdığını, artan okuryazarlığın kitle iletişim araçlarının kullanılmasını yaygınlaştırdığını ve bunun da ekonomik, sosyal ve siyasal alana toplumsal katılımı arttırdığını söylemektedir. Bunun için de kalkınmış toplumlarda demokrasinin gelişebilme imkânının daha yüksek olduğunu vurgulamaktadır.
Preworski (1997) ise Lipset’in çalışması üzerinden giderek demokrasilerin iktisadi kalkınmanın ürünü olarak çıkar önermesinin geçerli olmadığını vurgulamaktadır. Gelirin demokrasilerin ortaya çıkış aşamasında öneminin olmadığını ancak, demokrasilerin kurulduktan sonraki aşamada sürdürülebilirliğinin sağlanmasında etkili olacağını bunun da bir bakıma Lipset’in çalışmasını desteklediğini söylemektedir.[3]
Tek ülke çapında yapılan ilk araştırmanın sahibi olan Kim(1971), Lipset ve Cutright’ın ‘’sosyoekonomik kalkınma demokrasinin durumu için gereklidir.’’ tezinin Japonya için kabul edilebilirliğini araştırmış ve bunun Japonya için geçerli olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Jackman (1973), Lipset, Cutright ve Neubauer’ın çalışmalarını ve öne sürdükleri savları inceleyerek bir model oluşturmuş, kalkınma ve demokrasi arasındaki ilişkinin doğrusal olmadığını ve demokrasinin kalkınmaya duyarlılığının oluşmadığını söylemiştir.
Helliwell ve Burkhart(1994) ise demokrasiyi kalkınmanın doğrusal bir fonksiyonu olarak varsaymaktadırlar.
Demokrasi ve kalkınma arasındaki ilişkinin ne derecede olduğunu araştıran Daron Acemoğlu (2005)’a göre ise bu ilişki ancak periyodik dönemlerde ve tarihi faktörlerin analize dâhil edildiği dönemlerde kurulabilmektedir. Kısa vadede kalkınmanın demokrasinin ön koşulu olmadığını vurgulamaktadır. Bir dergi için verdiği röportajında ise demokrasi ile ilgili görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır:
“Aslında biraz şaşırtıcı ama demokrasi ile kalkınma arasında doğrudan bir ilişki yok. Irak, Zimbabwe veya Zaire düşünüldüğünde sanki bir bağ varmış gibi görünüyor; ama verilere bakıldığında demokrasi ile ekonomik kalkınma arasındaki bağ yok denecek kadar az. Ama bu, eğer konuya beş, on veya on beş yıllık bir pencereden bakarsanız elde edeceğiniz bir sonuç. Demokrasi ile kalkınma arasında doğrudan bir ilişki ancak uzun vadede kurulabiliyor. Ayrıca demokrasinin ne denli geniş, otokrasinin ne denli ağır olduğu da ilişkinin derecesini belirliyor.”
Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma İlişkisi
Demokrasi ve kalkınma ilişkisi son dönemdeki gelişmelerle üzerinde ehemmiyetle durulan bir araştırma konusu olmuştur. Yönetim şekillerinin, yarış halinde olan uluslararası konjonktürlerin kalkınmışlık seviyelerini nasıl etkilediği ya da etkileme oranlarının dikkat çekici boyutta gerçekleşip gerçekleşmediği araştırmaların odak noktalarını oluşturmaktadır.
Demokrasi ve ekonomik kalkınma arasındaki ilişkinin tek taraflı olmadığı, bu konu hakkında yapılmış olan birçok araştırmada dikkati çekmektedir. Literatürde demokrasinin ekonomik kalkınma üzerinde etkisi olduğu gibi, ekonomik kalkınmanın da bir ülkenin demokratikleşme sürecine önemli katkısının olduğu belirtilmektedir (Çukurçayır, Tezcan, 2011: 48-76). Bu çift yönlü etki bir bakıma konunun iki taraflı şekillenmesine de yol açmaktadır. Bunlardan ilki, demokrasinin ekonomik kalkınmanın ön koşulu olduğu yaklaşımı, diğeri ise ekonomik kalkınmanın demokrasinin ön koşulu olduğu yaklaşımıdır.
Demokrasinin ekonomik kalkınmanın ön koşulu olduğu yaklaşımına göre; demokrasiler istikrarlı bir yönetim anlayışına sahiptirler. Yönetimin istikrarlı şekilde devam etmesi kısa dönemde büyümenin ve kalkınmanın sağlam temellere oturtulabilmesini sağlayacak politikaların uzman görüşler eşliğinde uygulanabilir düzeye gelmesinde etkili olmaktadırlar. Politikaların uygulama alanlarının genişlemesi ve toplumsal katılımın artması ile ekonomik anlamda gerçekleşecek olan yatırımlar ve tüketim denkliği de istikrarlı bir yapıya kavuşacak bir zemine sahip olmaktadır.
Demokratik ülkelerin sağlam kurumsal yapılara sahip olmaları, oluşabilecek krizlerden, dalgalanmalardan en az hasarla kurtulabilmelerini ve rasyonel kararların çoğulcu bir katılım ile alınabilmesine de olanak vermektedir. Ekonomik dalgalanmalardan toplumun zarar görmemesi ise, kalkınmanın uzun süreli varlığının garanti altına alınmasında önemli bir faktör haline gelmektedir.
Demokrasi aynı zamanda, az gelişmiş ülkelerin siyasal sorunlarının temelini oluşturan politik istikrarsızlığın, kalkınma sürecine verdiği zararın oluşmamasında da etkili bir yönetim şeklidir. Devletin kurumsal yapılar üzerindeki müdahaleci tavrının bağımsız karar alabilme ve sorgulama faaliyetlerini ötelemesi, toplumsal bilincin yaygınlaşamamasına da neden olmaktadır. Sürekli istikrarsız devam eden yönetime karşı duyulan güvensizlik ortamı ülke ekonomisinin de çökmesine ve refah seviyesinin alt düzeye inmesine sebebiyet vermektedir. Bu açıdan da ‘bütünsel’ bir katılımın doğmasını sağlayacak şartların oluşmaması gelişme aşamalarının gerçekleşmemesi ile sonuçlanmaktadır.
Ekonomik kalkınma, bütünsel bir yapının varlığını gerekli kılmaktadır. Bu da ekonomik ve sosyal motiflerin harmanlanarak topluma sunulmasının önemini daha iyi vurgulamaktadır. Sadece sayısal verilerin kullanılması değil aynı zamanda da sosyal hayata yönelik iyileştirmelerin ve düzenlemelerin yapılması kalkınmanın demokrasi ile özdeşleşebilmesini sağlamaktadır.
Demokrasilerin ekonomik avantajları hususuna çalışmasında yer veren Robert Dahl bu avantajları şöyle sıralamaktadır (Dahl, 2001: 62):
– Öncelikle, demokratik ülkeler halkın eğitimini teşvik ederler, eğitimli bir işgücü de yeniliklerin uygulanmasına ve ekonomik büyümeye yardımcı olur.
– Buna ek olarak, kanunlar demokratik ülkelerde daha güçlüdür; mahkemeler daha bağımsızdır; mülkiyet hakları daha güvenlidir; kontratlar daha etkin uygulanır; hükümetin ve politikacıların ekonomiye keyfi müdahaleleri pek görülmez.
– Son olarak, modern ekonomiler iletişime dayanır ve demokratik ülkelerde iletişim üzerindeki kısıtlamalar çok azdır.
Kalkınmanın nihai amacının toplumsal refahı sağlamak olduğu gerçeği, toplumsal düzenlemelerin de hızla ve öncelikle uygulanmasına yol açmaktadır. Gelirin adil şekilde dağıtılması, üretim sonucunda elde edilen gelirin üreticiyi mutlu kılması, kurumsal yapıların düzenlenmesi, eğitimin yaygınlaştırılması, sağlık hizmetlerinin geniş kesime ulaştırılması, ticari serbestilerin ve alışverişin ülke lehine gerçekleşmesi büyümenin de sağlanarak refah seviyesinin artmasına neden olmaktadır. Refah seviyesi artan bireyler kültürel anlamda da kendilerini geliştirmek istemektedir. Daha fazla katılımcı olmakta ve toplumsalcılığa daha fazla yakınlık göstermektedirler. Okuryazar oranındaki artış ile yurttaşlık bilinci, hakların farkında olma gelişmektedir. Bu da demokratik ortamın oluşmasında yapıcı bir kuvvet haline gelmektedir.
Ekonomik anlamda iyi seviyeye gelen toplumlar, politik anlamda da güçlü konuma gelebilmek için adımlar atmakta, demokrasinin temelindeki çoğulcu anlayışın ortaya çıkmasında etkin olmaktadır. Tarihsel sürece baktığımızda da gelişmiş toplumlarda demokrasinin varlığını sürdürmesinin daha kolay ve sağlıklı olduğu görülmektedir. Çünkü ekonomik anlamda kalkınmasını sağlayan toplumlar etkin kurumsal yapıları ve sorgulayabilen tavırları ile özgür ortamın oluşmasında itici güç haline gelmişlerdir.
Kurumsal yapıların ve bireylerin demokrasiyi sahiplenmeleri demokrasiye geçişin hızlı ve sorunsuz olmasını sağlamaktadır. Kurumsal yapıların demokrasiye uygun hale getirilmesi kalkınma sürecinin de işlerlik kazanması ile sonuçlanacaktır. Bu da bir toplumun hem ekonomik hem de sosyal yönden gelişmişlik seviyesine ulaşmasında etkili olmaktadır. Ekonomik yönden gelişmiş ülkelerde, halkın refah seviyesinde meydana gelen artış insan merkezli yaklaşımın ortaya çıkmasında ve bireylerin hak ve özgürlüklerini önemli kılan demokrasi rejimine duyulan özlem ve ihtiyacı birincil konuma getirmektedir. Böylelikle ekonomik büyüme ve kalkınma, demokrasinin gelişmesi ve yerleşmesinde olumlu etkide bulunabilmektedir.
Demokrasinin ekonomik kalkınmanın ön koşulu olduğu fikrinin temelinde yatan bazı kavramların ve bunlar arasındaki ilişkinin de bu süreçte dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Bunlar;
- Demokrasi ve kurumsal yapı
- Demokrasi ve temel hak- özgürlükler
- Demokrasi ve yerel yönetimler
Demokrasi ve Kurumsal Yapı
Demokrasinin sunmuş olduğu özgür yapı ile kurumsal yapının da işlerlik kazanması ekonomik kalkınma sürecinde ülkelerin lehine olan bir durumu da beraberinde getirmektedir. Kurumsal yapının[4] etkin hale getirilmesi, diğer sektörlerin ve piyasaların faaliyet alanlarının genişleyerek yatırım ve üretim için uygun koşullara kavuşmasına kaynaklık etmektedir.
Sen (2004), “Özgürlükle Kalkınma” isimli çalışmasında değerler, normlar ve özgürlüğün boyutları ile ilgilenirken demokratik bir ortamın gereği olan kurumsal yapılardan da bahsetmektedir. Ona göre, kapitalist dünya piyasaların vahşileşmesine ve sahip oldukları değerlerden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Oysa piyasalar sahip oldukları güç ile ticari mübadelelerin sağlanmasında, güven ortamının oluşmasında ve yaygınlaşmasında, sağduyulu davranışların gerçekleşmesinde rol oynayabilecek erdemde olmalıdırlar. Son dönemlerde artan güçleri ile meydan okuma cesaretinde bulunmaları, piyasaları düzenleyecek etkin kurumsal yapıların varlığını gerekli kılmaktadır. Kapitalist piyasa sisteminin bu olumsuzluğunu giderecek duyarlılıkta kurumsal yapı etiği oluşturulmalıdır. Piyasa mekanizmasının geniş bir değerler dizisiyle uyumlu halde olması önemli bir sorundur ve bunun, saf piyasa mekanizmasının sınırlarını aşan kurumsal düzenlemelerin yaygınlaştırılması için gerekli imkânların araştırılmasıyla karşılanması gerekmektedir.
Kurumsal yapıların geliştirilmemesi, demokratik rejimlerde hukuk kurallarının da tam anlamıyla uygulanmasının önüne geçmektedir. Hukuk kurallarının yapı dışında kalması demokrasinin ‘portatif’ bir seyir izlemesine ve politik oyunlarla şekil değiştirmesine neden olmaktadır (İlkin, 1988: 45). Böyle bir ortamda da kurumlara yayılamayan düşünce serbestisi kalkınma için uygun ortamların oluşmasına engel olmaktadır.
Sahip olduğu unsurlarla birlikte, ekonomideki yatırımı, üretimi ve tüketimi etkileyen kurumsal yapı ekonomik kalkınmanın ve büyümenin önemli bir faktörü konumundadır. Kaynakların etkin ve verimli dağıtılmasını sağlayarak kalkınmaya büyük katkıda bulunması, ekonomik kurumların demokrasi ile olan bağlantısını da gerekli kılmaktadır. Çünkü demokrasi politik istikrar sayesinde gelir eşitsizliğini azaltmakta, beşeri sermaye kaynağını geliştirmekte ve kamu kaynakları ve faaliyetleri üzerinde daha etkin denetim yapılabilmesini sağlamaktadır.
Kurumsal yapının demokrasi ve kalkınma ile olan ilişkisinin araştırıldığı araştırmalarda Cervallati ve arkadaşları (2006), demokratik bir kurumsal varlığın, büyümeyi arttırdığı sonucuna ulaşmışlardır.
Kurumsal yapının temel unsurlarından olan siyasi partilerin varlığı ve etkinliği de demokrasinin gelişip kalkınma sürecindeki katkısını arttırır niteliktedir. Demokratikleşme sürecinde toplumla iktidar arasındaki organik ilişkiyi sağlayan kurumların yaratılması ve yaşatılması demokratik siyasal sistemin işleyişi bakımından son derece önemlidir. İşte bu temsili kurumların başında siyasi partiler gelmektedir (Karakoç, 2017).
Siyasi partilerin demokrasilerin vazgeçilmezi ve olmazsa olmazı olması, politikaların topluma yayılmasında ve katılımın etkinleştirilmesinde son derece önemlidir. Kalkınma sürecinin toplumsal ayağının başarılı sağlanabilmesi ve demokrasinin gelişiminin kurumsal yapılar aracılığı ile her kesime ulaşımının gerçekleştirilebilmesi hem zaman, hem de fayda açısından önem arz etmektedir. Bu aşamada halk ve iktidar arasında köprü olarak oluşan siyasal partilerin etkinliği ve başarısı sürecin hızlı ilerlemesine ve düşüncelerin özgür bir ortam aracılığı ile yayılabilmesine olanak sağlamaktadır. Ayrıca doğru temsil edildiğine güvenen halkın da politikalar konusunda bilinçlenmesine, refaha ulaşmada daha etkin rol alma isteğinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Kurumsal yapıların gelir eşitsizliğini kaldırmada ve mülkiyet hakkını güvence altına almada sahip olduğu rolünün büyüklüğünün demokrasilerin gelişimi ve ekonomik kalkınmanın istenilen düzeyde gerçekleşmesi açısından önemli olduğunu belirten Acemoğlu(2005), kurumsal yapıda oluşacak aksaklıkların ekonomik kalkınmaya ve demokrasinin işlerliğine zarar vereceğini; bu açıdan kurumsal düzenlemelerin hassasiyetle yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Tüm bu veriler ve düşünceler değerlendirildiğinde iyi kurumsal yapılara sahip demokrasilerin ekonomik kalkınma süreçlerinin de iyi işlediği ve başarı ile sonuçlandığı görülmektedir.
Demokrasi ve Temel Hak ve Özgürlükler
Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması ve korunması demokrasinin temelini oluşturmaktadır. Siyasal, sosyal ve kişisel hakların kullanımın özgür bir ortamda yaygınlaşması daha kolay olmaktadır.
’Özgür ve sürdürülebilir eylemlilik büyük bir kalkınma motoru olarak karşımıza çıkar. ’diyen Sen (2004)’e göre, kalkınma reel özgürlüklerin genişletilmesi sürecidir. Özgürlükler üzerine oluşturulacak düşüncelerin, kalkınmanın GSMH, kişisel gelir ya da teknolojik imkânlar gibi dar kapsamlı işleyişten daha farklı olduğunu, bunların sadece bir araç olarak kullanılması gerektiğini amacın temel özgürlüklerin genişletilmesi gerekliliği olduğunu belirtmektedir. Ayrıca toplumların başarılarını, toplumdaki bireylerin sahip oldukları temel özgürlüklerle değerlendirileceğini de çalışmasına eklemektedir.
Hakların ve özgürlüklerin geliştiği toplumlarda bireyler düşünebilme gücünü de ellerinde tutabilmektedirler. Kendilerinin, değerlerinin, iyiliğin ve olması gerekenin farkına daha fazla varabilmektedirler. Kullanacakları haklar ile yönetimde söz sahibi olma, yönetime katılma ve siyasal kararları etkileyebilme avantajlarına da sahip olabilmektedirler. Özgürce verdikleri kararlar ile demokratik gelişimin ayaklarını oluşturabilmektedirler. Aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin kullanımı beraberinde iktisadi özgürlük fikrinin ve ortamının da oluşmasına katkı sağlamaktadır. Daha rasyonel kararlar veren bireyler, ekonomik anlamda da aktif konuma geçmektedirler. Piyasa işleyişine hâkim olmakta, uluslararası sisteme katılmakta daha girişimci hale gelmektedirler. Girişimin ve girişimciliğin artması ile faaliyet alanlarını genişletmekte, ekonomik katılımın her aşamaya uygun hale gelmesine katkıda bulunmaktadırlar. Bir ülkede girişim faaliyetlerinin artması, üretimin devamlılığı açısından da yararlı bir durumdur. Böylelikle ülkenin yatırım yapılabilir puanlamasının diğer sistemler tarafından olumlu değerlendirilmesi ve ülkeye kaynak akışının daha yüksek seviyelerde gerçekleşmesi sağlanmaktadır.
Özgür ortamın her alanda artış göstermesi refah düzeyindeki artışında olumlu seyir izlemesi ile sonuçlanmaktadır. Her şeyden önemlisi bireyin yönetime ve haklarına saygısı artmaktadır. Böylelikle eğitimin önemli bir olgu olduğunu da göz ardı edilmemektedir.
Az gelişmiş ülkelerde eğitim seviyesinin düşük oluşu, temel hak ve özgürlüklerinin gelişimini de engellemektedir. Toplum bilinçli olmadığından sahip olduğu hakları kullanamamakta, demokrasinin gelişimine ket vurulmaktadır. Bu da kalkınma sürecini olumsuz etkilemektedir. Çünkü bilinçli olmayan bir toplum, ülke ile ilgili farkındalığını sağlayamamaktadır. Akılcı çözüm yolları üretmek için yönetime destek olamamakta, fikir birliğine ulamamaktadır. Bu da toplumsal ayrışmalara, kargaşaya, hakların yanlış kullanılmasına, yönetimin istikrarsız hale gelmesine, ekonominin bozularak refah ortamının kaybedilmesine yol açmaktadır. Bu açıdan katılımcı bir demokrasinin sağlanabilmesi için eğitim olanaklarının arttırılıp, demokratik koşulların toplumlara uygun hale getirilebilmesi sağlanmalıdır.
Demokrasi, bireylerin hak ve özgürlüklerinin teminini amaç edindiği için, demokratik toplumlarda bireysel özgürlükler daha kolay yer edinebilmektedir. Düzgün işleyen bir demokrasinin varlığı, ekonomik özgürlüklerin sağlanmasına da zemin hazırlamaktadır. Örneğin, Kane vd. demokrasi ile ekonomik özgürlükler arasında istatistiksel olarak güçlü bir ilişki olduğunu ileri sürmektedirler. Bu ilişkinin tek taraflı olmadığını, ekonomik özgürlükler ile demokrasi arasında bir etkileşimin olduğunu belirtmektedirler (Çukurçayır, Tezcan, 2011: 48-76).
Bunun yanı sıra demokrasilerde yurttaşların doğru seçim yapabilmeleri doğru bilgi edinmelerine bağlıdır ve bu da iletişim özgürlüğünün varlığını gerekli kılmaktadır. Bilgiye erişimin kolay olması ile vatandaşların etkinliği daha artmaktadır. Bunun neticesinde de piyasalardan, gündemden haberdar olmaktadırlar.
Demokrasi ve Yerel Yönetimler
Kalkınmanın ekonomik, sosyal, kültürel ve kurumsal olarak çok yönlü bir süreci ifade etmesi, içeriğinde merkezi yönetimin yanı sıra yerel yönetimlerin de yer almasını gerekli kılmaktadır. Yerel yönetimlerin varlığı ve başarısı demokrasinin de işler hale gelmesinde etkin konuma sahip olmaktadır.
Ulusal demokrasinin temeli, halkın bizzat yönetime katılımı ve kendisiyle ilgili kararlarda söz sahibi olmasını mümkün kılan yerel demokrasiye dayanmaktadır. Gerçek demokrasi, ancak yerel düzeydeki araçlarla, aşağıdan yukarıya doğru, tabanın demokratik yönetime bağlılığına ve katılımına dayalı bir biçimde oluşturulabilir ve sürdürülebilir (Genç, Erdoğan, 2013: 177).
Yerel yönetimler, bölgesel anlamda demokrasinin uygulanabilirliğini ve yaygınlaşabilmesini sağlamaktadırlar. Merkezi yapılanmanın eksik kaldığı noktaları gidermekte, yerel düzeydeki ihtiyaçları karşılayarak bütüne hizmet etmektedirler. Yerel yönetimlerin gelişmiş olması, toplumsal katılımın da her aşamada sağlanmasına olanak tanımaktadır. Herkese ulaşabilecek eşit ve denk hakların herkesçe adil hale gelmesini sağlamaktadır. Ayrıca yerel düzeyde karşılanan ihtiyaçlar merkezin yükünü de azaltacağından, önemli konulara yoğunlaşma ve politika üretilme daha sağlıklı işleyebilmektedir. Kalkınmanın tabandan uygulanmaya başlanması ve burada başarının sağlanması, sürecin geniş bir kesime yaygınlaştırılmasında önemli bir görev üstlenmektedir.
Ayrıca yerel yönetimler, yerel eğitimin en fazla kişiye ulaşmasında ve bilincin yerleştirilmesinde de etkilidir. Eğitilmiş bir taban sınıfının varlığı, üst kesimlerin de farkındalığının artmasına yol açacağından gelişme süreci daha hızlı ve sağlam ilerleyecektir.
Sonuç
Ekonomik kalkınma ve demokrasi arasındaki ilişki 1950li yıllardan itibaren araştırma konusu olmaya başlamıştır. Salt büyüme rakamlarının ülkelerin durumlarını ve toplumsal yapıyı anlatmada yetersiz kalması kalkınma kavramının da incelenmesini gerekli kılmış, kalkınma kavramının gereklilikleri de yönetim şekillerinin etkisinin ne olacağı yönündeki düşüncelerin geliştirilmesinde öncü olmuştur.
Araştırmaların ‘ön koşul’ olarak ele alınan demokrasi ya da kalkınma olarak devam etmesi, her iki kavramın da içeriğinin ve avantajlarının ortaya konmasına, karşıt görüşler etrafında daha rasyonel şekilde uzlaşmacı bir yaklaşımın benimsenmesine de olanak tanımıştır. Demokrasi her şeyden önce; insanlara seçim şansı tanımaktadır. Diğer yönetimlerin aksine bireyi ‘dâhil edebilme’ konumunda değerlendirmekte ve haklarının neler olduğu bilincini uyandırabilmektedir. Birey kendi haklarını kullanmakta özgür kılınırken, birlikte yaşadığı toplumsal değerlere ve kişilere de saygı gösterebilmeyi öğrenmekte, kendi geleceğini tayin edebilme serbestisine sahip olabilmektedir.
Demokrasinin sunduğu eşitlik ve adil ortam sayesinde, yönetimde söz sahibi olan toplumlar istikrarlı bir yapının da oluşmasında etken rol oynamaktadırlar. Demokratik kurumların varlığı, piyasa sisteminin de değerler çerçevesinde işlemesine olanak tanımakta, oluşan bilinçli gruplar ile aksak işleyen kurumların düzenlenmeleri kolaylıkla yürütülebilmektedir. Bunun etkisi olarak iktisadi özgürlüğün ve ekonomik bağımsızlığın sağlanması demokratik rejimlerin kalkınma sürecine önemli katkılarıdır.
Demokrasiler yönetim konusunda politik istikrarın sağlanmasında daha etkili olduklarından, ekonomik kurumlar için de güven ortamını oluşturabilmektedirler. Ekonomik kurumların işler olması, en temel sorunlardan olan gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesinde ve adil gelirin sağlanmasında önemli bir faktördür. Ekonomik anlamda bir iyileşme, diğer kurumların da iyileşmesine yol açmaktadır. Bu da bireylerin eğitim aşamasının daha fazla kitleleşmesine, politikalara katımın ve teşvikin daha fazla artmasına, siyasal bilincin oluşarak toplumsal bir çoğulculuğun gelişmesine katkı sağlamaktadır. Aynı zamanda; beşeri sermaye geliştirmesi ve yetkinleştirmesi, karar mekanizmalarına etkin katılımın sağlanarak daha akılcı sonuçların çıkması, bireysel özgürlük ile toplumsal bilincin uyandırılması, farkındalığın artarak girişimciliğin beslenmesi, yatırım ortamlarının artması, başarısız iktisadi politikaların ve siyasi iktidarların daha kolay devreden çıkarılması, iktidarın hesap verilebilir olmasının sağlanması ve kamu kaynakları üzerinde daha etkin bir denetimin yapılabilmesi, demokratik rejimlerinin iktisadi kalkınmayı etkileyen yollarındandır.
Bunun yanı sıra iktisadi kalkınmanın demokrasiyi getirdiği görüşüne bakıldığında da; araştırmalar iktisadi kalkınmışlık ile demokrasi arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu yönündedir. Çünkü bir ülkenin iktisadi kalkınmışlığının yüksek oluşu, demokratikleşme için uygun zeminin yaratılmasında daha fazla etkili olmaktadır. İktisaden kalkınmış ülkelerde sanayileşmenin ve teknoloji kullanımının yüksek olması, toplumun refah seviyesinin artarak eğitim ve kültür seviyesinin yükselmesine, ulaşım ve iletişim olanaklarının artmasına yol açmaktadır. Bu gelişmelerin başarı ile uygulanması ekonomik anlamda bağımsızlığı, uluslararası ilişkilerin istenilen düzeyde gerçekleşmesini sağlamaktadır. Böylelikle dış ticaret anlamında da uygun koşullara kavuşan ülke, refahındaki ve toplumsal kültürdeki diriliş ile haklarının farkına varabilmektedir. Bu gelişmeler de demokrasinin varlığını sürdürmede, gerekliliklerinin yerine getirilmesinde son derece önemli olmaktadır. Aslında ekonomik istikrarın sağlanması, demokratik kurumların da kendi alanlarına yönelmelerine yol açacağından, işbölümünde oluşan aksaklıklar da giderilmektedir. Bunun neticesinde de her kurumun kendi görevini en iyi şekilde yapıp kalkınma sürecine katkı yapması, işlerin hızlanmasını, daha etkin ve verimli zamanın kullanılmasını beraberinde getirmektedir.
Demokrasi ve ekonomik kalkınma arasında doğrusal bir ilişkinin olduğu yönündeki görüşlerin aksine hiçbir ilişkinin olmadığını söyleyenler de vardır. Bu görüşe göre de sanayileşmiş ve kalkınması iyi olan ülkelerin otoriter rejimle daha sağlam bir gelişmişlik sergileyeceği vurgulanmaktadır. Çünkü demokratik rejimlerde kararların kurumsal yapılarca alınmasının zaman kaybına yol açacağı bu nedenle otoriter rejimlerde diktatörlerin kararların alınmasında bağımsız olmalarının ulusun ekonomik gelişme önceliklerinin daha iyi gömesine yol açarak verimli yatırımların önünü açacağı düşünülmektedir. Doğu Asya ülkelerinin başarısı bu duruma örnek olarak gösterilirken bu rejimlerin daha istikrarlı olması sebebiyle gelişmeye katkısının daha yüksek olacağı vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak; bir ülkenin başarısı için demokratikleşme ve kalkınma birlikte gerçekleşmelidir. Diğeri, ötekinin ön koşulu olarak kabul edilmemelidir. Çünkü demokrasi ve kalkınma birbirlerini tamamlayan süreçlerdir. Biri diğerine destek vermeli, eksikliklerini gidermeli ve aksaklıkları birlikte tamamlamalıdırlar. Ancak böyle olursa refah ve güvenlik seviyeleri istenilen düzeye ulaşabilir. Bunun yanı sıra, az gelişmiş ülkelerin kalkınma için demokrasiyi ‘görünürde’ kullanılması, yoksullukla mücadele ve kalkınma sürecine zarar vereceği gözden kaçırılmamalıdır. Bu süreçte kalkınma; sürdürülebilir olmalı ve demokratikleşme de tüm kurumlan ile sürece dâhil edilmelidir.
Kaynaklar
Acemoğlu, D., & Johson, S. (2005). income and Democracy. Instutions and Growth MÎT Press.
Başar, S., & Yıldız, Ş. (2012). İktisadi Büyümenin Demokratikleşmeye Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Kafkas Üniversitesi ÎÎBFDergisi, 3(3), 1-28.
Bollen, A. K. (1979). Political Democracy and The Timing of Development. American SociologicalRewiew, 572-587.
Cervaletti, M., Fortunato, Piergiuseppe, & Sunde. (2006). Growth and Endogenous Political instutions. institutions and Growth MÎT Press.
Coleman, J. S. (1960). Conclusion: The Political Systems of The Developing Area. Princeton Universtiy Press.
Cutright, P. (1963). National Political Development Measurement and Analysis. Americam Sociological Rewiew.
Çukurçayır, S., & Tezcan, K. (2011). Demokratikleşme ve Ekonomik Kalkınma: Etkileşim Analizi. Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi.
Dahl, R. (2001). Demokrasi Üstüne. Ankara. Phoenix Yayınevi. s-60-62.
Genç, F., & Erdoğan, Ü. (2013). Yerel ve Bölgesel Kalkınma: Küresel ve Yerel Bakış Açıları. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
Huntington, S. (1991). The Third Wave: Democratization in the late 20th Century. University of Oklahoma Press.
İlkin, A. (1988). Kalkınma ve Sanayi Ekonomisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
Jackman, R. W. (1973). On The Relation of Economic Development to Democratic Performance. American Journal of Political Science, 611-621.
Karakoç, R. (2017). Parti Îçi Demokrasi: Türkiye, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri Karşılaştırması. Gazi Kitabevi.
Landman, T. (1999). Economic Development and Democracy: The View From Latin America. Political Studies.
Lerner, D. (1964). The Passing of Traditional Society: Modernizing The Middle East. New York.
Lipset, S. M. (1959). Some Social Requisitiesof Democracy. The American Political Science Rewiew, 69-105.
Neubauer, D. E. (1967). Some Conditions of Democracy. The American Political Science Rewiew, 1002-1009.
Przeworski, A. (1997). Modernization: Theroies and Facts. World Politics.
Sen, A. (2004). Özgürlüklerle Kalkınma (1 b.). (Y. Alogan, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
——————————————
Kaynak:
Social Sciences Research Journal, Volume 6, Issue 4, 347-358 (December 2017), ISSN: 2147-5237
******
Kriterlerden kasıt; özgürlüklerin kullanımı, temel haklarının korunması, insan haklarına gösterilen saygı, toplumsal katılımın ve vatandaşlık bilincinin gelişimi vb.
Burada Preworski ilk araştırmasında doğrusallığın olmadığını vurgulamış ancak daha sonra Lipset’in araştırmasını destekler nitelikte bir araştırma yapmıştır.
[4] Kurumlardan kasıt, Mıhçı(2005)’ya göre; insanlar arasındaki eşgüdümü kolaylaştıran toplum veya örgüt kurallarıdır. Yani kurumsal yapılar bir bakıma toplumsal hayatta köprü görevini gören önemli yapılardır.
[i] Bu çalışma, 28-29 Ekim 2017 tarihinde Makedonya’da düzenlenen, IBANESS Konferansı’nda özet bildiri olarak sunulmuştur.
[ii] Öğr. Gör., Namık Kemal Üniversitesi, SBMYO, [email protected]
[iii] Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, İİBF, [email protected]